31 Ocak 2011

Üşenmedim Yazdım


kadınların neresine sokulur: üç kişi efenim boru değil üç kişi bunu arayıp benim bloga gelmiş. Halbuki daha önce cevap vermiştim. Göbek deliğine efenim, bilmeyen duymayan kalmasın.
cuma günü porno izlemek günah mıdır: Cuma günü günah ama başka gün izlerseniz sorun yok. Evet evet. Töbe töbe.
pipi güreşi: Hayali güzel ama bilemedim.
sokakta çekilmiş gizli pornolar: Sokakta ve gizli porno. 
çocuğun pipi içerde kalırsa ne olur: Bir şey olmaz, ıkınırsa çıkar diye ümit ediyorum.
dünyanın en kocaman pipili ismi: kahramanmaraşlıabdullahpipili
benim hayatımın içine sıçanlar: Büyüksün Google.
görevimiz pipi yalama göt: Dırım dırım dırım dırım dırım dırım dırıııım dırıırırırm
cıngulbe cıngulbe: cılgulolduvay
yoğun depresyon dalgalara kaldım yüzmede bilmiyorum: Yandı gülüm keten helva.
cübbeli ahmet hoca twety: Bir pipis gördüm sanki.
en uzun pipi kaç santim: Ben diyeyim 41512132 cm sen de 54864513213 cm
dinde sakso günah mı: Diyanet'in sakso kelimesiyle fetva verdiğini düşünüyorum da, hey yavrum hey..
domuzcuk porno: Aman da ne güzel domuzcukmuş o, aman da pornosu mu varmış.
ama pipi batırma oyunu: ama fakat lakin pipi batırmamak lazım, denizlerimiz kirleniyor.
adamın pipisini yakma oyunu: cısss
şaziye porno: haşmet pornodan daha iyidir.
pipi ve popo yan yana: çıkarım senle her yola toyota
neredeyse on yaşında pipi neden küçük olur: Neredeyse 10 yaşındaki çocuk küçük olduğu için olabilir mi mesela.
not ff olduğunda dc-olan notlar ortalama 2yi geçince dc+ olmaz mı: Google bir matematik dehasısın adamım.
koca papalılar: Baba oğul ve kutsal ruh adına.
ben erkeğim bir erkeğle okşanmak istiyorum: Ben de bir kadınım, kocam tarafından okşanmak istiyorum. Sağ olsun, ihmal etmiyor beni.
aradımız en güzel pornolar: aradınız pornoya şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.
yılın en iyi pornosu: and the oscar goes tooooo
kolumdaki kız kim: ben değilim olamam da olamam
cıngılmen şarkısı dinle: cıngılmen cılgılmen cılgın ol da gel
kutupta yaşayanlar evlerini neyden yapıyor: kurabiyeden
afra tafra yapmak günah mı: ı ıh
pipi işer mi görelim: Oynat Googlecığım. 
öldürülüp pipi öpme: Öldürmeden öpün ama kıyamam yazık ona.
çıblak pipi kutu sevişmeleri: Kutu kutu pipi elmamı yen mi arkadaşım salak arkasını dönmi
çingil kızlar: cilgilmen'in hareminde bu kızlar.
yorumsuz porno: Yorumsuz pornoda yegane site Xhamster'dır efendim. Tavsiye ederim.
yeşil pornaş: Aman da ne tatlıymış bu pornaş, aman da aman yeşil miymiş bir de, yesin oni ninesi.
www muğlada bana göt lazım: http:/
salı sallanırmı günahmı: salıya diyoruz sallanma, günah diye ama dinlemiyor.
kız ayağının pipiye değmesi ne demektir: oh yeah
kız meme resmi ve şeyi: ***
hayd seks: hayd küt! 
dünyanın en büyük şeyi pipi olacak değil canım: diğ mi diğ mi, bence de olmamalı, bu kadar basit olmamalı.
pipi kızartma oyunları: pipi kızartma makinesi lazım hepimize. 
türk sanat borno: evet Türklerin yegane sanatı bornodur. Türk sanat bornosunda bizi yurt dışında en iyi temsil eden isim ise hiç şüphesiz Şahin K'dır.

26 Ocak 2011

Sevgili Güllük


Dün güzel güzel hazırlanıp doktora gidiyorum diye evden çıktım. Yağmur yaş demeden yollara düştüm. Karşılığında ne buldum..? Hiç!! Adam başka bir şehre yerleşmiş. Gitmiş akademisyen olmuş. Gözlerim dolu dolu oradan ayrıldım. 

Kendime bir toka aldım. 
Sonra da halamın ısrarıyla pes etmeyip başka bir doktora gittim. 70 yaşında içi geçmiş bir erkek  ya da iğrenç süslü bir kadın doktor beklerken 50 yaşında çok cici bir erkek doktorla karşılaştım. Espri yapan, dinleyen, önemseyen bir doktor. "Off her şeyi en baştan nasıl anlatacağım ben şimdi?" derken hiç susmadım yine. Depresyonum ağır basmış yine bir haftadır ve bunu önlemek için yeni bir ilaç verdi. 

Aydınlanıyorum. Şimdiye kadar hep psikolojiyle ilgilenmiştim. İnsan biriciktir, önemlidir, önemli olan dinleyip düzeltmektir bilmem ne. Şimdi yeni yeni öğreniyorum ki, insan bir bok değilmiş aslında. Geçen de dediğim gibi sadece beyinden ibaretiz. Rezillik! 
Adam bana "Biz, doktorlardan ne bekliyorsun?" dedi, yani nasıl biri olmak istiyorsun'a getirdi. Ona göre ilaç verecek ve ben istediğim yani istenilen biri olacağım. 
İyice mala bağladım. "Çok güldün, azıcık üzül sen; al sana ilaç", "Çok üzülmüşsün yeter bu kadar üzülmek, al sana ilaç", "Çok zayıfsın al sana ilaç, biraz kilo al bakayım", "Yeter çok kilo almışsın, biraz zayıfla, şu ilacı keselim artık". Son iki ayım bu şekilde geçti. Bir yandan iyi olacağıma inanırken bir yandan ne kadar basit bir yaratık olduğumu görüp şimdiye kadar insan olduğum için kalkan götüm indi. 

Kilo meselesi de ciddi evet. Daha önceki doktorun verdiği ilaçla 2 ayda 6-7 kilo aldım. Götüm başım çıktı. Bu doktor da sağ olsun bana "Çok kilo almışsın, yanakların şişmiş" dedi ve "Bu ilacı artık keselim" diye de ekledi. Daha da kilo almam tehlikeliymiş. Sağ olun ya, incecik bir kızken süt danası gibi oldum sayenizde. Rejim nedir bilmezken şimdi oturup nasıl zayıflayabilirim'in derdine düştüm. Allah da sizi majeziklere muhtaç etsin e mi inşallah! Her ay regl olasıcalar.! 

Sonra eve gelip ilaçlarımı kullanmaya başladım. Yolda bana sırıtan ve karşılığında bön bön bakışlarımla yaraladığım yaşlı teyzeden senin huzurunda özür dilerim günlükcüm. 
Bu gece yataklara sığmadım, taştım adeta. İlaçların etkisiyle üçte uyandım, baş ağrısı çektim. Kalktım sobayı yaktım, virüs programını güncelleyip yine yattım. 
Saat 10 oldu, şimdi de güzel güzel yeşil çayımı içiyorum.

Değişik bir gündü yine. 
Öpüyorum çizgili yapraklarından, pijamam benim. 
Saliha kucağımda, selamı var. 

24 Ocak 2011

Ama Arkadaşlar İyidir 2





Ama arkadaşlar iyidir demiştim. Yine diyorum.. Ama arkadaşlar iyidir. O yazının sonlarında kırmamak için itinayla bahsettiğim, yazıyı yazdığım sırada bana anlattığım nedenden küs olan sonra da barıştığımız arkadaşla yine konuşmuyoruz, bu sefer temelli. Aylar oldu aramadık, sormadık birbirimizi. 
Hastalığımın teşhisi konulduğunda aklıma gelen ilk kişi o oldu. Aferin sana dedim, aferin.. Sana defalarca anlatmaya çalıştım durumumu, idare et beni nolur dedim. Aramasam da aradığında açamasam da anla beni nolur dedim.. Ama yok.. Ne oldu sonunda, gitti. Enerjimi bulduğum bir gün bozuk olan ev telefonumu onun için yapıp aradım onu, açmadı. Arkadaşından ulaşmaya çalıştım olmadı ve başka bir arayışımda iyiyim merak etme beni dedi ve kapattı.. Bitti yani.
Hiç gitmeyeceğini sandığım arkadaşım da gitti. 
Benim zaten ondan başka arkadaşım da olmadı aslında. Arkadaşlığı bilmiyorum. Sanırım çocukken ailem beni fanusta yetiştirdiği için bilmiyorum arkadaşlığı dostluğu. Hep kendimden 20-30 yaş büyüklerle konuşurdum ben. Ne yapacaksam onlarla yapardım. Hâlâ da öyle aslında. 
Pınar var mesela, arıyor beni açamıyorum bir türlü. Araftakiruh var mesela, o beni biliyor, anlıyor durumumu, üstelemiyor. Pınar da yakında aramayı kesecektir diğerleri gibi. Sadece araf'ımla kalacağım. 


Blog bana çok şey kattı. En güzel şey de yıllardır arkadaş nedir görmemiş bendenize, bir dolu güzel yürekli arkadaş kazandırmış olması. Böyle bir yazıyı ne zamandır yazmak istiyordum ama erteliyordum nedense. Bugün Witchie Of Stars 'ın gönderdiği yeni yıl kartı ile kendimi blog yazısı yazarken buldum. -Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim, nasıl mutlu ettin beni anlatamam- O kadar güzel yürekli bir insan ki taaa nerelerden bana ikinci hediyesi bu. Hiçbir karşılık beklemeden, hakkımda blog yazılarım hariç hiçbir şey bilmeden... Bu çok kutsal bir sevgi.. Tıpkı şimdiye kadar bana değer veren, sevgisini mailiyle, yorumuyla, hediyesiyle, kahkahasıyla, gözyaşıyla gösteren birçok blog arkadaşım gibi..

Blog dünyasının şartları değişiyor, birileri gidiyor birileri geliyor ama öyle ya da böyle hep birlikteyiz yine. Ben blog arkadaşlarım olmadan eksik hissediyorum kendimi. Buna kimileri asosyallik diyor, ama gelip bu ortamı yaşasalar bunun asosyallik değil aksine sosyallik olduğunu göreceklerdir. Çağ değişiyor ve değişen çağın sosyalleşmesi bu. Ki böylesi daha anlamlı sanki. Herkesin aslında ne olduğunu biliyorsun, yazdığı yazılardan düşüncelerini anlayabiliyorsun, sana uyup uymadığını anlayabiliyorsun, kalbini görebiliyorsun. Gerçek dünyadaki gibi bunu anlamak için kazık yemene gerek kalmıyor. İşin şakası bir tarafa, bu dünyayı çok seviyorum ben. Büyükbabamı kaybettiğimde diğer arkadaşlarımdan haber verdiğim iki kişi haricinde kimse baş sağlığı dilemezken blog arkadaşlarımdan 300-400 kadarı baş sağlığı diledi bana. Bu kolay bulunur bir şey değil. Dualar ettiler büyükbabam için.

4 sene önce blog yazmaya başlarken "Kim okur ki saçmalıklarımı?" demiştim. "Kim görür ki beni?". 
Görenlere selam olsun!
Seviyorum sizi. 

23 Ocak 2011

Rüyalar Gerçek Olmasa da Olur


Yazın gördüğüm bir rüyayı yazmıştım taslaklara, şimdi yayınlamak kısmetmiş.

Gece aniden "His!!" diyerek uyandım. Cümlenin önceki kısmını rüyamda söylemiştim.. "Düşünce değil.." Yanisi "Düşünce değil, his!!" Bu his kısmını bağırdım gibi oldu. Kaç kişi bu şekilde uyanır bilmiyorum, bir şeyim de normal olsun nolur yani.

İki üç gece önce gördüğüm bir rüyada bir yüzükçüden yüzük seçiyordum. Bu rüyamda da yine aynı yüzük satıcısına gittim. Eski rüyamda plastik yüzük vardı hep, metal falan yoktu. Gene yok, gelecek demişti gelmemiş.. 

Dünya düz olsa süper reklam bulmuştum ama maalesef dünya düz değilmiş.. Rüyamda pencereden bir baktım. Koocaamaaan bir inek gökkuşağı gibi dağların ardından yürüyor.. "Aaa" diyorum yanımdakine, o da "lavaşkiri ineğidir" diyor, reklammış bu meğersem. Sonra ineğe "ineeeeeeeeeek filiz" diye bağırıyorum. Filiz'in kim olduğunu blogun inciğini cinciğini bilenler hatırlayacaktır. Yalnız, düşünsenize böyle reklamlar olduğunu gökte reklam, süper fikir.

Bir de liseden arkadaşlarla buluştum. "Collezione hala var mı, lan bok satsalar koşa koşa alıyordunuz" dedim. Onlara muz ısmarlamaya kalktım.
Yeşil yağmur çizmelerim vardı ama arkadaşlardan biri bana mor çizmeler almıştı. Onları birkaç kez evde unuttum ama sonra arkadaşlar ısrarla yanıma aldırdılar. Daha doğrusu mor çizmeleri giyip yeşilleri kucağıma aldım.

"Düşünce değil his" olayı da şu. "Bu aralar evimin yanacağını düşünüyorum" dedi liseden bir arkadaşım, ben de öyle düşünüyordum rüyamda ama söylemedim ona. "Düşünce değil his" dedim ve uyandım.
Bir de adamın biri kadının birinin kolundan tutmuş çekiştiriyordu. Adamı çok pis azarladım. Adamın da böyle tarkan gibi mikrofonu vardı ama şişko falan bir şeydi, güya gazeteciydi ama ajan gibi duruyordu. Bu yüzden derse geç kaldım.
Bir de bunların tamamı olurken ben takım elbiseliydim.
Bir de geçen seneki öğrencilerimden Selma'yı ziyarete gittim. onunla beraber karlı yolda yürüdüm.
Bir de OVK diye bir takvim markası gördüm. Takvimin adı, sloganı, arkasında yazanlar her şey her şey rüyamdaydı. Okudum uğur dündar'a. Takvim 1935'ten kalma imiş. Baya bildiğin menkıbeler falan vardı, bilinçaltımın uydurduğu fıkralar falan.. bok zihnim hatırlamıyor ama o kadarını
Heh bir de bir sürü altın bozdurdum. "altın fiyatları malum, şimdi tam zamanı" cümlesini de kurdum.

Ve bunların hepsi tek rüyada oldu. 
Uyumaktan neden korkuyorsun diyorlar bana, arada bazı değil ki arkadaş her gece başka başka hayatlar yaşıyorum ben. Takvimin arkasında daha önce hiç duymadığım süper yaratıcı fıkraya kadar görmek zorunda mıyım, ama yok illa onu da gör, takvimi eline al, kokuları al, her naneyi hisset. Amasını satayım böyle işin. hoyt.!

Hayır bir "Rüyalar Gerçek Olsa" diye bir şarkı var. Millet nasıl rüyalar görüyor ki böyle bir arzu duyuyor. Yazıklar olsun yazıklar olsun ne diyeyim. Honki ponkilere gelesiceler.!

22 Ocak 2011

Sibbelimmm

Kosmos'u izleyememiştim, az önce açtım bir sayfa. Karşıma ilk kez gördüğüm bir reklam çıktı. Benzerleri vardı sağdan soldan çıkan ama bu şekilde olanı görmemiştim. Tıklamadım tabii ama yine de ilginç ve eminim büyük oranı tıklıyordur milletin. 
Tebrik ederim bu yaratıcı zekayı. 



20 Ocak 2011

Ana Tanrıça Şeytan

Ana Tanrıça Şeytan'ın önsözünde, araştırmacı kadın olmaktan şöyle bahseder Elvin Azar Süzer:
"Araştırmacı yazarlık, zeki bir katil tarafından işlenmiş bir cinayeti inceleyerek, suçluyu bulmaya benzer. Kişiler ve olaylar önünüzde saf saf durmaktadır; görüntüde her şey normal, herkes suçsuzdur. Oysa ortada bir ceset olduğuna göre kişilerden biri yalan söylüyor, kendini suçsuz olarak göstermeyi başarıyordur. Sizin göreviniz ise elinizdeki ipuçlarını değerlendirerek onu deşifre etmek ve cinayet işleyerek elde ettiği kazanımını ondan alarak gerçek sahibine geri vermektir. Bu sonuç, yüklü bir miras da olabilir, insandan sömürülecek metafizik enerji de!
Dedektif, olabildiğince çok kişi ile konuşmalıdır; böylelikle açık veren bir ilmek yakalamayı planlar. Araştırmacı yazar ise mümkün olduğu kadar çok şey okumalıdır. Yorucu, bezdirici, yalnızlık dolu saatler boyu okumak... Bu okuma sürecinde bir an gelir bir bilgi zerresi bin yıllar öncesinde bilinç altına tıkılsa da, enkarnasyon safhalarında ruhu hiç bırakmadan varlığını koruyabilmiş olan bir bilgi zerresi, bilinç düzeyine sızacak bir yol bulur ve araştırmacıya gerçeği fısıldar. Gerçekte hücrenin kilitlerini açıp, kapıyı aralayan ve bilgiyi özgür kılan araştırmacının okuyarak elde ettiği yeni bilgilerdir. 
Böylece bir ışık yanar beyninizde; içinizden "Her şey ne açıkmış, ben nasıl görememişim bunu?" diye yakınır, yitirdiğiniz onca zamana acırsınız. Önünüzde, daha önceden güçsüzlüğünüz nedeniyle girmeye çekindiğiniz bilinmezlik ve sırlar ormanı hala eskisi gibi ürkünç dursa da, artık elinizde size güç veren bir silah, ya da sizi saldırılardan koruyacak bir kalkan vardır.
Sırlar/Gerçekler ormanına, içinde gizlediğine emin olduğunuz ipuçlarını elde etmek için hemen dalmak istersiniz... Saatlerle, günlerle içinden çıkmadan her yanını gezip görmeyi, bilmeyi, öğrenmeyi özlersiniz. Oysa mutfakta, haşlanmış lahanalar dolma yapılmak üzere sarılmak, kocanızın sakallarıyla tıkanmış lavabo gırtlağı ise musluk suyunu geri kusmamak için sizi bekliyordur! Yağmurlu bir günde "iştiyak ve vuslat"ın doruğunda iken yataktan çıkıp işe gitmek benzeri bir zevk(!) içinde mutfağınıza girer, kahvaltı yumurtasını sahan yerine bulaşık süngerinin üzerine kırar, kirli tabakları bulaşık makinesi yerine buzdolabına koyarsınız!
Zamansızlık... Varlığını dost ve eşinize asla kanıtlayamadığınız düşmanınız hep sizinle sevdiklerinizin arasına girer. Bir yazar hele ki araştırmacı yazarsanız tüm yaşamınız "Bütün gün evde değil misin? eee?" diye serzenişte bulunan dostlarınızı gizli düşmanınızın varlığına inandırma uğraşıyla doludur artık.
Bu hır gür arasında araştırmanızı sonuçlandırır, bir kitap oluşumunda öğrenmek isteyenlere sunarsınız. Oysa sosyal görevlerinize yine de layıkıyla dönemezsiniz: çünkü çalışma odanızdan dışarı her adım atışınızda o katilin yeni cinayetler işlemekte olduğunu yeniden görmüş, bir kez daha kendinizi dedektiflik işinin içinde bulmuşsunuzdur. 
Tüm bunlar oluşurken sadece dedektif değil, bir kadın dedektif olduğunuz ve de bazı ideolog solculara, eylemci feministlere ve temiz aile kadınlarına (!) benzememek için saçınızın boya tarihini aksatmamak, olabildiğince cilt bakımı ve makyaj yapmak, güzel kokulara servet ödemek, aç yaşamak, mutfakta su içinde hamurlaşmış olsa da kırmamaya gayret ettiğiniz uzun tırnaklarla yaşamak, dudağınızı zorlayan küfürleri yutmak, karşı cinse saygılı olmak vb vb vb de zorundasnızdır. Bunları hiç de yapmayabilirsiniz tabii. Ama içten içe zekasız bir çiçek muamelesi görmedikçe çevreyi güzelleştiren, şıklaştıran taraf olmanın hiçbir kötü yanı olmadığını hissedersiniz. Zaten bakımlı, hoş ve güler yüzlü olduğunuzda karşınızdaki insanların gözlerinden çağlayan huzur ve beğeni sizi çokluk "gaza" getirir. 
Oysa işler burada bitmez. Sadece kadın olduğunuz için günde 6 kez sofra silmek, yemekleri sofraya götürmek için küçük kaplara koyup yemek bitiminde yeniden eski yerlerine doldurup bu yarım saatlik kapları yıkamak, erkek pantolonlarının önünde ısı ile yapılmış keskin çizgiler bulunsun diye boşuna saatler ve 1000 watt elektrik tüketmek; yemek yapma adına manav yorgunu sebzeleri bıçakladıktan sonra ısı manyağına döndürmek de zorundasınızdır. Eşinizin tüm yardım tekliflerini ise onurlu bir biçimde geri çevirirsiniz; çünkü onun gözünde "kocasına iş yaptıran kadın" kimliğine bürünme felaketinden ölümüne korkarsınız. Oysa aynı eşinize son okuduğunuz kitabın altı çizgili yerlerini bilgisayara geçirmeyi geciktirdiği için rahatça sızlanabilmişsinizdir. 
Sadece kadın olduğunuz için... Sadece kadın olduğunuz için öylesi haksızlıklara uğramaktasınızdır ki, elinizden sadece eğitimliyseniz kahpe feleğe, mürekkep yalamışlığınız varsa feminist hareketin başarısızlığına sövmek gelir. Ama içinizden bir ses sürekli erkeklerin, ne erkeği, doğa yaratıcı hiçbir canlının bu denli kötü olamayacağını fısıldar. Peki nedendir bunca haksızlık "sadece kadın olduğunuz için"? Bu pisliğin gerisinde erkekler yoksa kim vardır peki? O vardır... O katil... O bulmaya çalıştığınız katil.! Bu nedenle her seferinde erkekleri, kocanızı, feleği, feminist hareketin başarısızlığını ve sistemi affeder, yeniden gerçek suçlunun peşine düşer ve ormanın içindeki yolculuğunuza yemekleri yaka yaka "tekrar be tekrar" çıkarsınız."


Bu uzun önsözü, üstelik tamamını neden aldım peki?
Çünkü okuduğum en samimi bu yüzden de benim nazarımda en güzel önsöz bu. Üstelik hiç beklemediğim bir kitapta rastladım ve şaşırdım. İşime gelen kısmını alıp yazara haksızlık etmek istemedim. Tamamını almak bütünlük açısından daha doğru geldi. 
Yanlış bulduğum kısımları var elbette ama samimiyeti su götürmez bir gerçek. Herkes feminizm okumaları, düşünmeleri konusunda mütehassıs olmadığı için de "sıradan" okur için çok duru bir örnek yazı.
İster araştırmacı olun ister yazar olun ister çocuk bakıcısı ister tornacı olun.. Hangi mesleği yaparsanız yapın eğer kadınsanız çileniz misli misli artıyor. He bunu kabul eden var etmeyen var. Sabah çocuğunu okula gönderen ardından işe giden öğlen eve gelip çocuğu gelmeden ona aceleyle pilav yapan öğleden sonra bir panele katılan akşam da sırf çocuğu istiyor diye çocuğunun arkadaşının ailesi ile akşam yemeği yiyen gece de herkes uyuduktan sonra kalkıp şiir yazan, kitap-dergi okuyan bir kadın şair tanıyorum mesela. Bunların hepsini bir güne sığdırmak zorunda çünkü. Eşi yardım etmiyor mu, ediyor ama kadınların bildiği bir şey var ki, maalesef her erkek pratik ve yetenekli değil, aynı bir çocuk gibi bir işi yaparken daha da batırıp daha da iş çıkarma özelliğine sahipler. Bu da kadınlarda kendi işini kendin gör, en azından zamandan tasarruf et düşüncesini doğuruyor. Ben şanslı bir kadınım şimdilik ama ilerleyen günlerde ne olur, bütün işleri tek başıma sırtlamak zorunda mı kalırım bilmiyorum. Kişilik özelliklerimin yanında düşüncelerim de bunu reddediyor ve reddedecektir gerçi. 
Gelelim Elvin Azar Süzer'in önsözü hakkındaki yorumuma. Feminizmi neden bu kadar küçümsediğini anlamadım açıkçası. Başarısız olarak görmüyorum ben feminist hareketi, he eğer sadece evinden bakıyorsa feminizme evet kesinlikle başarısız diyebilirim ben de ama birçok insan için hele de bugün feminizm başarılı ilerliyor bile sayılabilir. 
Üzüldüğüm bir nokta da eşinin yardım taleplerini kadınlık onuruyla geri çevirmesinden bahsetmesi. Eşinden yardım isteyen ya da gören kadınlar onursuz mu bu durumda? 
Araştırmacı yazarlık gibi güzel ve ulvi bir amacı olan biri bence ev işleri konusunda yardımı kesinlikle hak ediyor. 
Bunların dışında söylediklerinde ise çok çok haklı.. Bir şeyleri yapmak zorunda kalmak, bir yandan kendinle ilgilenmek, bir yandan evle ilgilenmek o ikilemi yaşamak, ikisini de tam olarak yapmaya çalışıp ikisini de tam olarak yapamamak ya da yapamadığını hissetmek.. Çalışan kadının döngüsü bu sanırım. Görmek lazım.
**

Kitaptan diğer alıntılar:
"Bahardaki verimlilik ritlerinde İnanna'nın, sevgilisi Dumuzi'yi temsil eden ve onunla sevişecek olan krala söylediği bir şarkı vardır. Bu şarkının "müstehcen" içeriği ilginçtir; ama daha ilginci şarkının kutsal bir dua olarak kabul edilmesidir! Tek tanrılı dinlerin aseksüelleştirici doğrularıyla beyni ketlenmiş çağdaş insanın anlaması gerçekten zordur bu satırları:
'Bana gelince; amımı benim için yüksek tepeciği
ben bakire için, benim için, kim işleyecek?
Amcığım ıslanmış toprak, benim için, ben kraliçe için
kim oraya öküzünü koyacak?'
Bu şarkıya erkek şöyle yanıt vermektedir:
'ey en yüce kadın, onu senin için kral işleyecek
Kral Dumuzi onu senin için işleyecek'
Ve tanrıça sevinçle tekrar sözü alır:
'işte amım kalbimin erkeği'
...
Kelimeleri sansürlemek kolaydır 'haya' adına; adı geçen dualardan alıntı yapan çoğu yazar böylesi sansürlemeler sonucunda okuruna yansıtabilir kutsal metinleri. Ama şiirlerdeki seks nüansı kimi zaman sansürlenemeyecek kadar yaygın ve zariftir. 6000 yıl önce dinleyicilerdeki cinsel duyguları kamçılamak için oluşturulan şiirlerdeki şehveti yok etmenin tek yolu şiiri olduğu gibi sansürlemektir!
'Sevgilim geldi
benden zevkini aldı, yalnız benimle oynaştı,
erkek kardeşim beni evine getirdi,
beni bal kokan yatağa yatırdı,
benim değerli tatlım kalbimin yanına uzandı,
birbiri ardınca dil yaparak birbiri ardınca,
benim öylesine güzel yüzlü kardeşim 50 defa böyle yaptı
...
kasıklarımı güzel elleriyle okşadı
tanrı kucağımı krema ve sütü ile doldurdu,
amımın kıllarını okşadı
içimi suladı
ellerini amımın üzerine koydu
yatakta beni okşadı'"
--
"Fahişe-rahibeler, İştar'ın varlığının bir tezahürü oldukları için normal kadınlara oranla fazladan bazı mistik yeteneklere de sahip olurlardı. Falcılık, büyücülük, şifacılık gibi. Bu ektra yetenekleri metafizik konusuyla da sınırlı değildi. Öyle ki fahişe-rahibe'nin bedeninin kutsal olduğuna hatta zevk sularının şifa dağıttığına da inanıldığı için bu sıvılar para ile satılırdı da! Kazılardan çıkan çok sayıdaki tabletlerde fahişelerin aşk sularının en çok da göz hastalıklarına birebir olduğu yazmakta!"
--

"Kendini Marduk/Yahweh/Zeus/Enlil gibi çeşitli maskelerle gösteren güç tarafından cinsellik engellenmiştir, oysa cinsellik sadece insanoğlunun temel tepkisi ve içgüdüsü değil; hayatın özü, evrenin gizliden gizliye atan nabzı, yaşam adlı fenomenin en güçlü dokusudur. Bir enerjidir cinsellik, sadece bir haz değil. 'Can'ın temel besinidir.
Cinselliğin salt bir dünyasal zevk değil, bir metafizik enerji olduğu inancı birçok mistik tradsiyonda da görülür; öyle ki, insan ruhunun 'iyi ölüm'ler sırasında cinsel arzuya benzer bir rahatlama/gevşeme/uyarılma içinde göçtükleri savunulur. Cinsellik sırasında öylesi bir metafizik güç serbest kalır ki, adept majisyenler bu enerji ile büyü yapabildiklerini savunurlar.
Geçmişte 'kutsal', seks ile aynı anlama gelirken Yahudiliğin doğuşu sonrasında bu kavram bütünüyle unutuldu; kutsallık 'seksten uzaklık'la eş tutulmaya başlandı. Kutsal adam/kadın temizdi artık. Yani az biraz 'aseksüel'; en azından tek eşliydi. Giderek seksin mukaddesliğinin unutturulmasının ötesinde seks tümden günah sayıldı. Cinsellik ancak din adamlarının kutsaması ile kurulan anlaşmalarla ifade edilir oldu. Cinsel kısıtlamalar, ahlak adlı kavramın temeli şeklinde görülmeye başlandı. Sonra Hristiyanlık doğdu, insanların daha temiz olması adına milyonlarca insan en sapıkça işkencelerle öldürüldü. 
Artık sistem kurulmuş, insanlar evrimleşmişti. Oluşan sistem, cinsellik adlı bu enerjiyi hep karalamaya, durdurmaya yani yaşamı söndürmeye uğraştı. İnsanın doğasına, doğal yapısına uymayan bir dolu emir, buyruk ile yaşamı zorlaştırdı. Kesin ve katıydı buyrukları. Ayıp/edep/namus gibi gerçekten hiç de doğal olmayan bazı kaskatı kurallar, sınırlamalar koydu. Artık her şey kesinliğe, kurallara ve kanunlara dayalıydı."
"Aaa bana çok ters bu kitap" deseniz bile bu kitabı bulup okumalısınız derim ben. Gerçekten farklı bir dille farklı bilgiler veren bir kitap.

18 Ocak 2011

Tanrının Maskeleri

Joseph Campbell'in Yaratıcı Mitoloji- Tanrının Maskeleri adlı kitabından, ilginizi çekeceğini umuyorum:
"Uygarlıkların uzun, engin tarih içinde doğup batması, onları destekleyen mitos yasalarının bütünlük ve ikna ediciliğinin işlevi olarak değerlendirilebilir. Çünkü uygarlıkları harekete geçirici, kurucu ve dönüştürücü güç, yetke değil esindir. Mitolojik inanç, bir bütün ve simgeler örgütüdür. Önemini dile getirmek olanaksızdır. Esin enerjisi onun sayesinde canlandırılır ve bir odağa yönlendirilir. Mesaj, kalpten kalbe beyin yoluyla geçer ve beynin ikna edilemediği yerde mesaj geçemez. O anda yaşama ulaşılamaz olur. Hala yerel mitolojilere inanan kimseler hem toplumsal düzenle hem de evrensel uyumla barışık bir deneyim yaşamaktadırlar. Belirlenmiş işaretlerin artık anlam ifade etmediği kimseler içinse -veya anlam ifade etse bile amaç dışı etki ve sonuç doğuruyorsa- kaçınılmaz olarak yerel toplumsal bağlardan kopuş duygusu ve yaşamın ne olduğuna ilişkin beynin anlamlandırma çabasında bir kuşku ortaya çıkacaktır. Toplumsal biçime zorlanan birey yaşayan ölüm düşüncesini biçimlendirmekte katılaşır. Eğer uygarlığın önemli sayıda bireyi aynı durumdaysa geri dönülmez bir eşik açılmış demektir."
Aynı kitapta Spinoza'dan da bahsediliyor:
" 'Bir devlet için onurlu insanların saklayamadıkları farklı görüşleri bulunması nedeniyle suçlular gibi sürgüne gönderilmesi kadar büyük talihsizlik olabilir mi? Hiçbir suç işlememiş, kötülük yapmamış aydınlanmış insanların düşman gibi görülmesi, öldürülmesi ve darağacının kötülük yapanların dehşetinin otoritenin tasarlayabildiği bütün rezillik işaretleriyle halka hoşgörü ve erdemin en önemli örnekleri olarak sergilendiği sahneler haline gelmesinden daha kötü bir durum olabilir mi? '
Bunlar kendi sinagogundan kovulmuş sürgünde bir Yahudi'nin, Benedict Spinoza'nın sözleri. Alman romantiklerden Novalis onu 'Tanrıyla Esrimiş Adam' olarak tanımlayacaktır. Dinsel kıyımların korku saldığı bir dönemde yazı yazarak, dediği gibi 'Felsefe yapmakta mükemmel özgürlüğün sofu dindarlık ve devlet huzuruyla uyumlu olabileceğini göstermenin ötesinde böyle bir özgürlüğün yok edilmesinin kamu huzurunu ve dindarlığın kendisini tahrip edeceğini de ortaya koymaktadır.' Spinoza, Avrupa tarihinde aydınlanmanın ilkeleri ve doğruluğu adına cesur ve muhteşem direniş sergilemiş insanlardan biridir. Yazıları kendi zamanında 'dinden dönmüş Yahudinin ve şeytanın cehennem ateşini canlandırdığı' alet olarak ilan edilmiştir. Kitabı Mukaddes'i birbirine karşı kullanan çılgın insanlar dünyasında -Fransız Kalvinistler, Alman Lütherciler, İspanyol ve Portekiz engizisyoncular, Hollandalı hahamlar ve sayısız benzerleri arasında- Spinoza, Kitabı Mukaddes hakkında şunu açıkça ifade etme cesaretini göstermişti -gerçekte herkes tarafından açıkça biliniyor olmalıydı ama-: 'Kitabı Mukaddes, mükemmel değildir, bozulmuştur, hatalarla doludur ve kendi içinde çelişkilidir. Oysa Tanrı'nın gerçek sözü kitapta yazan değildir, insanın kalbine ve zihnine kazınmıştır.' "
Yine başka bir alıntı:
"'Akılsız yüreğinde 'Allah yoktur.' dedi. ' Ama başka bir tür akılsız daha var, daha tehlikeli ve kendinden çok emin; kalbinden şöyle geçiriyor ve bunu bütün dünyaya ilan ediyor: Benimkinden başka Tanrı yok"

16 Ocak 2011

Ağzımızda Çiçekler Balkonda Sırılsıklam

Arkadaşım, ben anlamıyorum bu sigara sansürünü. Tamam içilmesi konusunda belli düzenlemelere gidilsin, gerekliydi de güzel ülkemde ama sansürünün boku çıkmadı mı acaba.?

Cnbc-e, e2 mesela, ne kadar salak kanallar haline geldi o çiçekleri ağızlara yerleştirince, haberiniz var mı? Kırk yıllık yeşilçam filmlerini izleyemiyorum sinirden, onlarda da sansür. Amaç ne acaba? Çocukları korumak mı yoksa televizyonda sigara içen biri görüldüğünde izleyicilerin yüzde bilmem kaçında sigara içme isteği uyanması mı? İkisi için de size laflar hazırladım gerçi. 

Yahu be adam, sen oradaki buradaki sigarayı yasaklayıp bangır bangır sigara sağlığa zararlıdır reklamı yayınlıyorsun, o ne olacak.? Sen zannediyorsun ki bu caydırıcı bir şey. Yoo, yıllardır biliyoruz zaten sağlığa zararlı olduğunu ee ne değişti, bıraktık mı..? Levent Üzümcü sesiyle "günde bir paket sigara içen insanın ciğerlerinde biriken katran miktarı"ndan bahsedince benim aklıma hemen sigara geliyor ve her reklamda içiyorum hemen hemen. He babaannem o süngeri insan ciğeri sanmış o da ayrı. Çocukların da böyle sandığına eminim.
Ayrıca canlarım, çocukları çok düşünüyorsanız şunu çocuklara yapmaya hakkınız yok. Ölürsünüz, sigara içerseniz erken ölürsünüz diye diye çocuğu bu hale getirdiniz, siz getirmişsiniz kusura bakmayın hiç.
Tütünspor diye bir futbol takımımız varmış sayenizde öğrendim ve üzüldüm. O da mı battı, sorması ayıp.?

Ya anlamıyorum ki bu ülkede mi sadece böyle bu işler yoksa her ülkede böyle yarım yamalak mı? Niye iki elinizde bir siki doğrultamıyorsunuz anlamıyorum anlamıyorum. 
Daha çok yolunuz var bu sigara yasağı konusunda çoook. 


-ay ay ay küpelerden de istiyorum ayrıca pof

13 Ocak 2011

Uyku Hijyeni


"Uyku Hijyeni" diye bir terim duydum ve paylaşmak istedim. Üstelik konulu.. Kendimden örnek vereceğim.
Öncelikle uyku hijyenini özetleyeyim:
Uykuya etki edecek her şeyinizi düzenlemekten bahsediyor bu terim ve bunun için yapılması gerekenler var. 
Erken yatıp erken kalkmak, her gün aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmak, uykudan önce kafeinli ve asitli içecekler içmemek, uykudan evvel yemek yememek, heyecanlanmamak, uykudan önce çok aşırı hareket etmemek, (ama) gün içinde günlük hareket ihtiyacınızı gidermek, odanıza giren ışığı ayarlamak, oda sıcaklığının çok uçlarda olmamasına dikkat etmek, sessiz ve mümkünse karanlık bir odada uyumak.

Kendimden örnekli kısma gelelim, -kendime de ders olsun diye alıyorum bu notları aslında-
Ben bir ay öncesine kadar uyku/uykusuzluk sorunu artık ne derseniz ondan yaşayan biriydim. Çok düzensizdi her şey. İki gün uykusuz kalıyordum nedensiz sebepsiz. Bazen 3 saat yeterken bazen 20 saat uyuyordum. Geceleri kesinlikle uyumuyor, gündüzleri şanslıysam uyuyabiliyordum. Bütün gün hareketsiz kalıp bütün gün yemek yemeden kahve ve kola ile hayatımı devam ettiriyordum. Bilgisayarımı hiçbir zaman kapatmazdım o uğultu her daim olurdu. Alakasız saatlerde kabus görüp uyandığım için de gece uyursam ışık açık olurdu. 
Bütün gün migren ile boğuşurdum, şiddetli migren nöbetlerim vardı.
Şimdi:
Erken kalkıp erken yatıyorum. Dengeyi bozmamaya çalışıyorum. Gece yatarken ışığı kapatıyorum (çünkü artık uykum bölünmüyor), bilgisayarımı da kapatıyorum, o iğrenç uğultusundan kurtulmuş olarak uyuyorum. Gün içinde yürüyebiliyorsam yürüyorum yürüyemezsem hoplayıp zıplıyorum en olmadı. Saatlerce bilgisayar başında oturmamaya çalışıyorum. Kahveyi azalttım. Yemeklerimi saatinde düzenli yemeye çalışıyorum. Gün içinde uyumamaya özen gösteriyorum. Bu yaptığım şey ne kadar doğru bilmiyorum ama sabahları uyanınca bir kupa yeşil çay içiyorum. Sindirime de yarıyormuş, sinirlere de. 
ve ilaçların da desteğiyle tabii bunu da belirteyim mucize uyku düzeni diye geçmesin. 
Migrenden şimdilik kurtuldum. 1 aydır şiddetli nöbet gelmedi. Çok gergin olmuyorum. Orta karar devam ediyorum.
Bilgilerinize efendim deneyin farkı görün derim ben.

8 Ocak 2011

Ai Ai Ai

KabaKulak'ın bir önceki yazıya yazdığı haşin yorumdan sonra hemen bir yazı yazma isteği uyandı bende. Yoo yoo korkmadım kulaklarının gazabından, öyle işte korkmadım dedim!!
Eve döndüm ben. Artık aylarca evden ayrılmak yok çünkü iyiyim. Lan allam, aklıma sürekli Ninja Kaplumbağalar'daki Beyin geliyor. Hiçbir şey değiliz de sikindirik bir beyin tarafından yönetiliyoruz sanki, hatta sankisi fazla oldu öyle öyle.. Yok ben duygusalım bilmem ne, o aslında duygusallık değil bilmem ne hormonu. Ben depresifim o aslında beynin sana soktuğu kazık falan fişman. Hayatım anlam kazandı yani.

Bu arada ben size Saliha'yı göstermemiştim. Saliha'yla beraber bir de özel bir şey göstereceğim. 
Witchie Of Stars'ın bana gönderdiği kart.




Bu aralar eşekten gidiyordum zaten blogda. Kardeşim bu vatandaşı yani Saliha'yı getirdi bana. Sonra da witchie bu kartı attı, rastlantı. Çocukluğumda da eşeğin yeri var aslında. Karakaçan diğer adı eşeğin, yolda karakaçan görünce illa durup bak bak diye izletilirdim. Hatta bindirilmeye çalışılmışlığım da var. Bir kere de binmişliğim var şimdi hatırladım. Fotoğraf makinemle çıktığımda çektiğim ilk hayvan eşekti mesela. Öyle işte..

Bir de ben dantel örüyorum. İnanmayacaksınız biliyorum ama ben ördüm ben ördüm:




Hatta örmeye devam ediyorum.

Bu arada asıl bomba haber Farmville.. Bıraktım oyunu. Engelledim gitti valla mis gibi oldu Facebook'um.
Ayt hayat çok zor..