7 Kasım 2011

Bindik Bir Alamete


Arkadaşlarım sayesinde iki iş görüşmesi ayarlayıp evdekilerle canhıraş mücadele edip İstanbul'a gittim. Gittim ama yine saçma sapan şeyler beni buldu. Otobüse bindim güzel güzel. Önce "O koltuğu boş verin biz size şunu verelim" dediler, "Peki çiftleri birbirinden ayırmayayım madem." deyip tekli koltuğa geçtim. Geçmez olaydım, iyilik yapayım dedim burnumdan geldi. Cici cici gidecektim güya ama daha şehirden bile çıkmadan ön koltuğuma bir "şey" oturdu. Tam olarak ne oturdu bilemiyorum. Kendine fazla güvenen tın tın kadınlardan biri.. O binerken yüzümün şekli 9gag'lık bir foto olurdu, kimse yakalayamadı sanırım. 
Arkadaş, bir insan parfümü anca üzerine dökerse bu kadar kokar, yeminle başka türlü yakalanmaz o koku. Parfüm de her yerde satılan yalama olmuş iğrençlikte bir koku. Nasılsa alışırım dedim ama ne mümkün, başıma ağrı girdi kokunun keskinliğinden. Bir de uyumaz mı bu? Dürtüp "Ben de uyusam mesela yıkansanız şuralarda" desem olmaz, korkarım ben carlıyor hemen herkes.
Mola oldu, hanımefendi daha uyuyor. İndim otobüsten bir sigara içeyim dedim. Çakmağımı ararken muavin sigaramı yakmak istedi, normalde kabul etmem böyle bir şeyi ama aklımda kötülük var ya kabul ettim:
-Şey, siz bu otobüsün muavinisiniz değil mi?
-Evet
-Ya bir şey desem size, ön koltuğumdaki kadın çok pis kokuyor. Gözünüzü seveyim bir çare bulun şu işe, migrenim tuttu, yolculuk zehir oldu. 
-Kolonyalı mendil versem?
-Valla bilmiyorum, yıkasak daha güzel olur ama kolonyalı mendil yöntemini deneyebiliriz belki.

Evet, seviyeli bir kullanma eyleminden sonra mola bitti ve yolculuğa başladık. Otobüs hareket eder etmez, 5-6 tane ıslak mendil verdi muavin bana. Hanımın koltuğunun bana bakan tarafını bir güzel sildim. Köşelerine de mendil sıkıştırdım. İyi insan muavin, diğer muavine de anlatmış durumu. Tam orta kapının orada oturuyorum, adam her geçişinde elime kolonya dökmeye başladı. Abartmıyorum, yolculuğun ikinci yarısı boyunca her 15 dk'da bir kolonya döktüler elime. Sohbet etmeye çalışıyor bir yandan, ben de kolonyadan mahrum kalmamak adına:
- Evet evet migreni tetikliyor keskin kokular. He demek sizde de sinüzit var tüh tüh evet baş ağrısı zor bir şeydir. 
gibi default cevaplarla inene kadar oyaladım bunları..
Anca inince kurtuldum o iğrenç kokudan. 

İş için görüşmeler var ama ben "Parfüm kokusundan uyuyamadım, başım da ağrıyor" dersem "Hımm demek öyle, güzel güzel.." deyip beni geri gönderirlerdi. Ertesi gün sabahın köründe kalktım. Hemen erken saatte sözleştiğim yere gittim. Eğlendik, güldük, güzeldi. 
İkincisine gittim akabinde. Bulana kadar heba oldum. Hep merak ettiğim bir yerdi, gördüm, soruları cevapladım. Döndüm. 

Bu işlere alışkın değilim. 3 sene içinde devlette çalıştım sadece. İş görüşmesi, özgeçmiş nedir bilmeyen insan hoop görüşmeye gidiyor. Bu nedenle pek hoşlandığımı söyleyemem durumumdan. Eleştirdiğim, hoşlanmadığım için vazgeçtiğim şeylerin benden beklenilmesi gibi garip durumlar yaşadım, aslında yaşamadım ama hissettim diyelim. 

O günden sonra benim İstanbul'a yerleşme durumum söz konusu oldu. Kardeşim beni istemedi desem ayıp olacak biliyorum ama anlatmasam da olmaz sanki. İlk bir iki ay eve çıkamayacağım haliyle ve kardeşimin iki arkadaşıyla beraber kaldığı evde kalma çabasındaydım. Tabii gerekli görüşmeleri yapacak, kabul etmezlerse seçenekler oluşturacaktım kendime. Diğerleri bir şey demezken kardeşim bariz istemedi beni. "Sen yapamazsın İstanbul'da, tanımadığın insanla eve mi çıkacaksın, geçinemezsin, ...." gibi bildiğim bahaneler sundu. Ailem de benzer bahaneler sunmuştu zaten. Benimle dertleri ne anlamıyorum. Kardeşim gitti, eve çıktı, işsiz kaldı, aileden destek aldı, kimi zaman almadan idare etti, kimse ona "Yapamazsın" demedi. Benimle dertlerini çözebilmiş değilim. Bir tek neden geliyor aklıma, fazla taviz vermiş olmam. Kalpleri kırılmasın, annedir babadır ayıp olur gibi gibi... Beceriksizim onların gözünde. 
Kardeşim beni istemeyince kalbim çok kırıldı ve sıçayım böyle işin içine diyerek eve dönmeye karar verdim. Herkes soruyor "Ne oldu birden, neden dönüyorsun?" Anlatamıyorum ki, utandım doğruyu söylemeye, geçiştirdim: "İstanbul'dan ürktüm, yapamayacağıma karar verdim."
Akşam, evdeki diğer kızlar "Gel sen istediğin kadar kal bizde" dediler, "Bu evden çıkman için iyi bir fırsat." gibi gibi yüreklendirici bir şeyler söylediler. Onlar öyle deyince kardeşim de "Heh ben de onu diyordum." dedi. Evet, öyle demiş hıımm. (Zaten bedava da kalmayacağım, maaşı alınca normal ücret neyse ödeyeceğim.)

Bilet aldım, atladım geldim eve ama yine yolculuk yine yolculuk. İki yolculukta toplam 5-6 kez İncir Reçeli'ne maruz kaldım. Otobüsteki film listesine eklemişler. Yan koltuklardan görüyorum, öndekilerden yansıyor derken bir dolu sahnesini izledim mecburen. İkinci yolculukta akıllanıp sabaha kadar kendi seçtiğim filmleri izledim, gözlerimi camlardan kaçıra kaçıra. 

Bavulumu topladım, iki gün sonra gidiyorum İstanbul'a.. İçimde bir sıkıntı var, dört günde alıştım eve sanırım. Yollar, erken kalkmalar, egolar korkutuyor beni ama yapacak bir şey yok. Hayata çıkmam lazım artık, geç bile kaldım. 

97A'larda, 97T'lerde görüşürüz.