26 Ağustos 2009

İki Babamdan Birini Kaybettim

Ölüm evet.
Aynı evde yaşadığım büyükbabamı kaybettim.

Hastaydı uzun zamandır, prostat kanseri onu çok yordu, hastalığı yendi ama kalp, şeker, tansiyon...
Son iki üç haftadır iyice hastalanmıştı. Tuvalete zor götürüyorduk. Cumartesiden beri geceleri bekledim, uyumadım hiç, seslenirse duyayım diye. Seslendi, koştum, kaldırdım zar zor tuvalete götürdüm, hep gülüyordu.

Son iki gündür yataktan da kalkamaz olmuştu. Ailem doktora götürmek istiyor ama ambulans ve dahası daha da yorar diye emin de olamıyordu. Doktorlar eve gelmiyorlardı. Salı günü artık tak etti kardeşimle, bana. Acildeki doktoru eve gelmeye ikna etmek için onunla konuşmaya hastaneye gittik. İkna ettik, arabaya bindik eve geldik, koşa koşa çıktım merdivenleri kapıyı anahtarla açtım, doktor, ben ve kardeşim içeri girdik, babam odadan dışarı çıktı ağlayarak, "Kaybettik" dedi. O an değişti birden her şey, karardı gözlerim.. Odaya nasıl girdiğimi bilmiyorum. Girdik, doktor muayene etti son kez. "Başınız sağ olsun" dedi, masmavi gözleri açıktı büyükbabamın, doktor kapattı gözlerini.
Öptüm hep büyükbabamı, eskisi gibi, öptüm yüzünü bir sürü, saçlarını okşadım uzun uzun. Yıkanıp kefenlenmek için götürülene kadar öptüm onu. Battaniyeye sardılar, götürdüler, ayakları açık kalmıştı, öptüm ayaklarını, üşümesin diye örttüm.

Tabutla geldi sonra. Saatlerce izledim o tabutu, içinde büyükbabamın olduğuna inanmadan izledim tabutu.

Saatler geçti öylece. Sabah oldu, ezanın ardından büyükbabamın öldüğünü söylediler yaşadığım ilçeye. İnanmadım.

Ertesi gün ilan verdiler, 4 kez söylendi büyükbabamın öldüğü.. haşmet'in büyükbabası dediler, inanmadım.

Öğlen oldu namaz için aldılar omuzlar üstünde gitti. Ben büyükbabamı okul için bile bırakmadım, hiç ayrılmadım onun yanından, gidemedim şimdi mi bırakacaktım hayır, o kalabalığın arkasından ben de gittim. Namazını izledim uzaktan. Sonra mezarlığa gittik. Babam mezarın içine girdi yerleştirdi büyükbabamı yerine, tahtalar koydu -ne zaman çürür acaba tahtalar hiç çürümese, toprakla kaplanmasa büyükbabamın üzeri-. Sonra babam çıktı mezardan büyükbabam yalnız kaldı orada. Üzerine toprak attı herkes.. Kapattılar büyükbabamın üzerini. Kapattılar. Gidemedim hiç, kalmak istedim. Ayrıldım sonra ben de diğerleri gibi, yalnız kaldı büyükbabam.

Eve geldim. Yatayım, uyuyayım hiç uyanmayayım dedim olmadı. Uyuyamadım. Kalktım migren nöbetimin başladığını fark ettim işte o an. Başımı eğdim yana, kaldıramadım, gözlerim şişmişti, kim görse beni, ne oldu sana dedi, neden böyle oldun..!? Anlayamıyordu kimse onu ne kadar sevdiğimi, benden eksilen şeyi.

O beni karşılıksız seven tek kişiydi. Tek kişi... Bir daha öyle biri olmayacak hayatımda. Kimse beni karşılıksız sevmedi, annem babam bile.

Eve biraz geç kaldığımda merak edip ağlayan biriydi büyükbabam. Onun o masmavi gözlerini arkamda bırakıp gidemedim hiçbir yere. Büyükbabam dedim, onun için kaldım dedim.

Büyükbabam öldü dediğimde insanlara anlatamıyorum aslında giden kişinin benim için anlamını. Herkesin büyükbabası gibi değildi o, değildi. Babamın senelerce varlık ile yokluk arasında bir yerde olduğunu bilmiyordu kimse, babamın bana yaşattıklarını, o eksiklikleri kapatan kişinin büyükbabam olduğunu, onu evde göremediğimde onu bulana kadar fır fır döndüğümü bilmiyor onlar. Yemek yediğimde sevinen, uyandığımda benden önce Günaydın diyen, yorulduğumda göğsünde dinlendiğim adamdı o. Elinden tutup çarşıya giderdik, elindeki paketleri alırdım. Hep de çikolata alırdı bana hep beni beslemek için bir şeylerle gelirdi. Başka bir şey yemiyorum diye ne görse alırdı ne görse.. Helva seviyorum diye helva alırdı. Babam sipariş ettiklerimi bile almazken büyükbabam neyin eksik olduğunu bilip alırdı. Harçlıksız bırakmazdı hiç, "Paran var mı kızım" diye sorardı, "Bir ihtiyacın var mı?"

Klişedir mesela beyaz gelinlikle göremedi derler. İnsan istiyor mesela Gloom'u yanımda görsün, bana iyi bakacağını gözleriyle görsün ona oğlum desin. Çocuğumuzu alsın kucağına, sevsin onu, öpsün koklasın. Bunları çok isterdim.

Öğretmen olduğumu görsün ve.. Ben nasıl küsmem şimdi her şeye. İlk maaşımla alırım size dediğim onca şey kaldı öylece. Yok..

Kuş tuttum sana der avcunun içini bir açardı: Çokoprens..

Oturduğu sandalye, eve gelişimi izlediği camın önündeki o koltuk, kol saati, dişleri, bastonu... Her şey yerli yerinde, bir o yok.

Ben şimdi bu evde onsuz ne yapacağım hiç bilmiyorum. Toparlanırım görünürde, yine kan tükürürüm de kızılcık şerbeti içtim derim, kimse anlamaz şu odada tek başıma yaşadıklarımı, bir ben bilirim bir de Allah.. Keşke ben de bilmesem keşke.. Hani geçer unutursun, alışırsın diyorlar ya, demesinler, "Sen bilemeyeceksin geçmediğini ama geçmeyecek bu." demek istiyorum diyemiyorum. Büyükbaba sizin için babanın babası ama benim için baba..

Babam, büyükbabam gittiğinden beri dimdik.. Korktum önce, ağlasın dedim, bağıra bağıra ağlasın. Büyükbabamı gömdükten sonra gitti mezarın başına, tek başına ağlamış. Büyüdü sanki iki günde, büyüdü babam. Babamın içkiyi bıraktığını gördü büyükbabam ben bir de bununla teselli buluyorum.

Babaannem.. Seviyorum babaannemi ama sadece yaşlılara duyduğum saygı ve sevgi, gerisi yok. Yani herhangi bir yaşlıyı da getirip koysalar onu da babaannemi sevdiğim kadar severim.
Büyükbabam, babaannemin yüzünden öldü. Ömrünü yedi büyükbabamın da.. Şimdi bekliyorum acısının yavaş yavaş, sindire sindire çıkmasını.. Büyük bir hazla seyredeceğim. Ben odamdan çıkmam, annem ev işlerine sarar, kardeşim okula gider, babam işte olur ve babaannem yıllardır ömrünü zehrettiği adamın yokluğunun ne demek olduğunu anlar, anlasın.

Melek gibi bir adamdı büyükbabam, bildiğin melek..

Ve ben neler öğrendim bu olaydan:
Bu yerde yaşayan iki arkadaşıma özellikle mesaj gönderdim. Biri sadece başın sağ olsun dedi, diğeri cevap bile vermedi. Okuldan iki arkadaşıma haber verdim aradılar baş sağlığı dilediler Allah razı olsun, küçük kara balık bol bol aradı, mr_cool mesajla baş sağlığı diledi. Gloom her daim yanımdaydı, nefesime kadar ilgilendi. Başka da yok.. Yok..
Cenazeme gelmeyen düğünüme de gelmesin arkadaş, yok yaşadığım bu yer benim için bitmiştir. Babamın bir sürü arkadaşı geldi, kardeşimin bir arkadaşı geldi, büyükbabamın arkadaşları geldi, akrabalar, komşular, öğle namazını kılan cemaat bir sürü kişi geldi ama benim arkadaşlarım gelmedi.

Ve büyükbabamın zamanında çok ciddi bir konuda yardım ettiği şoför, 1 kilometrelik yol için verdiği minibüse para aldı. Hem de fazla fazla.. Sorun değil para, mevzu para da değil ama böyle olması can yakıyormuş bunu gördüm.

Büyükbabam beni Gloom'a emanet etti sanki, buna inanıyorum ben. Keşke görebilseydi, keşke.

Ben şimdi burada gerçekten yalnızım işte.

Ve migren nöbeti...!!

22 Ağustos 2009

Converse Sana Ayağım Girsin!

Girsin valla girdi de zaten birkaç sene kadar ama yetti artık..

Anlatayım Converse serüvenimi kısaca. Malum Amerikan filmlerindeki şımarık çocukların (bunu yazarken yanlışlıkla Şımarıkan yazdım, Amerikan ve şımarık'ın birleşmiş hali, harikayım ben) ayağında görürdüm özentilik işte. İlkokulda istedim ama nasıl tarif edeceğimi de bilmiyordum o zamanlar, bir şeyden haberim yok tabii. Sonra liseye başladım, o zımbırtıların Converse olduğunu öğrendim. O zamanlar daha bu kadar ayağa düşmemişti. öff yine ayak dedim. Babamla bir mağazaya gittim, satıcı sağ olsun 100-200 arası bir fiyattan bahsetti oha dedim çüş.. Babama yazık, alt tarafı ayakkabı ve ben iki gün sonra sıkılırım zaten, ne gerek var. Aklım ayakkabılarda kaldı ayrıldım dükkandan.

Sonra bunların çakmaları çıktı piyasaya. Bende de ciddi bir marka düşmanlığının başladığı yıllardı. Aslında almayacaktım ama sırf ben giyersem birçok kişinin çakmaları utanıp sıkılmadan giyeceğini bildiğim için 20 liraya aldım bunlardan. Sonracığıma işte bu avatardaki yeşillerle iki üç sene idare ettim ben. Yeşillerimi seviyordum ama herkesin ayağında Converse görmekten sıkıldım, gerçi kimsede görmemiştim bu acayip yeşili ama olsun. Converseleri atmadım yeğene verdim, o giymeye devam ediyor. Bu saatten sonra da bana kimse bana Converse giydiremez.

Şimdi neye sardım, işte önce yaz kış kışlık bot giyiyordum ta ki babam çok sevdiğim botlarımı sobada yakana kadar. Sonra Converse işte. İki senedir de Adidas'ın Gazelle'inin çakmasını giyiyorum, 15 liraya almıştım pazardan.

Asıl değinmek istediğim şeyse şu:
Boru (dar) paça pantolonun altına giymeyin şu Converseleri nolur ama ya nolur. Palet gibi ayaklarınızla önümde, yanımda yürümeyin nolur, görmesin gözlerim sizi. Nereye saklanıyorsanız saklanın sıkıldım artık, iğrendim. Dar paça pantolonun altına Converse giyince ne kadar çirkin olduğunuzu biliyor musunuz? Zaten dar paça pantolon tek başına bile iğrenç bir de altına Converse çekince tam oluyor yani. Öğh.. Sokakta bir babet giyenlerden baygınlık geldi, bir de bu dar paça pantolon altı Converse giyenlerden..
Valla benden dost tavsiyesi, yaptığım araştırmaya göre erkeklerin %80'7'si kadınlarda, kadınların %90,1'i de erkeklerde bu görüntüyü itici buluyor. Beğenen kısmın çoğunluğu da zaten Emo..!!

Off ne kadar doluymuşum arkadaşım ben..

Hayır değiştirmeme kimse onay vermedi yoksa çoooktan değiştirmiştim ben bu avatarı. Of..!

21 Ağustos 2009

Vicdansız Sagopa

Kaç kişi benim kadar rezil olabilir merak ediyorum. Hemen taze taze bir örnekle ispatlayayım şapşallık durumumu:

"Bırakıp gitme dedim
beni terk etme dedim 
Sagopa çok bekledim
haber bile vermedin.
Vicdansızz Saaaaaaaaagooooopaaaaa..
Saaaaaaaaaaaaaaagooooooopaa
Sagooopaaa.."


Tamamen yanlışlıkla oldu tamamen..
Sagopa Abimiz başımızın tacı, biriciğimiz.. :)
Böyle söylüyordum birden çıktı biber süreceğim ağzıma söz.

Eciş bücüş: Benden önce Fuat yapmış bunu ama benden duymadığı ne malum.?! Hem zaten benimkisi sevgiden ve tamamen yanlışlıkla oldu. Hıh..!!

19 Ağustos 2009

Uğur Polat


Ergen aşklarımdan biri de Uğur Polat'tır efenim. Bu adam aşık oldu mu, dünyanın en tatlı, en seksi, en muhteşem erkeği olur. Bir Erkeğin Anatomisi, Bir Kadının Anatomisi, Yeditepe İstanbul, geçen sene kısa bir süre ekranda kalan Beni Unutma dizisi, sonracığıma dandik bir TV filmi olan Beni Unutma... Off off çok sevimli ama değil mi? Bugüne kadar gördüğüm en harika aşıktır efenim kendileri. Henüz ondan daha iyisini izlemedim ben.
Seviyoruz özeti bu işte.. 61 doğumlu yalnız, hey maşallah..

16 Ağustos 2009

Kadının Adı Yok

1987 senesinde çekilmiş bir film. Film malumunuz Duygu Asena'nın Kadının Adı Yok adlı kitabından sinemaya uyarlanmış. Kitabı okumalı. Kadının Adı Yok adlı kitap 87 senesinde yayımlandı ve satış rekorları kırdı yalnız her gün yaşanan benzer olayları görmezden gelenlerden beklenen bir şekilde 88 senesinde kitap Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından müstehcen bulunup yasaklandı. İki yıl süren davadan sonra kitabın tekrar yayımlanmasına izin verildi. Aynı yıl da işte Atıf Yılmaz bu filmi çekti. Film de izlenme rekorları kırdı. Ahanda o film:




Michael Jackson


Videoları izlenerek orgazma ulaşılabilecek bir adam.
Çocukluğumdan beri hastasıydım da işte gitti bir gün. Bizim televizyonda işte uydu muydu yoktu o zamanlar, dandik televizyon kanallarında da bulamıyordum doğru düzgün klip. Smooth Criminal'ın klibini bir iki kere yakalamış ve kendimi şanslı saymıştım. Merdivenden inişi, dansları of off çok seksi gelmişti o zamanlar bile, manyak bir çocuktum malum.

Kliplerini peş peşe izleyince içim bir hoş oluyor o denli bayılıyorum.

Ben mesela Murat Boz gelse bakmam yüzüne öyle de burnu havada biriyim ama ölmeden önce gelseydi elinde çiçekle "Gel Pippi" deseydi "Evimin kadını, çocuklarımın anası ol." Evet der giderdim peşinden. Öyle etkileyici buluyorum. Çocuksuluğunu, duygusallığını seviyorum. Ölmedi ki o cidden. Seviyorum ben hâlâ, gidişi engel değil sevgime, hayır yani yaşadığında da her gün gördüğüm bir adam değildi sonuçta, ha ölmüş ha yaşıyor ben eskileri izleyerek de aşkımı tazeleyebiliyorum. Öyle işte..
Klibi izleyince tekrar tekrar bir hoş oldum anaaam, yavrum benim be..!

12 Ağustos 2009

Zavallı Mona Lisa


Kadının biri çıldırıp Mona Lisa'ya saldırmış.

FriendFeed'in canı can da blogun canı patlıcan mı, burada da paylaşırım arkadaş alla alla..!!

11 Ağustos 2009

Çocukları Bana Musallat Eden Yüce Rabbim


Azıcık insaf ya..!!

Şimdi benim kuzenin bir kızı var. Bizde şu an ama neyse ki ona uzak bir mekanım var odam ve kapısı kilitli çok şükür.
O doğduğunda ben ergenlik çağındaydım düşünüyorum ama yok ben böyle değildim cidden değildim. Bu kadar ukala bir şey görmedim. Seviyorum ama ne zaman, öğrenmeye çalıştığı zaman...
Benim giysilerimi giyiyor izinsiz alıp gidiyor, tokalarım... Hatta birkaç sene önce mor ruj bulmak zordu yani istediğim tonda bulamıyordum, sevinerek aldım, odamdan gizlice almış götürmüş, ara tara bulamadım artık ümidi kesmiştim ki yine bize geldiği bir gün "Anne, sana ruj süreyim gel" diye annesinin peşinden koşarken gördüm bitmek üzere olan rujumu..
Bir de şimdi boyu uzuyor. "Hala bak ben sana yaklaştım", "Halam kadar oldu boyum" Bunu ilk söylediğinde umursamamıştım ama günde en iyimser rakamı veriyorum 10 kez söylüyor, kimse de kızım salak mısın demiyor delirmek üzereyim.
Bir de ben ukalalığa tahammül edemeyen biriyim, hayır laf sokarım gayet de güzel olur oturur aşağı susar ama işler bildiğiniz gibi değil. Bunun babaannesi benim bir zamanlar hayattaki en sevdiğim insandı, anamdan babamdan yakındı bana. Ben bu ergenliğe yaklaşan çocuğu bozsam şimdi "pippi, kıskandı" diyecekler. Ki artık itiraf ediyorum bu zatın babaannesini de eskisi kadar sevmiyorum. Kendimden başka yar olmaz diye düşünerek içime kapandım. Bir de Gloom var işte, kendi ailemizi kurduk bile biz. Hiçbir akrabayı istemiyorum.

Şimdi benim çocuğum da böyle olacak diye korkuyorum, ben çocuğumu böyle yetiştirmeyeceğim için tabii bu olasılık düşük ama yaşıtlarıyla fazla muhatap olursa durum ne olur bilmiyorum. Bir de kendime not:
Kızım pippi, azıcık aşım ağrısız başım de, çocuğu bakıcıya, anneanneye/babaanneye bırakma madem çocuk yapacaksınız oturun bakın işte. Mal olur yoksa çocuk.

Gloom ve ben gayet güzel yetiştiririz ama düşünemiyorum anneme bıraktığım çocuğu. Zavallı yavrum benim gibi paranoyak, salak bir şey olur.
İlerde hatırlarım inşallah bunu.

Bir de lisede bir öğretmen anlatmıştı. Bunlar karı-koca İngilizce öğretmeni. Şapşal bir çocukları olmuştu, bir keresinde bana tokat attı severken -bana da noluyorsa ne diye sevdiysem elin veledini-.. Neyse işte bunlar evde çocuğa İngilizce öğretiyorlarmış, çocuk daha minicikken hem de. Babaannesine teslim etmişler yine bir gün. Çocuk sabahtan akşama kadar "water water"diye ağlamış. Babaannesi İngilizce bilmediği için akşam olup da bu çok ileri zekalı öğretmen çift gelene kadar çocuk susuz kalmış. Buradan alınacak ders çocuğuna İngilizce öğretiyorsan babaanneye de öğret.. Değil tabii çocuğu ona buna emanet etme..
Evet yine nerden nereye geldik ayh..

9 Ağustos 2009

Kafam Kadar Çekirge


Tabii çekirge mi yoksa başka bir yaratık mı tam olarak bilemiyorum ama kafam kadar olduğu kesin. Bir ses duydum,rakıda balık olmuş bir kuş cama çarptı sandım meğer perdeye bu yaratık konmuş. Öyle işte..
Yukarıda da doğal hayatının biraz berisine kaçmış gerzek bir çekirge görüyorsunuz. Perde desenini çiçek sanmış olabilir. Zavallım "Cennete düştüm lan Sabrettin..!" nidaları atarken yakalanıp doğal hayata geri gönderildi.

7 Ağustos 2009

Biber Hapı

Bir arkadaşın yazısında gördüğüm aşağıdaki cümleyi nasıl okudum dersiniz?

"Ablam kilo vermek için biber hapı kullanmaya başladı."

Ben söyleyeyim hemen..

"Ablam kilo vermek için biber gazı kullanmaya başladı."

4 Ağustos 2009

Umut Kurt


Bu zatı şahaneyi ilk önce Hatırla Sevgili'de görmüştüm sanırım. Sonrasında Beynelmilel'de izledim. Sonra Düğün Şarkıcısı diye bir dizide rastladım, sonra Yol Arkadaşım'da gördüm.
BKM kadrosundaymış bir ara ama şimdilerde nerededir bilmiyorum, öğrendiğime göre Ezgi Mola'nın sevgilisiymiş ama şu an birlikteler mi onu da bilmiyorum.

Bu adamda bir şey var.. Her rolün üstesinden geliyor, büyülüyor beni. Kadın kılığına da girse, mafya babası da olsa harika. Üstelik sesi çok etkileyici.
Öyle işte dibim düşüyor izlerken. Dönem içinde izleyemediğim önemli bir dizi, Yol Arkadaşım. Her sabah tekrarlarını izliyorum. Dün sabahki bölümde gördüm ve yine içim gitti. Ah dedim nasıl ergen aşklarıma eklemedim Umut Kurt'u.. Nitekim işte sizlerle..
Hayatımın allak bullak olduğu şu günlerde böyle erkekleri izlemek fena olmuyor hani..
Öhöm neyse gittim.

3 Ağustos 2009

Başlamak Lazım

Fakültede aynı sınıfta okuduğum ve 40 kişi içinden sevdiğim 4 kişiden biri olan canım, ciğerim arkadaşım bana gelmeye karar vermiş, yola çıkarken aradı. O yoldayken öğrendim işte KPSS sonucunu. O gelene kadar ağladım ağladım ağladım. O gelmese çok daha kötü şeyler olacaktı akşam biliyorum, o kurtardı beni. Fotoğraflarımıza baktık, videoları izledik, dertleştik uzun uzun. Bitmemişti her şey, daha konuşulacak şeyler vardı ama gitti. Özledim bile.

Düşünüyorum, neyi eksik yaptım diye. Yok bu sefer eksik bir şey yapmadım. İş bulmuştum herkesin isteyebileceği bir işti ama benim mesleğim öğretmenlik, önceliğim bu olmalı dedim ve bir risk aldım. İşten ayrıldım KPSS çalışmak için. Pişman mıyım biraz ama iş yerinde gördüğüm muameleyi düşününce içim serinliyor işin aslı.

Şimdilerde en büyük derdim ailem. Her zaman bana destek olmaya çalıştıklarını biliyorum ama bu sefer pek içten gelmedi nedense. Yüzüme söyledikleri bir şey yok ama sanki içten içe benden nefret ediyorlar -bana öyle geliyor muhtemelen-. Annem "Fırın al bana" diyor dalga geçer gibi. Cebimdeki para 1,25 lira. Evet tüm param bu. Oradan buradan otlanmaktan bıktım. Param olduğu zamanlarda herkesin her ihtiyacını karşılardım, hiç şikayet etmeden. Şimdi bana nazlanarak para veriyorlar o da kırk yılda bir. Şimdi bir de odamdan dışarı çıkmamama taktılar kafayı. Sürekli bu konuşuluyor evde. Sınavı da kazanamadım ya, evlenmem lazım artık. Ama ben odamda hapis olduğum sürece gerizekalı koca adayları beni göremez ya dertleri o. Dışarı çıkmaya kalktığım zaman, nereye gidiyorsun, kiminle görüşeceksin, ne zaman geleceksin, çok oyalanma diyen sağlıksız ebeveynlerim sanki değişen bir şey varmış gibi dışarı çık, ne biçim kızsın sen, insanın hiç arkadaşı olmaz mı, asosyalsin sen diye bikbikliyorlar. Odamdan dışarı çıkıp babaannemin çok sesli monologlarını dinlesem daha sağlıklı olacağımı düşünüyorlar. En son nokta da şu oldu interneti kapatmakla tehdit edildim bu sabah. İnternetim kapatılırsa yine çok dürüstçe söylüyorum ki intihara yaklaşırım. Bu evde nefes almak zaten zor, Gloom'la evlenmemiz şu an için uzak, başka bir şehirde bir yerlere gitmeme izin yok, kafası basan arkadaşım yok, dışarı çıksam rastladığım herkes KPSS noldu, üzülme deyip eskinin kıskanılan pippi'sine böcek muamelesi yapacaklar biliyorum. İstemiyorum, hayır istesem de kimsem yok zaten görüşebileceğim. İnternetim kapatılırsa çok geçmez gidişim. Bunu da söylüyorum dürüstçe, ne olacaksa olsun artık der giderim. Nefes alamıyorum çünkü.. Neyse ağlamadan bu yazıyı bitirmem lazım benim.

Herkesten utandım birkaç gün. En çok da Gloom'dan. Ayrılmayı bile düşündüm ona verdiğim sözü tutamamış gibi hissettim sanırım kendimi bilmiyorum. Ben başarısızım ben beceriksizim demeler başladı. Aynaya bakıp kendime hakaret ettim uzun uzun. Düşündüm sonra hayır ben bunu hak etmedim. Sonra dürüst olmaya karar verdim ve düşüncelerim şöyle şimdi:

Ben öğretmenlikten daha iyi işler yapabilecek biriyim. Başka alanlarda çok daha başarılı olup kariyer sahibi bile olabilirim. Öğretmenliği isteme nedenim, çocuklarımdı. Çocuklarım -kimileri öğrenciler der- için çalışacaktım, onlara edebiyatı, kitabı sevdirecektim. Konuşmayı öğretecektim onlara. Fakülteye gittiklerinde tahtada ıkınıp sıkınan öğrenciler yerine, düşündüklerini düzgün cümlelerle ifade edebilen, saygılı, bilgili, estetik sahibi öğrenciler olacaklardı. Bir kitap alırken rengine, kapağına göre değil, içeriğine, yazarına göre alacaklardı, okuyup yorumlayacaklardı. Bir şair çıkacaktı aralarından, bir yazar, bir ressam, bir karikatürist, bir bakırcı... Olmadı.. Ben öğretmenliği kendim için istemedim hiçbir zaman. Hatta öğretmenliği seçmem beni engelleyen bir şeydi. Yaptığım asıl işte sorun yaşamama neden olabilecek bir meslekti öğretmenlik. Ben öğretmen olmayı sonuna kadar hak ettim ama sorun benim öğretmen olamamam değil, Milli Eğitim'in öğretmen alma stratejisi..
Ve evet pes ettim. Artık öğretmen olmak istemiyorum. Özel okullarda öğretmenlik yapamaz mıyım yaparım, ama bir devlet okulunun önünden geçerken içim cız eder, vicdan azabı çekerim. O öğrencilerin şiirden, edebiyattan az buçuk bile anlayan öğretmenleri yok çünkü. Hatta edebiyatı bırakalım basit dil kurallarını bilmiyor onların öğretmenleri. Nedeni eğitim fakültelerinin yetersizliği ve bunun üstüne bir de MEB'nın öğretmen atama stratejisi. Kendi arkadaşlarımdan biliyorum, kimseyi yargılamak ya da uzanamadığım ciğere mundar demek değil bu. Çok sevdiğim arkadaşlarımdan birisi mesela, ilk sene 85 alıp başladı öğretmenliğe hem de çekim eki ile yapım ekini ayıramamasına rağmen.. Şimdi bu arkadaşın yetiştirdiği öğrencilerin böyle yetilerinin olmasını beklemek aptallık olur.
Artık öğretmenlik defteri bitti gözüyle bakıyorum. Bilmiyorum hayat bu, bakarsınız ikinci üçüncü atamalarda şansım yaver gider göreve başlarım, belki açlıktan ağzım kokmasın diye bir dershanede iş bulurum.
Ama asıl yapmak istediğim işler başka, bakalım bulabilecek miyim?
Her türlü öneriye açığım şu sıralar. İzmir'de özellikle, geçinebilecek kadar maaşı olan bir öğretmenlik olursa ne mutlu bana, branşım Türkçe. Başka şehirlerde de olur önemli olan bir şekilde kalacak yer ayarlayabilmem.

Bunların dışında internet sitelerinde de görev alabilirim, yöneticilik, editörlük her türlü her şey olabilir. Davetiye tasarlarım, sakız içi maniler yazarım aklınıza gelen yaratıcılığa dayanan her türlü işi yapabilirim.

Blogumda reklam da yayınlama ihtimalim var. İki üç kuruş girebilir cebime. Kadın pedi, alkol, kitap buna benzer reklam tekliflerine açığım.

Gördüğünüz gibi kafam allak bullak bir yolunu bulmam lazım yoksa burada yapabileceğim tek şey dikiş nakış kursuna gitmek. Küçümsemiyorum mecbur kalırsam onu da severek yaparım, eskiden takılar yapardım, dikiş dikerdim, dantel örerdim ne zamandır yapmadım ama yapabilirim. Çarşaf kenarını ucuza örebilirim, isteyen varsa çeyizlerinize her türlü dantel örülür. Atkı da örebilirim. Öyle işte.

Çoğunuz bilmez ama FriendFeed'den tanıdığım biri var: Müge Cerman. Ona iki kelam etmek istiyorum, içimde kalmasın istediğim için. Başlarda neden bu kadar sevildiğini anlayamamıştım Müge Cerman'ın, sonra sonra ben FF'e alıştıkça tanımaya başladım kendisini. Gerçekten internet üzerinde bir anne adeta. Sınav sonucunu öğrendiğimde çocuk gibi ilgilenilsin benimle istedim, tüm dünya dursun ve bana üzülsün herkes istedim. Klasik "Geçer geçer, üzülme" değil, yüzümü güldürecek bir şeyler bekledim insanlardan. Burada beni okuyup sevdiğini söyleyen insanlardan, FF'e bir derdi olduğunda elimden bir şey gelmese bile yüzünü güldürmeye çalıştığım insanlardan. Ama öyle olmadı. Blog arkadaşlarım sağ olsunlar malum yazıya yorum yazarak bana destek olmaya çalıştılar ama FF içinde öyle bir şey olmadı. Sadece azıcık ilgiydi istediğim, toparlanırdım nasılsa ama hızlandırılabilirdi bu. Müge Cerman işte öyle bir zamanda beni mutlu eden tek kişiydi orada. Sarılıp ağlamak istiyorum kaç gündür ona. Bambaşka bir sevgi besliyorum artık ona karşı. O üzüldüğünde önceden de çırpınıyordum ama bu sevgi içimde o kadar büyük ki şimdi onun için her şeyi yapabilirim gibi geliyor. Bambaşka bir insan o, kesinlikle öyle. İnsanlar kötü malum, yalakalık derler diye oraya yazamıyorum bunları durum bu işte. Her şey için çok teşekkür ediyorum kendisine.
Merak edenler için sitesi: http://www.mugecerman.com/

Hem KPSS çalışırken hem de KPSS sonrasında yalnız bırakmayan herkese isim isim saymak zor ama başta sevgilim Gloom'a, blog arkadaşlığının ötesinde sevgisini her zaman hissettiren ve her daim aklımda olan Papatya Prenses'e, benimle aynı duyguları yaşadığını bildiğim Kırmızılı'ya, yorum yazmasa da oralarda bir yerde olduğunu bildiğim Ivır Zıvır'a ve hayatımın bütün bulutlu zamanlarında güneş gibi doğan, beni sesinden mahrum etmeyen Küçük Kara Balık'a çok teşekkür ediyorum. Çok seviyorum sizi.

Tutmayın beni ağliciiim.. Çok duygusallık bizi bozar değil mi, Gergin Abi ;)