Aslısın ile konuşurken aklıma düştü, neden yazmadığıma şaşırdım. Halbuki o dönemde sık sık yazı yazmıştım. Heh tamam şimdi hatırladım, blogu kapattığım döneme denk gelmişti bu olanların çoğu.
İki sene önce ücretli öğretmenlik yapmak zorunda kaldığım bir dönem olmuştu. Blog arşivinde ayrıntılar var. Bu dönemde çok şey öğrendim öğretmenlikle ilgili. Şüphelerimden arındım. Evet, öğretmenlerin durumu gerçekten içler acısı.. Çocuk teslim etmek için gözü karartmak lazım. Sırf o öğretmenlere çocuk teslim etmemek için çocuk yapılmaz o derece.
Köyde kalacak başka bir yer olmadığı için lojmanda kalacaktım ve bir ev arkadaşım olacaktı. Herkes düzenini kurmuş, kimi tek başına kalıyor yayla gibi evde kimi orada tanışıp evlenmiş, ev arkadaşı eziyetinden kurtulmuş. Bana da lojmanin en pis evinin en pis odası kalmış. Zaten ücretliyiz ya hani, kimsenin umurunda değilim.
Köye gittim, bütün apartman indi karşıladı, tanıştık bir benim salak ev arkadaşım çıkmadı evden. Yerleşirken mecburen çıktı yanımıza. Annemle tartıştı, neymiş efendim koridora halı serilmeyecekmiş, temizlemesi zor olurmuş. Uğraşma dedim anneme, bıraktık ama hanımefendinin derdi bununla bitmedi. Önce geldiği için evi kendi alanı saymış, mutfağa ocak koymuşmuş bu nedenle mutfağı o kullanacakmış. Yine uğraşmayın dedim anneme, çünkü tersim pistir uğraşırsam da anneme ters bir şey söylerse yaşı büyük falan demem indiririm yere, böyle de çirkefim.
Ortak kullanmamız gereken odayı mutfağım yaptım. Ama oda deyince yani pislik her yer. Döküntü bir kanepe var, yerler leş gibi, her yerden böcek fışkırıyor. Annemlere gelmeyin demiştim ama onlar gelmese kalacağım yeri düzeltmemin imkanı yoktu. Bir sene diye kandırdı zaten milli eğitim beni, köyde öğrendim bir dönem görev yapacağımı. Annemler olmasa sırf kandırıldığım için geri dönecektim. Şartları umurumda değildi ama salak yerine konmaya da tahammülüm yok.
Bir iki hafta sonu annemler ziyaret ettiler sürekli. Eksiklerimi getirdiler. Evde buzdolabı yoktu, annemler evdeki mini buzdolabını getirdiler, halılar kilimler perdeler.. Kaldığım oda bir şeye benzedi sonunda.
Ev arkadaşım olan denyo, 40-45 yaşlarında, açık öğretim işletme mezunu, kendini fakir olarak tanıtan ama sonradan öğrendim ki apartman sahibi, sorunlu bir kadındı.
Başta beni istemediği her halinden belli olan bu kadın, babamın beni arabayla köye bıraktığını görünce ne hikmetse bana yaranma çabasına girdi. Birkaç kez sayemde evden alınıp köye bırakıldı. Sonuncusunda babam çok hızlı gelince korktu bir daha gelemedi.
Kadın huysuz arkadaş, ev arkadaşı hayallerimi öldürdü resmen. Bir gün kulaklıkla müzik dinliyorum o rahatsız olmasın diye. Uyanmış kapıma geldi: "Müziğin sesini kısar mısın?" "Kulaklıkla dinliyorum zaten." "Geliyor o ses bana." "Peki" dedim kapattım. Ertesi gün anlaşıldı ki müzik sesi üst kattan geliyormuş. Boğasım geldi yeminle.
Bir gün banyoya giriyordum. "Delik tıkanıyor, saçlarına sahip çık." minvali bir şeyler söyledi. Alla alla dedim çünkü suyla beraber giden saçı nasıl durdurabileceğimi bilmiyordum, banyo boyunca bunu düşündüm. Sonra "Saçını atmadın değil mi deliğe?" dedi. "Hayır ben anlamıyorum ki akan suya elek mi tutayım nasıl tutayım ben o saçı?" Saçımı tarayıp tarağa gelen saçı deliğe attığımı sanmış salak, bunca eziyeti bundan çekmişim, kendisi yapıp deliği tıkamış sonra da beni uyarıyor. Ek bilgi delikte kapak yoktu.
Halıyı yanlış serdiği için üst kattaki erkek öğretmenleri çağırıp halının yönünü değiştirtti bu kadın. Hasta.!
Mutfakta yemek yapmama izin vermeyen bu kadın, babam buzdolabı getirdikten buzdolabını da benim yemek pişirdiğim alana koyduktan sonra pek bir cana yakın oldu. "İstediğin zaman kullanabilirsin sen de" demeye başladı. Salak kadının yüzünden o yattıktan sonra yemek yapıyordum. Ee yıkanacak sebzeler var mutfaktan başka yerde yıkamıyorum napiim. Her neyse işte, ihtiyacın olduğunda buzdolabını kullanabilirsin dedim. Yığdı ne var ne yok.. Kurban dönüşünde üst kattaki öğretmen kurban eti getirmiş herkese. Ben uyuyormuşum. İkimizin hakkını almış benim buzdolabına koymuş. Ben kırmızı et yemiyorum, hele kurban eti hiiiç. Sabah muhtemelen geç kalmışım ki buzdolabını açmadan okula gitmişim. Öğlen gelip dolabı bir açtım. Allaaah her yer kan revan içinde. Buzluktaki buzlar kıpkırmızı olmuş. Üstten alttaki sebzelerimin üzerine kadar buzdolabında ne var ne yok kıpkırmızı.. Bağırdım çağırdım artık, söylene söylene temizledim buzluğu. Yardım etmeye çalıştı, engel olmadım yapsın bana ne? O kadar bağırmak kesmedi beni, odama girip sinirden ağladım. Gitti sebzelerim meyvelerim ben yiyemedim öyle kanlı kanlı..
Kadın çıkarı olmadan hiçbir şey yapmıyor. İyiliğine bir şey yapayım düşüncesi yok kadında, haliyle bendeki duyguları da öldürdü. Normalde herkesin her işini elimden geldiğince hallederim ama salak yerine konmak insanı sinir ediyor. Plan hazırlama zamanı geldi, "Sen yazar mısın?" dedi. "Gel, yaz bende, sorun değil." dedim. Oflaya poflaya geldi, oturdu ama iki kelimeyi iki saatte yazıyor. Harfler silikmiş de ben yazar mıymışım? İğrencim ya, "yaz yaz alışırsın" dedim. Yarıda bıraktı gitti nihahaha..
Sırf kadınla karşılaşmamak için geceleri ayakta kalıp okula uykusuz gidip eve gelince uyumaya başladım. O uyurken ben uyanıyordum.
Bu kadar kötü niyetli bir insan olunca da nerede akrep varsa bunu buldu. Ben bir tane bile akrep görmedim ama 3 kez akreple burun buruna geldi.
Akrep çıkmadı bana ama benim başım da görünmeyenlerle dertteydi. Bir gün okula gideceğim evden çıkarken akrep korkusundan çizmeleri ters çevirdim. Anaaa çizmelerin birinden bir dolu su aktı. Sadece birinde bulaşık suyu gibi köpüklü bir su. Aktı desem ne yerde su var ne diğer çizmede. Sadece birinin içine su dolmuş. Kadına sordum bilmiyorum dedi, o da şaşırdı. Tabii şimdi tek şüpheli de o olunca panikledi. Onun yaptığını düşünmüyorum, kimse o kadar salak olamaz herhalde. Neyse aklım ermedi ama fazla da büyütmedim. Zaten dibimde mezarlık var, sabaha kadar köpekler uluyor. Olabilir böyle şeyler dedim.
Aradan biraz zaman geçti, köyde bakkal olmadığı için haftanın iki günü market arabası geliyor. Pazar günü ben uyurken gelmiş az kaldı yetişemiyordum, hızlıca çıkayım evden dedim. Pabuçlarımı giymemle coşmam bir oldu. Yine sadece birinde bolca kireç. Ne etrafta kireç var ne diğerinde. Boşalttım ama kireç bu, tamamen gitmedi. Çorabım kireç oldu. O bir şey değil, uzunca bir zaman kireçli kireçli giymek zorunda kaldım o ayakkabıyı. Olayı eski blogumda anlatmıştım.
Kaldığım yerin pisliğinden dolayı bir de enfeksiyon kapmıştım. Yüzümün bir tarafı komple şişti ama ne şişme. Dudaklarımın içinde baloncuklar oluştu, dudaklarımı kapatamıyordum. Köydeyim, doktor yok, vasıta yok bir yere kımıldayamıyorum. Yan komşunun evinden hastaneyi aradım. Doktor diştendir dedi eğer sabaha kadar inmezse görmemiz lazım dedi. İyi madem dedim. En uzun geceydi resmen. Sevdicek, sabaha kadar beni bekledi, ölmeyeyim diye. Adamcağız endişeden ölüyordu resmen. Halim yok ama yatamıyorum, yattığımda daha da şişiyor. Şansıma ertesi gün pazartesiydi, haftanın iki günü köyden ilçeye araç gidiyordu. Erkenden bindim gittim. Kaç saat yol sürdü bilmiyorum, hastaneye acilden girdim. Beni dinlemedi bile doktor, bastı 2 tane iğneyi, diş dedi yolladı. Diş hastanesine gittim, dişten olmadığını öğrendim. Başka bir hastaneye gittim. Sonunda biri akıl edip cildiyeye yolladı. Beni dinleselerdi ben en başından beri cildiye diyordum zaten. Gittim, bir sürü ilaç krem bilmem ne verdi. Bir hafta rapor verdi. Yatmadan uyu dedi. Dedi de dedi. Bu da köy anısı olarak kaldı.
Şunu da salak bir başka kadına yazmıştım. 3. sınıfın derslerine giriyordu kadın. Parmak kadar çocukları ödevlerini yapmadığı için dövüyordu. Onun sorunlu öğrencilerini bile ben sahiplenip kulübüme aldım ve sorunlarını azalttım. "Kalite ayrıntıda gizlidir." diye bir söz var ve ben onu pek severim. Öğretmenler odasında yüksek sesle konuşma, kocasını kıskanma, sen otururken başka yer yok gibi önüne oturma, koca kanepeye yayılma diğerlerini yere oturtma, sen öğrencilerinin oyununu videoya çekerken kendi öğrencilerini azarlayıp benim öğrencilerimi de korkutup videonun içine etme... Neleeeer neleeer...
Şöyle şeyler de oldu:
Öğrencilerle aram ise mükemmeldi. 2. sınıfların dersine giriyordum. Çocuklar ilk geldiğimde soru sorduğum zaman ağlıyorlardı. O kadar korkuyorlardı. Sonra beni eleştirmeye bile başladılar. Harika yetiştirdim. Ellerinden kitap düşmüyordu. Şiir yazıyor, beste yapıyorlardı.
Aramızda küçük bir sır olmuştu. Gececi olduğum için bazen zamanında uyanamıyordum. "Okula gelince benim camı tıklatın, aramızda sır olsun bu." dedim. Öyle sevindiler ki buna.. Her gün camımı tıklatmaya başladılar. Gözünü üç dört çocuğun kocaman gülümsemesiyle açmak harikaydı.
3 kız 2 erkek olmak üzere 5 öğrencim vardı. Oynamadığımız oyun kalmadı. Dersleri derseniz zehir gibi öğrendiler.
Başlarda ellerini yıkamayı, arkadaşlarıyla nasıl konuşmaları gerektiğini bile bilmiyorlardı. Hepsini öğrettim hepsini. Arkadaşlarıyla alay eden birilerini gördüklerinde hemen müdahale ediyorlardı. Diğer çocuklar benim öğrencileri kıskanıyorlardı hep. Çünkü biz birlikte öyle çok eğleniyorduk ki. Ee hangi öğretmen takım elbisesiyle yerden yüksek oynarken bağırırak okul duvarına zıplar değil mi ama?
Velilerle görüşmelerimizden de anladığım üzere verdiğim ödevleri yapmayan öğrencilere kızmama sadece nedenini ve nasılını düşünmelerini isteme yöntemim işe yarıyordu. "Bizim çocuk hiç ödev yapmazdı, ders çalışmazdı, şimdi kitap düşmüyor elinden." diyordu veliler. Sınıf kitaplığındaki bütün kitapları okudular resmen. Sırf bir tanesi bir dönemde 60 kitap okumuştu. Öylesine göstermelik de değil hani, zorlamıyordum çünkü. Gelip anlatıyorlardı okuduklarını belli etmek için.
Bir gün sınıfta tokamı bırakmışım, öğrenciler tokamı koklayıp "Mis gibi öğretmen kokuyor." demişler. Sonradan öğrendim.
Dönem sonunda benim öğrenciler iyice zıvanadan çıktı :) Son haftaydı, zil çaldı sınıfa girdim. Sıralarını kalorifere çekmiş, ayaklarını uzatmışlar hem ısınıyorlar hem de resim yapıyorlardı. "Öğretmenim, siz gidin öğretmenler odasında bir çay için, biz resim çalışıyoruz" dediler, beni kovdular sınıftan.
Bir keresinde de sadece bir teneffüste müzik kitabındaki bir şiiri besteleyip benim için hazırlamışlar. Sınıfa girer girmez birlikte söylediler.
Son bir iki gün kalmıştı, çok duygusallaşmıştım haliyle. Teneffüste oturmuş çocukları izliyordum. Öğrencilerim geldi, sırtımı sıvazladı biri "Üzülmeyin öğretmenim, siz gidince de seveceğiz biz sizi." dedi. Hepsi birden sarıldılar bana.
Şu duygu bambaşka bir duygu. Kıymetini bilmeden derse girip çıkan yapması gerekenin sadece yazılı kısmını yapan öğretmenlere ne desem bilemiyorum.
Devlet öğrenci sevgimi kullanıp ücretli kölelik yaptırmıyor olsa yine her şartta her yere gider yapardım görevimi ama işte, kendimi kullandırmak çok kötü.
Bu güzel anılarla kaldı öğretmenliğim. Bu da bana yetti..
Köyden:
Balkonum:
Kullanamadığım mutfak:
Koridor:
Başka bir şekilde kesinlikle yanından bile geçmeyeceğim tuvalet:İğrenç banyo: (askıdakiler ve diğerleri bana ait değil)
Mutfak olarak kullanmak zorunda kaldığım oda (yere serili olanlar da bana ait değil)
Odam: