"Sir Walter Raleigh, edebiyat öğretiminin anlamsızlığa yöneldiğini söylerdi hep. Durumun önemini gereğince göstermemiştir. Edebiyat öğretimi çoğunluk yönelmenin de ötesinde, en gülünç anlamsızlığa paldır küldür dalar. Söz gelimi, öğrencilerin tüm dünyanın onayıyla önemsizlikleri saptanan yazarları incelemeye ömürlerinin aylarını, yıllarını vermeye zorlanmaları çok anlamsızdır. İyi yazarların yapıtlarının önemsiz yönleri üstünde öğrencilerin aylarını, yıllarını harcamaları da eş ölçüde anlamsızdır. Dünyanın değişik üniversitelerinde her yıl üretilen binlerce tezin çoğu tümüyle yararsızdır. Ancak edebiyat öğretimi, önemsiz bir konu üzerine ayrıntılı tezlerin yanı sıra daha başka canavarca anlamsızlıklar da ortaya çıkarır. Uzmanlaşmaya yönelik öğrenime genellikle daha az öğrenci isteklidir. Her doktoralıya karşılık üniversite diplomalı yüzlerce kişi vardır. Bu kişiler başkalarından aktarılma, kullanılmış birazcık bilgiyi, çokça da başkalarının edebiyat eleştirilerini azar azar sunarak diplomalarını, derecelerini alırlar. Eleştiri biçimleri değişir, adaylar da çetin sınavları dönemlerinde üniversite çevresinde moda olan yargıları, düşünceleri yutup kusabilmelidirler. Edebiyat sınavlarında, başka şeylerin yanı sıra, o anda nasılsa doğru sayılan formülü bilenler başarı kazanırlar."
"Ustalık, psikolojik doyum getirir. Ustaların toplumu da durumlarından hoşnut bireylerin oluşturduğu bir toplumdur. Durumlarından hoşnut bireylerin oluşturduğu toplum ise doyurucu, yıkılmaz bir toplum olma eğilimindedir."
"Bir dönemin yaşantısını en iyi o dönemin sanatı anlatır, bu sanatın kendisi de gerçekte o dönemin bir anlatımıdır. Halkın hoşuna giden popüler sanatın bulunduğu yerde, insanların yaşantıları da temelde duygusal yönden kabadır. Sanayileşmiş toplumlarımızda halkın hoşuna giden sanatlar eşi görülmemiş bir kabalık taşır. (...) Aslında, sanatın büyük çoğunluğu ya kötü ya da ilgisizdir. Kaçınılmaz bir gerçektir bu. Sanatta yetenek çok az görülen doğal bir olaydır; bundan ötürü iyi sanata da çok az rastlanır. Kişisel yeteneğin yerini yalnızca -ki bu da en iyi durumda yarımdır- iyi bir sanat geleneği tutar. Böylece az yetenekliler de iyi yapıtlar ortaya koyabilirler."
"Kent nüfusunun aşırı derecede artışının psikolojik bir etkisi vardır, bunu da en iyi şöyle özetleyebilirim: Tüm kentleşme belirli bir noktanın ötesine itildiğinde kendiliğinden yörekentleşmeye dönüşür. Küçük bir kentte yaşayanlar kentteki tüm eylemlere katılabilirler, yetiştikleri yeri tek bir canlı birim olarak deneyleriyle tanıyabilirler. Büyük bir kent deneylerle bilinemez, tanınamaz, yaşantısı da bireylerin katılamayacağı ölçüde türlü türlüdür. Her büyük kent bir yörekentler toplumudur. Burada yaşayanlar kentte yaşamanın üstünlüklerinden yararlanmaksızın kırsal bölgede yaşamanın yararlarından da yoksun kalmışlardır. Çünkü, kentlerde yaşamamakta sadece içinde oturmaktadırlar. Görüşleri ne köye özgüdür ne de kente, yörekente özgüdür. Deneylere göre de yörekente özgü görüş, sanat geleneklerini kolaylıkla geliştirebilecek bereketli bir toprak değildir."
"Halk sanatı çoğunlukla sıkıcı ya da önemsizdir; ancak hiçbir zaman kaba değildir, bunun nedeni de açıktır. Köylüler önce paradan, sonra da kabalığın, görmemişliğin özünü oluşturan aşırılıklara ulaşmak için gerekli teknik beceriden yoksundurlar. Kabalık hep bolluk içindekilerle iyi eğitilmişlerin ayrıcalığındadır. Yaşam düzeyinin yükselmesi kabalığı da artırmıştır. Dünya tarihinde ilk kez küçük burjuvalar ile proleterlerin küçük bir bölümü önceleri egemen sınıfa özgü lükse kavuşabilmişlerdir. Bu lüksün içinde sanatta kabalık da göze çarpar."
"Reklamcılık sanatı demokrasiyle birlikte gelmiştir. Sanayi ile ticaretin efendileri, giderek dünyanın özgür kişilerine başvurmada en doğru yolun dostça, dürüstçe kişi-kişiye anlatım türü olduğunu anladılar. Abartma ve aşırılığın gerçekte kazanç sağlamadığını, şarlatanlığın hiç değilse içtenlikle yapılması gerektiğini kavradılar. Halka güvendiler, dalkavukluğun her türüyle de anlatış yeteneğine başvurdular. Sanatın tekniği o zamana dek görülmemiş bir biçimde birden bire güçleşmiş, bugüne dek reklam daha da önce de belirttiğimce çağdaş yazın türlerinin en ilginçlerinden, en güçlerinden birisi olarak süregelmiştir. İçerdiği gücün daha yarısı bile tümüyle anlaşılamamış, ortaya çıkarılamamıştır. Çoğu Amerikan dergisinde en ilginç, kimi durumlarda da okunabilen tek şey reklamlardır. Gelecekte neler saklı acaba?"
"Anlatılamayanın anlatılması gerektiğinde, Shakespeare kalemini bırakıp müziğe dönmüştür. Ya müzik de başarısız kalırsa? Evet, işte o zaman sessizlik vardır hep sığınılacak. Çünkü her zaman, her yerde sessizliktir arta kalan, sessizliktir her şeyin ötesi."
"Şurasında burasında böylesi hurma ağaçları, adaları bulunan bir çölde Musevilik ile Müslümanlık'ın ortaya çıkması, bir vaha gördükten sonra beni çok şaşırtmıştır. Böylesine bir yörede, doğallıkla düşünebileceğim din soyut tek tanrıcılık değil, yeşil, büyüyen doğanın güçlerine hayranlık, yaşama hayranlık olacaktı. Bence vahada Pan'a, Büyük Ana'ya tapma hemen umarsız bir dürüstlükle kutlanmalıdır. Su perileri ile ağaç perilerinin burada tutkulu bir gönül borçluluğu duyularak karşılanması gerekir. Çölde ben Yunan mitolojisini türetirdim kesinlikle Yahudiler ve Araplar Yahweh ile Allah'ı buldular. Tuhaf geliyor bu bana."
"Turistlerin yakın ve keskin gözlemcileri küçükler, bu ilginç varlıkların ırkları üzerine önemli psikolojik bulgulara varmışlardır. Anlamışlardır ki, yabancılar, özellikle yabancı kadınların yaşlıcaları hayvanlara akıl almaz bir sevecenlik gösteriyorlar. Nefta'nın küçük çocukları ivedilikle bu bulguyu düzenli bir şekilde sömürmüşlerdir. Sık sık gözlemleme olanağı bulduğumuz yöntemleri ise yalın ve etkiliydi. Otelin önünde küçük bir zorba çetesi sürekli gözcülük yapıyordu. Balkonlardan birinde bir turist göründüğünde, çocukların başı hemen kolaylıkla para atılacak bir yakınlığa koşar. Bir yerlerden bir kuş -saka kuşuna benzer parlak renkli küçük bir yaratık- ortaya çıkarır. Yukarıdaki turiste gülümseyerek ödülünü gösterir. Yarım yamalak Fransızcasıyla "oiseau" der. Kuşun canlı olduğu turiste anlatıldıktan sonra küçük oğlan bir hokkabazın abartılmış davranışlarıyla kuşun boynunu burarak öldürüyormuşcasına, ayaklarını, kanatlarını çekiyormuşcasına, tüylerini yoluyormuşcasına bir şeyler yapar. Yufka yürekli turist için dayanılmaz bir görünümdür bu korkutucu pandomim. "Lâche la bête. Je te donne dix sous." Bırakılan kuş kırpılmış kanatlarının izin verdiği ölçüde beceriksizce kanat çırparak uzaklaşır. Beklenen paralar atılmış, göz kapayıp açıncaya dek de toplanmıştır. Küçük oğlanlar güçsüzce çırpınan gelir kaynaklarını yeniden yakalamak için sevinçle koşuşup dağılırlar. Yaşlı bir İngiliz bayanın tek bir kuşu on kez yinelenen özgürlüğe kavuşturma sürecinde küçük bir servet ödediğini gördükten sonra, bizim için bırakılan kuşlara karşı yüreklerimizi katılaştırdık. Küçük oğlanlar büyük bir özenle düzenlenmiş gaddarlık gösterilerini sürdürdüler. Soğukkanlılıkla izledik onları. Gerçekten de gördük ki kurbanlarını incitmiyorlardı hiçbir zaman. Bir kuş öldürülemeyecek ölçüde değerliydi onlar için, açıktı bu; turist mevsiminde saka kuşları altın yumurta yumurtluyordu. Bunun da ötesinde bu küçükler gerçekten çok tatlı oğlanlardı, kuşlarını da çok seviyorlardı. Oyunlarına kanmadığımızı, kurtarma ücreti ödemeyeceğimizi anladıklarında da gülerek baktılar bize, kin gütmeksizin, onların suç ortaklarıymışız gibi, sonra da kuşlarını özenle sakladılar."
"İslam eğitimi görmüş bir Arapla konuşmak sofu on dördüncü yüzyıl Avrupalısıyla konuşmaya benzer. Doğal her olayı en son nedene -Tanrıya- bağlarlar. Olayların o andaki nedenleri - nasıl oluştukları- üzerine en küçük bir ilgi duymadıkları görülür. Gerçekte, hemen o andaki kaçınılmaz nedenleri tanımazlar, böyle bir şey yoktur onlar için: her şeyden doğrudan Tanrı sorumludur. 'Yağmur yağacak mı dersiniz?' diye, tepedeki korkutucu bulutları göstererek sorarsınız. 'Tanrıya kalmış'tır yanıt. Yerel bir hastaneden geçersiniz. 'Doktorlar iyi midir?' 'Doktorlar boşunadır deriz biz ülkemizde' diye karşılık verir. Arap, Salamon'un ağırbaşlılığyla 'Allah yazdıysa, ölür insan. Allah isterse de iyileşir.'"