27 Ağustos 2012

Tabirinin Caizliği Umurumda Değildi de Ondan


Herhangi bir sebepten eski fotoğraflarımı karıştırma fırsatı buldum. Hatta ev arkadaşım ve rehberim olan enteresan insana da birkaç tanesini gösterdim.

-Ne zaman çekildi bunlar?
-Hımm 7-8 sene olmuş.
-Yuh, o zaman hiç yaşlanmıyorsun sen.
-Zannımca

Uzatmalı 'sevgili olmak isteyen' kişi de mesajla kendini hatırlatmaya çalıştığı dönemlerde:
-Eskiden bakışların sadeydi, duruydu. Şimdi daha farklı bakıyorsun, eskisi gibi baksan keşke. İstanbul'dan önceki gibi, eski zamanlarımızdaki gibi...

Değişti mi değişmedi mi ifadem diye ilk o zaman düşünüp karıştırmaya çalışmıştım fotoğraflarımı. Mamafih elimde yeterince fotoğrafım olmadığı ve fotoğraflarımı istediğim güzide insan istediğini alamamanın verdiği gerim gerim gerginlikle beni iplemediği için fotoğrafsız kaldım uzun bir süre. Daha bu gece adam gibi oturup inceleyebildim.

Evet değişmiş. Belki yaşlanmamışım, buna dair bir iz yok. Başkaları görmese de benim gördüğüm farklar var ama.

İyiydim o zamanlar, mutluydum çünkü bilmiyordum. Ne öğretilirse inananlardandım. Benim kendinden açık bir kafam var, hiçbir şeyi yadırgamam. Buna rağmen taşra kafasında, taşra kültüründeydim. Bunu bilmiyordum. Sonra üniversite bitti. 3 yıl süren ev hapsi. Sözlükler, bloglar, friendfeed benim öğretmenim oldu, herkesten bir şey öğrendim. En çok da o dönem sevdiğim adamdan. Klişenin dibine vuracak olursak, sevgi bitse de saygım her daim sonsuzdur efenim. 

Bu üç senede acılarım sessizce gelmedi. Travmatik oldu hep. Aniden yandı canım, canım yandıkça daha az güler oldum. Son iki senede ise tatmin olmayan duygularımdan dolayı bastım hüznü sıfatıma. 

Bunların hepsini fotoğraflara bakarak çıkarıyorum. 
Misal son 1-2 senede öyle az fotoğrafım var ki... Olanlarda da deli gibi gülmüş olsam bile hüzün görülüyor. Ben görüyorum.

Bir de yalnızlığımı görüyorum bolca. Çok nadir, bir fotoğrafımın başkası tarafından çekilmişliği. Sıfatımı kazımak için zamana, enerji buldukça kendim çekmişim. Bir allahın kulu da çıkıp "Gel fotoğraflarını çekelim", "Bir fotoğraf çekineeebilir miyiz?" dememiş. Baktığımda yine yalnızlığıma bir iz daha: Arkadaşlarla çekilmiş fotoğrafım da yok denecek kadar az. Birileri fotoğraf çektirirken yoldan geçen kız rolü oynamışım en fazla. Tamam sevmem fotoğraf çektirmeyi birileriyle ama sosyal bir insan olsam bundan kaçamazdım; kaçabildiğime göre yalnızım, yalnızmışım.

Şimdi de aşamıyorum. Öyle yüksek, öyle sağlam duvarlar örmüşüm ki etrafıma. Fark ediyorum. Liseden beri insanlara sarılmıyorum ben fazla, dokunmalarına izin vermiyorum. Makas Eller'deki gibi sanki.. İncitmekten, incinmekten korkup kaçıyorum. Sarılmaktan, dokunmaktan... Daha bugün oldu mesela, izin kullanan arkadaş izinden döndü, birkaç kişiyle sarıldı. Bana geldi, bir durdu. Sonra eğreti sarıldık. Halbuki iş yerindeki en sevdiğim, sevildiğim hatundur kendisi. Garip. Duvarlar yıkıla!!!

En büyük adımı her şeyi fark ederek atıyorum. Bundan önce kimse beni uyarmamış, ben de böyle gelmiş böyle gider, sikimden aşşa kasımpaşa, çok da lülü kafalarında olduğum için dert bilmemişim bunları kendime. Şimdi eni konu beni adam etmeye kendini adamış bir yol arkadaşım, ev arkadaşım, rehberim var. Onunla fark ediyorum çoğu şeyi. Canım yandı, deli gibi yandı her seferinde. Bir tarafta seni deli gibi beğenen, tabiri caizse köpeğin olan erkekler diğer tarafta durmadan kusurlarını sıralayan bir adam.. Çok çeliştim, neden mutlu olmadığım bir şeye devam ediyorum ki, gidip şımartılayım... Ama her seferinde durup düşünüp, tabirinin caiz olması umurumda değil, götümü sıkmaya karar verdim. İyi ki de yapmışım bunu. 

Hayatımda yeni bir dönem açıldı fark etmeden ve böyle olacağını, bu yöne gideceğini bilmeden..Elimin duruşundan, bakışımdan, dilime dolanan şarkıdan hakkımda bu kadar ipucu elde edilebileceğini bilmiyordum. Ediliyormuş. Bir sürü eksiğim var. Liste uzayıp gidiyor, ben her geçen gün birazının üstüne daha çizgi atabiliyorum. 

Hastalık denen bir gerçek varmış bir zamanlar, ben onu kabus edip gömdüm geçmişe. Tedavinin yolu buymuş ve eklemeli şunu: Kendimle gurur duyuyorum. Başka biri olsa bu kadar ağır yüklenilmesiyle hastalığın dibine vururdu. Ben vurmadım. Bir ara fal da baktırmıştım. Kadın son bir dilek/soru dedi ve kart seçti. Hastalığı geçirdim aklımdan. Gördüm, gücü temsil eden kart çıktı. Kadın, "İnanılmaz güçlüsün. Başkası belki yok olup giderdi yükünle ama sen devam edebiliyorsun ve atlatıyorsun bunu." demişti. "Gücünle atlatıyorsun, çok güçlüsün." diye vurguladı bolca. Yalan yok, hoşuma gidiyor birinin benim gücümü görmesi. Çünkü ben iyi oldukça sorunumun küçük olduğunun sanılması ve daha çok yüklenilmesi canımı çok yakmıştı geçmişte.

Sonum ne olur bilmiyorum, bir sonum olur mu bunu da bilmiyorum. Sadece yaşıyorum. Kendime, çevreme çalışarak yaşıyorum. Sevdiğim şeyleri yapmaya çalışıyorum, sevdiklerimi üzmeden yaşamaya çalışıyorum. 

Özet: Götü sıkacaksın. Dert çekmek zorunda değilsin, bu değil söylediğim. Acı yok Rocky! Özeti bu. Eğer iyilik, sağlık, güzellik, huzur görüyorsan ucunda o götü sıkacaksın. Sıkmalı!

Hâlâ "Çok mutluyum la la la, mükemmelim." diyemem ama çok şey değiştiğini fark edebiliyorum. Geçenlerde ailemin yanına gidip sadece 1 gece kalmama rağmen deli gibi dönmek isteyip döndüğümde "Eviiiiim" deyip yastığa yorgana sarılmamın sebebi budur. Eskiden orası benim evimdi, ben öyle derdim. 'Eve gitmek'ti. Şimdi 'aile ziyareti', hemen dönülmesi gereken ait olunmayan bir yer artık. 

Böyle böyle yürümeli, koşmalı, akıp gitmeli.

Aşk mı?
O hep içte, sessizce. Kimi zaman durarak kimi zaman koşarak kimi zaman duvara kimi zaman suya, gelmişe, geçmişe, var olana ve geleceğe...



13 Ağustos 2012

Kendine Ait Kendine Ait Kendine Ait


İstanbul'a geldiğimden beri yaşadığım en büyük sorun bir odamın olamayışıydı. Kiminle nerede kalırsam kalayım, bilgisayarımı açacağım, temiz düzenli bir odam olmadı, olamadı.

Çocukken odam yoktu benim. Annemle babamın odasında kalıyordum. İki çekmeceli küçük bir komodinim vardı. Kitaplarımı, defterlerimi ona doldurup onun önünde oturuyordum çoğu zaman. Sonra küçük bir masam oldu aynı odada. Günlüklerimi orada yazıyordum yatmadan evvel. 

Evde sekiz odamızın olduğu gerçeği ise beni delirtiyordu. Misafir yatak odası, misafirin misafiri yatak odası... Duyan da sürekli misafir ağırlıyoruz sanır, babaannemden gelebilen mi vardı sanki..

Önce bir denemem oldu, eşyalarımı taşıdım sessizce bir odaya. Beni yaka paça dışarı çıkarmaları ile sona erdi bu girişimim. Ardından tekrar gaza gelip misafir yatak odalarından birine koydum eşyalarımı. Yine ağlattı babaannem, bağırıp çağırdı ama yılmadım. Direndim.

15 yaşımdaymışım odam olduğunda, buna da şükür. 10 sene kullanmışım odamı. 10 seneden biraz da fazla hatta. Duvarlarında şimdi isimlerini bile hatırlamadığım yerli yabancı şarkıcıların etiketleri duruyor. Ergen notlarım duruyor duvarlarımda. Yırtıp atmadım, silmedim ki o değişimi görebileyim. Gördüm de...

Odam benim her şeyimdi. Hele üç sene odadan dışarı çıkmayınca oda anlamına anlam ekledi. Bağıra bağıra ağladığımı da gördü, zıp zıp zıpladığımı da. Oturup kitap okuduk, sarhoş olduk. Odam... 10 aydır eksikliğini hissettiğim en önemli en önemli şey!

Şimdi bir odam var. Bu yazı bunun için. Bugün bu yazıyı kendi odamdan, kendi bilgisayarımdan yazabiliyorum. *Bu konuda ve diğer tüm konularda bana rehberlik eden gizli kahramanım, sana teşekkür ederim*

Virginia Woolf'un dediği gibi, kadının, ki herkesin kendine ait bir odası olmalı. 
Benim kurtarıcım bu, herkesin böyle olmalı. İstediği müziği dinleyip istediği yazıyı okuyup istediği filmi izleyebilmeli. 

Velhasılı kelam, işiniz gücünüz ilgi alanınız ne olursa olsun, bir kez daha yinelemekte zarar görmüyorum: Kendinize ait bir odanız olsun. Sakinliğin huzurunu tadın. 3 sene bana bunu öğretti ve yokluğunun nasıl bir cehennem olduğunu şu 10 ay. Aman diyeyim!

Çok gevezelik ettiğimin farkındayım, tadını çıkarmak için sanırım bilerek uzatıp bilerek zorluyorum. 

Özet geçerse bu piç, ben mutluyum arkadaş. Sevgili rehberim, değerli odam, mükemmel adresim ile bayramım geldi. 




8 Ağustos 2012

Yatmadan Önce

Dün bitti.
Bugün de bitti.

Bazen bazı şeyleri neden yaptığıma dair herhangi bir sebep bulamıyorum. Neden? Yok. "İçimden öyle geldiği için..."
Bazen de bazı şeyleri neden yapmadığıma dair mantıklı bir gerekçe bulamıyorum. "İçimden gelmiyor."

İçimden gelip gelmemesi yeterli. Hani içinden ne geliyorsa onu yap, "yüreğinin götürdüğü yere git" var ya bende o hep var. Sorun şu ki içimden çoğu zaman uyumak geliyor. İnternetin altını üstüne getirmek geliyor.

İnternet dedim de aklıma geldi. Artık internet bile eskisi kadar zevk vermiyor. Zira önceden gerçekten zevk içindi. İstediğim siteye girer, istediğim kadar kalırdım. Oradan oraya oradan oraya gider mutlu olurdum, mutlu dediysem kedi videosu izleyerek değil, merak ettiğim bir şeyi öğrenerek.. Artık böyle bir özgürlüğüm yok. Pranga gibi bazen... İstediğim zaman oturup film izleyemiyorum. Sike sike kullanacaksın o interneti. Maillerin kontrolü, o bu şu.. İşinin internette olması hem iyi hem kötü.

Uyumak geliyor içimden falan dedimdi ya. O aslında artık öyle değil. Yenileniyorum. Ne zamandır yapmak isteyip "Ah bir dürten, bir yol gösteren olsa da yapsam" dediğim her şeyi yapmaya başladım.

Haftaya yogaya başlıyorum. Yogayı uzun zaman devam ettirmeyi düşünüyorum. Benim şifamın yogada olduğuna kanaat getirdim. Zira eğitmen ile konuştuğumda da benim için doğru kararın yoga olduğunu tekrar öğrenmiş oldum. Heyecanlıyım. Yeni ciciler bile aldım yoga için.. Nefes almayı öğrenip sesimi doğru kullanmayı öğreneceğim, çakralar falaaaan... Yapacağım bunları.

Bayramda iki gün de olsa annemlere gidiyorum. Kitaplarımı getirmeyi düşünüyorum. Artık evim belli oldu çünkü. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum sokağa çok yakın, ilk gençliğimden beri hayalini kurduğum yerde artık evim. Henüz eşyalarımın tamamı benimle değil ama mini minicik bir odam var. Odam.. Bilgisayarımı açıp kafamı dinleyebileceğim bir oda. 8-9 aylık odasızlıktan gelen çilem bitiyor. Huzur veriyor bu fikir bana.

Bir davulcumuz var ki evlere şenlik.. Bildiğin oyun havası çalıyor. Genelde sabaha karşı yattığımız için de o çalıyor biz oynuyoruz. Âlâ!

Müzik zevkim değişti, değişiyor. Aslında zaten belliydi bu da sadece bu değişime müdahale edip hemen hallettik. Artık 90'lar Türkçe Pop dinlemiyorum. Artık pop dinlemiyorum. Artık TSM, arabesk, fantezi dinlemiyorum. Neden? Kimisi kalitesiz, kimisi de moral bozuyor. Şimdi klasik müziğe odaklandım. İyi geliyor gerçekten.

İngilizcem kendimi kurtaracak kadar var ama yeterli değil. Yeterli olmadığı için de "Ya hep ya hiç" diyen idiot beynim mevcut İngilizcemi reddediyor. Sen misin öyle yapan? İngilizceye de abanıyorum. Zaten İstanbul'a gelmeden önce sorunsuz bir şekilde çalışıyordum ama buraya gelince yarım kaldı. Şimdi bir yandan yoga bir yandan İngilizce.. Müsait ilk fırsatta da yüzme. Kaç yaşımdayım hala yüzme bilmiyorum. Kendimi her daim kastığım için taş gibi çakılıyorum dibe. Buna bir çözüm bulmalı elbet. Yetişkin yüzme dersleri veren bir yer buldum. Anladığım kadarıyla da başarılılar. En kısa zamanda bunu da halledeceğim.

Bir de bana vurma kırma çok iyi geliyor. Boks eldiveni alıp o koca zımbırtıdan da alıp stres atacağım.

Güzel gidiyor hayat. Eksikleri yok mu? Var, çok değil ama büyük eksiklikleri var. Şimdilik odağım eksiklikler değil. Odağım eksiklikler olacak kadar işsiz kalırsam o zaman düşünürüm bunu.

İyilik sağlık!