5 Mayıs 2010

6 Mayıs 1972

Hıdırellez kutlamaları 72'den beri buruk. 
Şimdi şuraya bir sürü cümle yazdım ve hepsini sildim, manasız geldi birden. 6 Mayıs..
Deniz, Yusuf, Hüseyin.. 


Darağacında Üç Fidan'dan alıntı:
  "Aylardan mayıstı. Günlerden Mayıs'ın 6'sı. -Hıdırellez- günü diye yazıyor takvimler, -Alaçam, Samsun, Geyikaşan Hıdırellez günü... Karacabey, Bursa Hıdırellez şenlikleri...- Halkın her yıl sevgili gibi karşıladığı bir gün. Dargınların barıştığı, çocukların, canlıların, doğanın şenlendiği, armağanlar alınıp verildiği bir gün.
Yerleşmiş İslam geleneğine göre Hıdır ve İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan gün. İnanışa göre ölümsüzlüğe erişmiş bu iki peygamberin buluşmaları, kutlanarak anılır. (...) 
Hüseyin babasını düşünüyordu odada, Hıdır'dı babasının adı, Hıdır İnan. Aylardan mayıstı. Günlerden Mayıs'ın 6'sı. İnanışa göre ölümsüz peygamber Hıdır baba baharın muştulayıcısıdır. Bastığı yerde güller açılır, bülbüller ötüşmeye başlar, baharın bereketi hissedilir... O gün şarkılar söyleme günüdür. Kızlar evliliğe niyet tutar. Hastaların iyileşme umudu dirilir, tazelenir. Canlıların canı yakılmaz. Karıncaların bile incinmesinden sakınılır. İyilik günüdür Mayıs'ın 6'sı. Hıdırellez, halkın günüdür.. "
Aslında elimde olsa kitabın ilgili bölümünün tamamını yayınlayacağım ama bu emek verenlere saygısızlık olur. Bu yüzden bu kadarını alıntıladım ama lütfen okuyunuz bu ve buna benzer kitapları. 
Sadece buna ek olarak mektupları alıntılıyorum:


Deniz'in Son Mektubu
"Baba,
  Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne hadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum, insanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler, önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektedir. Bu nedenle, ben erken gitmeyi normal karşılıyorum, ve kaldı ki, benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın, oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonununun da bu olduğunu biliyordu, seninle düşüncelerimiz ayrı, ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye'de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya
da bildireceğim. Ankara'da 1969'da ölen arkadaşım Taylan Özgür'ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul'a götürmeye kalkma, annemi teselli etmek sana düşüyor, kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum, kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum, bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir, son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.
  Oğlun DENİZ GEZMİŞ"

Yusuf'un Son Mektubu:
  "Sevgili Babacığım...
Bu mektubu aldığın zaman ben ebediyen bu dünyadan göç etmiş olacağım. Ne kadar sarsılacağını tahmin ediyorum. Bir buçuk seneden beri benim yüzümden nasıl üzüntü içinde olduğunuz malum. Bu son olayı da metanetle karşılamanızı sadece dileyebiliyorum.
  Babacığım, bu olayda da annemin ve Yücel'in senin tesellilerine
ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bunun için ne kadar metin olursan, hem senin sağlığın için, hem de onlar için o
kadar iyi olur. Elbette ki, yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğulun, birgünde öldürülmesi kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat siz benim ne için, kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum.
  Babacığım, annemin ve Yücel'in senin desteklerine muhtaç olduklarını yukarda söylemiştim. Onları rahat ettirmek için bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım burada şunu ilave edeyim ki, Yücel'in hastalığından kendimi sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da kuşkum yok. Ablamlar için söyleyeceğim fazla üzülmesinler. Olayın sarsıntıları geçtikten sonra normal hayatlarını devam ettirsinler. Mehtap'a ne diyeyim... Benim için her zaman bol bol öpün.
  Babacığım cezaevinde kalan arkadaşları arasıra yoklarsan, hallerini, hatırlarını sorarsan çok memnun olurum. Her biri oğlun sayılır. Dışarda bizler için uğraşan dostlarımı ve dostlarını hiçbir zaman unutmayacağını biliyorum.
  Mektubum burada biterken sizi, annemi, Yücel'i, ablamı, Aziz ağabeyi, Mehtab'ı hasretle kucaklarım babacığım... Sağlıcakla kalın.
  HOŞÇAKALIN
  T. Yusuf Aslan"

Hüseyin'in Son Mektubu:

  "Babama, Anneme, Kardeşlerime ve yakın arkadaşlarıma,
Söyleyecek fazla söz bulamıyorum.
Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç bildiğiniz sebeblerden dolayı erken karşıma çıktı. Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum. İleride durumu çok daha yakından anlayacağınız inancındayım. Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız.
 Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar, sevgiler!..
Yazılacak çok şey var, fakat hem mümkün değil, hem de sırası değil...
Candan selamlar...
  Hüseyin İnan"

Hacı, Beri Bak


Şu görüntüleri gördükten sonra, hâlâ bu işte bir art niyet olmadığını düşünen var mıdır acep?


Hangi yasanın kabulünde böyle bir sevinç görüldü, şimdi bu sevincin asıl nedeni nedir.? 
Artık şaşıramıyorum bile, iyice mal olduk hepimiz "Hee iyi aman ne olacak biz mi kurduk ki devleti, kuranlar nasılsa ölüp gitmişler, şimdi kim ne yaparsa yapsın yeter ki bize bulaşmasın." İyi iyi, aç karna dolaşıyoruz, hepimiz işsiziz, işli olanlar borç batağında. Uğraşamıyoruz biz evet, aç karna çalışmıyor kafamız. 


-Parti kapatılmalarına karşıyım amma velakin şu durum da bana ahlaki gelmiyor. Kapatılma ihtimali olan bir parti kapatılmamak için çalışıyor üstelik bunu inkar ediyor. Gülünç bence ama onlar açısından düşününce fırsat değerlendirme tabii. Demokrasi böyle bir şey işte, ne deseler haklılar. (!)

ph Ağaç Sularkene

Annem bugün benden bir şey istedi. Her gün yeni bir şeyle geliyor. Vaktim geçiyormuş evlenmem gerekiyormuş falan işte, kaç senedir aynı terane. Becerip de evlendiremedi ki benim suçum ne..
Neyse işte, "Git, bahçeyi sula" dedi, tutuşturdu elime hortumu. O ağaç senin bu maydanoz benim dolaşırken ve üstümü başımı ıslarken bizim köpeği de ıslattım gıcıklığına. O ıslanmayı sevmiyor pek, yıkanmıyor cünüp geziyor hep. Sonracığıma "Aaaa, ne güzel bir ağaçsın sen, gel seni de sulayayım" dedim ve ağaç büyük diye yarım saat kadar suladım onu, yıkadım duruladım falan. Sonra neden sonra dallarına bakmak geldi aklıma. Bir baktım, aaa boş.. Dal mal yok, yok yok mal var, o ben oluyorum. Meğer budanmışmış ağaç, kel kalmış. 
Ne bileyim ama ben gözü yükseklerde olan biri değilim ki, bakmamışım yukarı alla alla..
Gövdesi uzunsa benim kabahatim ne şimdi hı?
Öyle işte, bu da böyle bir anımdı.
Unutalım gitsin bence.