20 Ocak 2011

Ana Tanrıça Şeytan

Ana Tanrıça Şeytan'ın önsözünde, araştırmacı kadın olmaktan şöyle bahseder Elvin Azar Süzer:
"Araştırmacı yazarlık, zeki bir katil tarafından işlenmiş bir cinayeti inceleyerek, suçluyu bulmaya benzer. Kişiler ve olaylar önünüzde saf saf durmaktadır; görüntüde her şey normal, herkes suçsuzdur. Oysa ortada bir ceset olduğuna göre kişilerden biri yalan söylüyor, kendini suçsuz olarak göstermeyi başarıyordur. Sizin göreviniz ise elinizdeki ipuçlarını değerlendirerek onu deşifre etmek ve cinayet işleyerek elde ettiği kazanımını ondan alarak gerçek sahibine geri vermektir. Bu sonuç, yüklü bir miras da olabilir, insandan sömürülecek metafizik enerji de!
Dedektif, olabildiğince çok kişi ile konuşmalıdır; böylelikle açık veren bir ilmek yakalamayı planlar. Araştırmacı yazar ise mümkün olduğu kadar çok şey okumalıdır. Yorucu, bezdirici, yalnızlık dolu saatler boyu okumak... Bu okuma sürecinde bir an gelir bir bilgi zerresi bin yıllar öncesinde bilinç altına tıkılsa da, enkarnasyon safhalarında ruhu hiç bırakmadan varlığını koruyabilmiş olan bir bilgi zerresi, bilinç düzeyine sızacak bir yol bulur ve araştırmacıya gerçeği fısıldar. Gerçekte hücrenin kilitlerini açıp, kapıyı aralayan ve bilgiyi özgür kılan araştırmacının okuyarak elde ettiği yeni bilgilerdir. 
Böylece bir ışık yanar beyninizde; içinizden "Her şey ne açıkmış, ben nasıl görememişim bunu?" diye yakınır, yitirdiğiniz onca zamana acırsınız. Önünüzde, daha önceden güçsüzlüğünüz nedeniyle girmeye çekindiğiniz bilinmezlik ve sırlar ormanı hala eskisi gibi ürkünç dursa da, artık elinizde size güç veren bir silah, ya da sizi saldırılardan koruyacak bir kalkan vardır.
Sırlar/Gerçekler ormanına, içinde gizlediğine emin olduğunuz ipuçlarını elde etmek için hemen dalmak istersiniz... Saatlerle, günlerle içinden çıkmadan her yanını gezip görmeyi, bilmeyi, öğrenmeyi özlersiniz. Oysa mutfakta, haşlanmış lahanalar dolma yapılmak üzere sarılmak, kocanızın sakallarıyla tıkanmış lavabo gırtlağı ise musluk suyunu geri kusmamak için sizi bekliyordur! Yağmurlu bir günde "iştiyak ve vuslat"ın doruğunda iken yataktan çıkıp işe gitmek benzeri bir zevk(!) içinde mutfağınıza girer, kahvaltı yumurtasını sahan yerine bulaşık süngerinin üzerine kırar, kirli tabakları bulaşık makinesi yerine buzdolabına koyarsınız!
Zamansızlık... Varlığını dost ve eşinize asla kanıtlayamadığınız düşmanınız hep sizinle sevdiklerinizin arasına girer. Bir yazar hele ki araştırmacı yazarsanız tüm yaşamınız "Bütün gün evde değil misin? eee?" diye serzenişte bulunan dostlarınızı gizli düşmanınızın varlığına inandırma uğraşıyla doludur artık.
Bu hır gür arasında araştırmanızı sonuçlandırır, bir kitap oluşumunda öğrenmek isteyenlere sunarsınız. Oysa sosyal görevlerinize yine de layıkıyla dönemezsiniz: çünkü çalışma odanızdan dışarı her adım atışınızda o katilin yeni cinayetler işlemekte olduğunu yeniden görmüş, bir kez daha kendinizi dedektiflik işinin içinde bulmuşsunuzdur. 
Tüm bunlar oluşurken sadece dedektif değil, bir kadın dedektif olduğunuz ve de bazı ideolog solculara, eylemci feministlere ve temiz aile kadınlarına (!) benzememek için saçınızın boya tarihini aksatmamak, olabildiğince cilt bakımı ve makyaj yapmak, güzel kokulara servet ödemek, aç yaşamak, mutfakta su içinde hamurlaşmış olsa da kırmamaya gayret ettiğiniz uzun tırnaklarla yaşamak, dudağınızı zorlayan küfürleri yutmak, karşı cinse saygılı olmak vb vb vb de zorundasnızdır. Bunları hiç de yapmayabilirsiniz tabii. Ama içten içe zekasız bir çiçek muamelesi görmedikçe çevreyi güzelleştiren, şıklaştıran taraf olmanın hiçbir kötü yanı olmadığını hissedersiniz. Zaten bakımlı, hoş ve güler yüzlü olduğunuzda karşınızdaki insanların gözlerinden çağlayan huzur ve beğeni sizi çokluk "gaza" getirir. 
Oysa işler burada bitmez. Sadece kadın olduğunuz için günde 6 kez sofra silmek, yemekleri sofraya götürmek için küçük kaplara koyup yemek bitiminde yeniden eski yerlerine doldurup bu yarım saatlik kapları yıkamak, erkek pantolonlarının önünde ısı ile yapılmış keskin çizgiler bulunsun diye boşuna saatler ve 1000 watt elektrik tüketmek; yemek yapma adına manav yorgunu sebzeleri bıçakladıktan sonra ısı manyağına döndürmek de zorundasınızdır. Eşinizin tüm yardım tekliflerini ise onurlu bir biçimde geri çevirirsiniz; çünkü onun gözünde "kocasına iş yaptıran kadın" kimliğine bürünme felaketinden ölümüne korkarsınız. Oysa aynı eşinize son okuduğunuz kitabın altı çizgili yerlerini bilgisayara geçirmeyi geciktirdiği için rahatça sızlanabilmişsinizdir. 
Sadece kadın olduğunuz için... Sadece kadın olduğunuz için öylesi haksızlıklara uğramaktasınızdır ki, elinizden sadece eğitimliyseniz kahpe feleğe, mürekkep yalamışlığınız varsa feminist hareketin başarısızlığına sövmek gelir. Ama içinizden bir ses sürekli erkeklerin, ne erkeği, doğa yaratıcı hiçbir canlının bu denli kötü olamayacağını fısıldar. Peki nedendir bunca haksızlık "sadece kadın olduğunuz için"? Bu pisliğin gerisinde erkekler yoksa kim vardır peki? O vardır... O katil... O bulmaya çalıştığınız katil.! Bu nedenle her seferinde erkekleri, kocanızı, feleği, feminist hareketin başarısızlığını ve sistemi affeder, yeniden gerçek suçlunun peşine düşer ve ormanın içindeki yolculuğunuza yemekleri yaka yaka "tekrar be tekrar" çıkarsınız."


Bu uzun önsözü, üstelik tamamını neden aldım peki?
Çünkü okuduğum en samimi bu yüzden de benim nazarımda en güzel önsöz bu. Üstelik hiç beklemediğim bir kitapta rastladım ve şaşırdım. İşime gelen kısmını alıp yazara haksızlık etmek istemedim. Tamamını almak bütünlük açısından daha doğru geldi. 
Yanlış bulduğum kısımları var elbette ama samimiyeti su götürmez bir gerçek. Herkes feminizm okumaları, düşünmeleri konusunda mütehassıs olmadığı için de "sıradan" okur için çok duru bir örnek yazı.
İster araştırmacı olun ister yazar olun ister çocuk bakıcısı ister tornacı olun.. Hangi mesleği yaparsanız yapın eğer kadınsanız çileniz misli misli artıyor. He bunu kabul eden var etmeyen var. Sabah çocuğunu okula gönderen ardından işe giden öğlen eve gelip çocuğu gelmeden ona aceleyle pilav yapan öğleden sonra bir panele katılan akşam da sırf çocuğu istiyor diye çocuğunun arkadaşının ailesi ile akşam yemeği yiyen gece de herkes uyuduktan sonra kalkıp şiir yazan, kitap-dergi okuyan bir kadın şair tanıyorum mesela. Bunların hepsini bir güne sığdırmak zorunda çünkü. Eşi yardım etmiyor mu, ediyor ama kadınların bildiği bir şey var ki, maalesef her erkek pratik ve yetenekli değil, aynı bir çocuk gibi bir işi yaparken daha da batırıp daha da iş çıkarma özelliğine sahipler. Bu da kadınlarda kendi işini kendin gör, en azından zamandan tasarruf et düşüncesini doğuruyor. Ben şanslı bir kadınım şimdilik ama ilerleyen günlerde ne olur, bütün işleri tek başıma sırtlamak zorunda mı kalırım bilmiyorum. Kişilik özelliklerimin yanında düşüncelerim de bunu reddediyor ve reddedecektir gerçi. 
Gelelim Elvin Azar Süzer'in önsözü hakkındaki yorumuma. Feminizmi neden bu kadar küçümsediğini anlamadım açıkçası. Başarısız olarak görmüyorum ben feminist hareketi, he eğer sadece evinden bakıyorsa feminizme evet kesinlikle başarısız diyebilirim ben de ama birçok insan için hele de bugün feminizm başarılı ilerliyor bile sayılabilir. 
Üzüldüğüm bir nokta da eşinin yardım taleplerini kadınlık onuruyla geri çevirmesinden bahsetmesi. Eşinden yardım isteyen ya da gören kadınlar onursuz mu bu durumda? 
Araştırmacı yazarlık gibi güzel ve ulvi bir amacı olan biri bence ev işleri konusunda yardımı kesinlikle hak ediyor. 
Bunların dışında söylediklerinde ise çok çok haklı.. Bir şeyleri yapmak zorunda kalmak, bir yandan kendinle ilgilenmek, bir yandan evle ilgilenmek o ikilemi yaşamak, ikisini de tam olarak yapmaya çalışıp ikisini de tam olarak yapamamak ya da yapamadığını hissetmek.. Çalışan kadının döngüsü bu sanırım. Görmek lazım.
**

Kitaptan diğer alıntılar:
"Bahardaki verimlilik ritlerinde İnanna'nın, sevgilisi Dumuzi'yi temsil eden ve onunla sevişecek olan krala söylediği bir şarkı vardır. Bu şarkının "müstehcen" içeriği ilginçtir; ama daha ilginci şarkının kutsal bir dua olarak kabul edilmesidir! Tek tanrılı dinlerin aseksüelleştirici doğrularıyla beyni ketlenmiş çağdaş insanın anlaması gerçekten zordur bu satırları:
'Bana gelince; amımı benim için yüksek tepeciği
ben bakire için, benim için, kim işleyecek?
Amcığım ıslanmış toprak, benim için, ben kraliçe için
kim oraya öküzünü koyacak?'
Bu şarkıya erkek şöyle yanıt vermektedir:
'ey en yüce kadın, onu senin için kral işleyecek
Kral Dumuzi onu senin için işleyecek'
Ve tanrıça sevinçle tekrar sözü alır:
'işte amım kalbimin erkeği'
...
Kelimeleri sansürlemek kolaydır 'haya' adına; adı geçen dualardan alıntı yapan çoğu yazar böylesi sansürlemeler sonucunda okuruna yansıtabilir kutsal metinleri. Ama şiirlerdeki seks nüansı kimi zaman sansürlenemeyecek kadar yaygın ve zariftir. 6000 yıl önce dinleyicilerdeki cinsel duyguları kamçılamak için oluşturulan şiirlerdeki şehveti yok etmenin tek yolu şiiri olduğu gibi sansürlemektir!
'Sevgilim geldi
benden zevkini aldı, yalnız benimle oynaştı,
erkek kardeşim beni evine getirdi,
beni bal kokan yatağa yatırdı,
benim değerli tatlım kalbimin yanına uzandı,
birbiri ardınca dil yaparak birbiri ardınca,
benim öylesine güzel yüzlü kardeşim 50 defa böyle yaptı
...
kasıklarımı güzel elleriyle okşadı
tanrı kucağımı krema ve sütü ile doldurdu,
amımın kıllarını okşadı
içimi suladı
ellerini amımın üzerine koydu
yatakta beni okşadı'"
--
"Fahişe-rahibeler, İştar'ın varlığının bir tezahürü oldukları için normal kadınlara oranla fazladan bazı mistik yeteneklere de sahip olurlardı. Falcılık, büyücülük, şifacılık gibi. Bu ektra yetenekleri metafizik konusuyla da sınırlı değildi. Öyle ki fahişe-rahibe'nin bedeninin kutsal olduğuna hatta zevk sularının şifa dağıttığına da inanıldığı için bu sıvılar para ile satılırdı da! Kazılardan çıkan çok sayıdaki tabletlerde fahişelerin aşk sularının en çok da göz hastalıklarına birebir olduğu yazmakta!"
--

"Kendini Marduk/Yahweh/Zeus/Enlil gibi çeşitli maskelerle gösteren güç tarafından cinsellik engellenmiştir, oysa cinsellik sadece insanoğlunun temel tepkisi ve içgüdüsü değil; hayatın özü, evrenin gizliden gizliye atan nabzı, yaşam adlı fenomenin en güçlü dokusudur. Bir enerjidir cinsellik, sadece bir haz değil. 'Can'ın temel besinidir.
Cinselliğin salt bir dünyasal zevk değil, bir metafizik enerji olduğu inancı birçok mistik tradsiyonda da görülür; öyle ki, insan ruhunun 'iyi ölüm'ler sırasında cinsel arzuya benzer bir rahatlama/gevşeme/uyarılma içinde göçtükleri savunulur. Cinsellik sırasında öylesi bir metafizik güç serbest kalır ki, adept majisyenler bu enerji ile büyü yapabildiklerini savunurlar.
Geçmişte 'kutsal', seks ile aynı anlama gelirken Yahudiliğin doğuşu sonrasında bu kavram bütünüyle unutuldu; kutsallık 'seksten uzaklık'la eş tutulmaya başlandı. Kutsal adam/kadın temizdi artık. Yani az biraz 'aseksüel'; en azından tek eşliydi. Giderek seksin mukaddesliğinin unutturulmasının ötesinde seks tümden günah sayıldı. Cinsellik ancak din adamlarının kutsaması ile kurulan anlaşmalarla ifade edilir oldu. Cinsel kısıtlamalar, ahlak adlı kavramın temeli şeklinde görülmeye başlandı. Sonra Hristiyanlık doğdu, insanların daha temiz olması adına milyonlarca insan en sapıkça işkencelerle öldürüldü. 
Artık sistem kurulmuş, insanlar evrimleşmişti. Oluşan sistem, cinsellik adlı bu enerjiyi hep karalamaya, durdurmaya yani yaşamı söndürmeye uğraştı. İnsanın doğasına, doğal yapısına uymayan bir dolu emir, buyruk ile yaşamı zorlaştırdı. Kesin ve katıydı buyrukları. Ayıp/edep/namus gibi gerçekten hiç de doğal olmayan bazı kaskatı kurallar, sınırlamalar koydu. Artık her şey kesinliğe, kurallara ve kanunlara dayalıydı."
"Aaa bana çok ters bu kitap" deseniz bile bu kitabı bulup okumalısınız derim ben. Gerçekten farklı bir dille farklı bilgiler veren bir kitap.