24 Ağustos 2010

24.08.2009




"Ölüm evet.
Aynı evde yaşadığım büyükbabamı kaybettim.
Hastaydı uzun zamandır, prostat kanseri onu çok yordu, hastalığı yendi ama kalp, şeker, tansiyon...
Son iki üç haftadır iyice hastalanmıştı. Tuvalete zor götürüyorduk. Cumartesiden beri geceleri bekledim, uyumadım hiç, seslenirse duyayım diye. Seslendi, koştum, kaldırdım zar zor tuvalete götürdüm, hep gülüyordu.
Son iki gündür yataktan da kalkamaz olmuştu. Ailem doktora götürmek istiyor ama ambulans ve dahası daha da yorar diye emin de olamıyordu. Doktorlar eve gelmiyorlardı. Salı günü artık tak etti kardeşimle, bana. Acildeki doktoru eve gelmeye ikna etmek için onunla konuşmaya hastaneye gittik. İkna ettik, arabaya bindik eve geldik, koşa koşa çıktım merdivenleri kapıyı anahtarla açtım, doktor, ben ve kardeşim içeri girdik, babam odadan dışarı çıktı ağlayarak, "Kaybettik" dedi. O an değişti birden her şey, karardı gözlerim.. Odaya nasıl girdiğimi bilmiyorum. Girdik, doktor muayene etti son kez. "Başınız sağ olsun" dedi, masmavi gözleri açıktı büyükbabamın, doktor kapattı gözlerini.
Hastaneye gitmeden önce "Nereye gidiyorsunuz beni bırakıp?" der gibi baktı büyükbabam. "Geleceğiz" dedim. "Hemen geleceğiz." Elimden tuttu beni kendine çekti, yüzümü okşadı, ben de öptüm onu. Gözleriyle takip etti beni ben odadan çıkana kadar. Bilmiyordum tabii, aklıma bile gelmemişti, "son bakış" olduğunu bilmiyordum bunun.
Öptüm hep büyükbabamı, eskisi gibi, öptüm yüzünü bir sürü, saçlarını okşadım uzun uzun. Yıkanıp kefenlenmek için götürülene kadar öptüm onu. Battaniyeye sardılar, götürdüler, ayakları açık kalmıştı, öptüm ayaklarını, üşümesin diye örttüm.
Tabutla geldi sonra. Saatlerce izledim o tabutu, içinde büyükbabamın olduğuna inanmadan izledim tabutu.
Saatler geçti öylece. Sabah oldu, ezanın ardından büyükbabamın öldüğünü söylediler yaşadığım ilçeye. İnanmadım.
Köpeğimiz var bizim, adı Efe. Büyükbabam çok severdi Efe'yi, çok iyi anlaşırlardı. Aslında büyükbabamın sevmediği biri de yoktu ki. Efe'nin yanına inip büyükbabamın öldüğünü söyledim. Ağladı saatlerce. Gerçekten ağladı. Ben beni anladığından şüphe ediyordum ama anlıyormuş işte, cümlem biter bitmez ağlamaya başladı. Büyükbabamın tabutunun olduğu odadaki pencerenin altına geldi, büyükbabam gidene kadar ağladı. Herkes hayret etti, kimse inanamadı. 
İlan verdiler, 4 kez söylendi büyükbabamın öldüğü, yine inanmadım. Hep başka gidişleri dinlerdik, bizim başımıza gelmez sanarak dinlemişiz meğer.
Öğlen oldu namaz için aldılar omuzlar üstünde gitti. Ben büyükbabamı okul için bile bırakmadım, hiç ayrılmadım onun yanından, gidemedim, şimdi mi bırakacaktım, hayır, o kalabalığın arkasından ben de gittim. Namazını izledim uzaktan. Sonra mezarlığa gittik. Babam mezarın içine girdi yerleştirdi büyükbabamı yerine, tahtalar koydu -ne zaman çürür acaba tahtalar hiç çürümese, toprakla kaplanmasa büyükbabamın üzeri-. Sonra babam çıktı mezardan büyükbabam yalnız kaldı orada. Üzerine toprak attı herkes.. Kapattılar büyükbabamın üzerini. Kapattılar. Gidemedim hiç, kalmak istedim. Ayrıldım sonra ben de diğerleri gibi, yalnız kaldı büyükbabam.
Eve geldim. Yatayım, uyuyayım hiç uyanmayayım dedim olmadı. Uyuyamadım. Kalktım migren nöbetimin başladığını fark ettim işte o an. Başımı eğdim yana, kaldıramadım, gözlerim şişmişti, kim görse beni, ne oldu sana dedi, neden böyle oldun..!? Anlayamıyordu kimse onu ne kadar sevdiğimi, benden eksilen şeyi.
O beni karşılıksız seven tek kişiydi. Tek kişi... Bir daha öyle biri olmayacak hayatımda. Kimse beni karşılıksız sevmedi, annem babam bile.
Eve biraz geç kaldığımda merak edip ağlayan biriydi büyükbabam. Onun o masmavi gözlerini arkamda bırakıp gidemedim hiçbir yere. Büyükbabam dedim, onun için kaldım dedim.
Büyükbabam öldü dediğimde insanlara anlatamıyorum aslında giden kişinin benim için anlamını. Herkesin büyükbabası gibi değildi o, değildi. Babamın senelerce varlık ile yokluk arasında bir yerde olduğunu bilmiyordu kimse, babamın bana yaşattıklarını, o eksiklikleri kapatan kişinin büyükbabam olduğunu, onu evde göremediğimde onu bulana kadar fır fır döndüğümü bilmiyor onlar. Yemek yediğimde sevinen, uyandığımda benden önce Günaydın diyen, yorulduğumda göğsünde dinlendiğim adamdı o. Elinden tutup çarşıya giderdik, elindeki paketleri alırdım. Hep de çikolata alırdı bana, hep beni beslemek için bir şeylerle gelirdi. Başka bir şey yemiyorum diye ne görse alırdı ne görse.. Helva seviyorum diye helva alırdı. Babam sipariş ettiklerimi bile almazken büyükbabam neyin eksik olduğunu bilip alırdı. Harçlıksız bırakmazdı hiç, "Paran var mı kızım" diye sorardı, "Bir ihtiyacın var mı?". Kendi battaniyesini bana örterdi, ben ne zaman uzansam kanepeye, getirirdi o battaniyeyi, bilirdim gelirdi o battaniye. Sırtım kaşınırdı mesela, annem babam bile ilgilenmezdi ama büyükbabam çağırırdı hemen yanına, bıkmadan, ben tamam diyene kadar kaşırdı sırtımı. 
Klişedir mesela beyaz gelinlikle göremedi derler. İnsan istiyor mesela evlendiğim adamı yanımda görsün, bana iyi bakacağını gözleriyle görsün ona oğlum desin. Çocuğumuzu alsın kucağına, sevsin onu, öpsün koklasın. Bunları çok isterdim.
Öğretmen olduğumu görsün ve.. Ben nasıl küsmem şimdi her şeye. İlk maaşımla alırım size dediğim onca şey kaldı öylece. Yok..
Kuş tuttum sana der avcunun içini bir açardı: Çokoprens..
Oturduğu sandalye, eve gelişimi izlediği camın önündeki o koltuk, kol saati, dişleri, bastonu... Her şey yerli yerinde, bir o yok.
Ben şimdi bu evde onsuz ne yapacağım hiç bilmiyorum. Toparlanırım görünürde, yine kan tükürürüm de kızılcık şerbeti içtim derim, kimse anlamaz şu odada tek başıma yaşadıklarımı, bir ben bilirim bir de Allah.. Keşke ben de bilmesem keşke.. Hani geçer unutursun, alışırsın diyorlar ya, demesinler, "Sen bilemeyeceksin geçmediğini ama geçmeyecek bu." demek istiyorum diyemiyorum. Büyükbaba sizin için babanın babası ama benim için baba..
Babam, büyükbabam gittiğinden beri dimdik.. Korktum önce, ağlasın dedim, bağıra bağıra ağlasın. Büyükbabamı gömdükten sonra gitti mezarın başına, tek başına ağlamış. Büyüdü sanki iki günde, büyüdü babam. Babamın alkolü bıraktığını gördü büyükbabam ben bir de bununla teselli buluyorum.
Babaannem.. Seviyorum babaannemi ama sadece yaşlılara duyduğum saygı ve sevgi, gerisi yok. Yani herhangi bir yaşlıyı da getirip koysalar onu da babaannemi sevdiğim kadar severim.
Büyükbabam, babaannemin yüzünden öldü. Ömrünü yedi büyükbabamın da.. Şimdi bekliyorum acısının yavaş yavaş, sindire sindire çıkmasını.. Büyük bir hazla seyredeceğim. Ben odamdan çıkmam, annem ev işlerine sarar, kardeşim okula gider, babam işte olur ve babaannem yıllardır ömrünü zehrettiği adamın yokluğunun ne demek olduğunu anlar, anlasın.
Melek gibi bir adamdı büyükbabam, bildiğin melek..
Ben şimdi burada gerçekten yalnızım işte."

***
Geçen sene yazmıştım bu yazıyı. 
Siz gideli bir sene oldu büyükbaba. Bir sene oldu..
Kolay değildi, hiç kolay değildi. Gittiniz ya siz, bu ev de bitti sizin gidişinizle birlikte. Anlatacak çok şeyim var hepsinden bahsedeceğim.

Siz gittiniz. Ben şaşırdım, gerçek bir şaşkınlık. Adımı sorsalar düşünüyordum adım ne diye, iki haftam böyle geçti. Yokluğunuzun "gerçek" acısını ilk kez eniştemle torununu izlerken, daha siz gideli birkaç gün olmuşken yaşadım. Torunu geldi eniştemin yanına "Dede sırtımı kaşı" dedi. Bu cümleyle ağladım ben, eniştem torununun sırtını kaşırken ben ağlıyordum. Artık siz yoktunuz, anladım.
Sonra evde kalamayacağıma karar verdim zaten. Hemen dilekçe verdim ve ücretli öğretmenliğe başladım, uzak bir köyde. Daha yoldayken anladım, insanın kendinde olan bir şeyden kaçamayacağını. Minibüste size benzeyen bir amca vardı, aslında herkes size ne kadar benziyor, bunu zaman ilerledikçe gördüm. Amcanın elleri sizin elleriniz gibi tombik tombikti, kırmızıydı, saçları aynı sizin saçlarınız gibiydi. Yolda bir yerde mola vermiştik, bizi minibüste bekletti, alışkınım ama ben, hiç kızmadım. Aynı sizin gibi elinde ekmekle döndü minibüse. 
Göreve başladım ama her şey o kadar yeniydi ki, her gün ağlıyordum, hep bir şey çıkıyordu karşıma sizi hatırlatacak. Aslında başka bir şeye bile gerek yok, unutmak istemiyordum da zaten hiçbir şeyi. Bir gün yan dairedeki öğretmen mevlit okutacakmış, beni de çağırdı. Zaten 5 kişiyiz gideyim dedim. Dayandım dayandım dayandım ama sonra kaçtım oradan koşarak. Ağlarken bağırabildiğimi siz gittikten sonra gördüm. 
Gittikten bir iki hafta sonra yüzüm şişti ve rapor alıp eve gelmek zorunda kaldım. Oturma odasının kapısını açmak için elimi uzattım ve o kapı açma gibi kısa bir anda "yaşasın, şimdi büyükbabam sarılır bana kocaman.." diye düşünüp kapıyı açtım, gerçekten unutmuşum büyükbabamın öldüğünü. Kimseye bir şey diyemedim ama yeniden yıkıldım. Oturma odasındaki yeriniz boştu.
Sonra bir de geçenlerde komşumuzun dükkanına gittim, sohbet için. Bir amca geldi. O kadar güler yüzlüydü ki aynı sizin gibi. Saatini çıkardı, pil taktırmak istedi. Aynı sizin gibi o da saatine düşkün biriymiş. Sonra yanıma oturdu. "Sabah lazım oluyor, kolumda olması iyi oluyor hemen kalkıyorum" dedi gülerek. O kadar güler yüzlüydü ki.. Ben yine ağladım tutamadım kendimi, yine kimse görmedi neyse ki. 

Bir de rüyalar.. Beni hiç ihmal etmediniz, evde herkes kıskanıyor beni. Kimsenin rüyasına gelmemişsiniz ama hemen hemen her hafta görüyorum sizi. En başta ölmediğinizi aslında her şeyin yanlış anlaşıldığını görüyordum sonra bana destek olmaya başladınız. En son mesela kpss sonuçlarını öğrendiğim gece yanıma yatıp saçımı okşadınız. Hatta ertesi gün sizi ziyarete gelmiştim de başıma bir sürü iş açmıştım. 
O gün de anlattım bir sürü şeyi aslında. Aile karman çorman oldu büyükbaba. Halamın torunu babamı bir sürü borca soktu, ödeyemecek de sanırım. En son bizim eve gelecekler gibi geliyor. Bu ev bizim için çok değerli. Sizin anneniz babanız burada yaşadı, siz burada yaşadınız babam burada büyüdü ben burada büyüdüm. Bir sürü anımız var değil mi büyükbaba? Korkularım var işte. Aslında benim çocukluğumdan beri en büyük korkum sizi kaybetmekti. Büyükbabam ölürse ne yaparım, büyükbabam giderse ne yaparım.. Ve sonra oldu işte... Kendimi bu duruma hazırlamamış olmasam mümkün değildi, kalıp yaşamaya devam etmem. Ben aslında ilk ne zaman düşündüm ölebileceğinizi, o zaman beşinci sınıftaydım sanırım. Bana silgi almıştınız, turkuazdı, bir tarafı silgi bir tarafı fırçaydı. Onu kullanmama kararı almıştım, bir gün büyükbabam giderse buna bana hatıra kalsın demiştim. Neden böyle der bir çocuk bilmiyorum ama iyi ki de demişim. İyi ki de başıma gelmez diye düşünüp boş beleş yaşamamışım. 

Babam alkole başladı yine. Öyle eskisi kadar olmuyor aslında ama bir gün eve 5'te geldi, tam ben onu aramak için ayakkabılarımı giyerken... Eve elinden geleni yapıyor, alıyor ediyor ama sizin kadar değil gerçekten. Ne kadar çabalasa da sizin gibi olamayacak biliyorum. Bunu o da biliyor belki.. Hep bir şeyler eksik evde. Domates olsa peynir yok, peynir olsa zeytin yok. Bana özel bir şeyler de almıyor. Siz bana mekik ekmek alırdınız, ekmek arası yapayım diye ama almıyor babam, köy ekmeği yiyecekmişim. Un kokuyor hep.

Hamakta sallanamıyorum ben, denedim aslında ama olmuyor. Geçen sene ben hamakta sallanırken gelip beni izlediğiniz aklıma geliyor. Hatta oturduğunuz sandalyenin yeri bile aynı. Gözüm hep oraya gidiyor. El sallaşacakmışız gibi geliyor yine.
Bazen orada burada büyükbabasıyla tavla oynadıklarını söyleyenler oluyor. Kıskanıyorum. Biz de oynardık değil mi büyükbaba? Bütün o terimleri öğrenecektim güya. Hiçbirini öğrenemedim, zaten artık bir anlamı da yok.

Bayram gelecek yine. Nefret ediyorum bayramlardan. Elini öpeceğim bir büyükbabam yok. Meğer bayram sadece büyükbabamın elini öpmekmiş benim için. Sizsiz bayramlarda erken de kalkmadım hiç, anlamı yok ki.. Kravatını takıp beni bekleyen bir büyükbabam yok. Hiç hiçbir şeyin anlamı yok..
O kravatınız bende, güneş gözlüğünüz bende.. Saklıyorum, saklayacağım. Bana aldığınız o ışıklı çakmağı da saklıyorum, sizden kalan her şeyi saklıyorum.

Daha bir sürü şey var aslında ama...
Alışamadım büyükbaba, bu evde siz olmadan yaşamaya alışamadım. Alışamayacağım da.!
Sizi çok seviyorum! Çok seviyorum sizi.!