30 Eylül 2009

Pisuvar


Genel tuvaletlerde erkeklerin kullandığı, duvar kenarına yerleştirilmiş sidiklik.

Mozilla Firefox Çöktü

Neler oldu nelere benzemez wowww yalan tabii çok da bir şey olmadı esasında ama asıl bomba şu olsa gerek ki öğretmenliğe başladım sayılır. Sayılır diyorum çünkü geçici bir durum bu da bütün durumlarım gibi.. Ücretli öğretmenliğe başladım bir köyde. Evet köyde başladım şimdilik bu durum beni hiç mi hiç rahatsız etmiyor. Lojmanda kalacağım, ev var hem de kaloriferli. Bu çok iyi ama şube müdürünün söylediğine göre evimi başkalarıyla paylaşmak zorundaymışım. 2-3 öğretmenden bahsetti yuh dedim tabii. Bir de ben çok kişiyle yaşamaktan bıkmışım zaten ne işim olur elin öğretmenleriyle. Evcimen, temiz, titiz, hamarat iki kız demek benim cinayet sebebim demek mesela. Ondan sebep tek başıma kalmayı önereceğim eğer bu da olmaz ise yani hani imkan dahilinde değilse bu, evimi paylaşacağım kızlara beni unutun anam burada yokmuşum gibi davranın demeyi düşünüyorum. Anladığım kadarıyla zaten bu kadınlar yeni mezun falan da değil. Tecrübeleri vardır yemek yaparlar, yapmazsan pis pis bakarlar yetmez ikaz ederler o da yetmez pöykürürler o da yetmez adamı evden kovarlar valla. Hiiiç işim olmaz arkadaş. Kocamdan başka kimseye yemek yapmam ben yapmam işte bu kadar.. Kocam da bana yardım edecek tabii.. Her işi birlikte yapacağız, misal çocuk.. Allam ne kadar büyük konuşuyorum, aslında küçük valla çok küçük bu, görmezden gel nolur..

Durum bu işte..

Bugün gittim ilçe zaten küçük o da yetmez gibi 30 km uzakta bir köyden bahsetti anaaam dedim. Neyse bakalım bana yakın bir okulda görev yapacak hatunları gösterdi bana müdür, bir tanesi canım ciğerim lise arkadaşım hem de sapına kadar hemşehrim -iki sokak aşağıda dedesinin evi-.. Hem de bu kız var ya bu kızzz.. Lisede bütün bir sınıfın içinde, “Hakkımda dedikodu dönüyormuş, zıttırı’yla oturup erkek muhabbeti yaptığım için, ulan sikiştik sanki size ne be” diye pöyküren bir kız.. Yani tam benlik.. Yemeği kasmaz, temizliği kasmaz evimizi güzelce bok götürür ben de rahat ederim oh valla.. Keşke aynı okulda olsak keşke ev arkadaşım olsa o kadar çok istiyorum ki.. Ah ahh..! Keşke Facebook’a girebilsem de kızla irtibata geçebilsem.. Neyse neden giremediğim bende kalsın. Oy içim şişti yaz yaz…

Yazmayı da sizi de özledim okur musunuz bilmiyorum bunu ama okuyandan da okumayandan da allah razı olsun. Hayat beni neden tatmin etmiyorsun ulan!!

Not: Başlığın yazıyla hiçbir alakası yok içimden bu geldi sadece.

17 Eylül 2009

Ayakta İşemek İsteyip de

Ayakta işeyemeyen kadınlar, pisuvarlara hasretle bakan kadınlar...!
İşte size çözüm:
Siz de bir adet bundan edinin, erkekler gibi ayakta işeyin..!

Bu?
Ayakta işeme aparatı, verdiğim linke tıklayıp nasıl kullanıldığını öğrenebilirsiniz. Yapabilirsiniz evet..

13 Eylül 2009

Amigdala

Geçen gün sosyal fobiyle ilgili bir şeyler araştırırken, beyinde bulunan amigdala adı verilen minik bölgenin, insan duygularını anlamamıza yarayan bir bölge olduğunu öğrendim. Amigdala özellikle korku duygusuyla ilişkiliymiş. Araştırmalardan birinde otizm hastalığından muzdarip kişinin amigdalasında daha az sinir hücresi olduğu ortaya çıkmış.
Sosyal fobi araştırırken neden bunu buldum, onu da belirteyim: Sosyal fobi ile ilişkili bir bölümmüş bu. İnsan duyguları dedik, korkular dedik haliyle sosyal fobiyle de ilişkili imiş.

Gittim.

8 Eylül 2009

Slumdog Millionaire

Bir seneden çok oldu film yazısı yazmayalı. Sinemada film izlemeyeli daha da çok oldu, parasızlık işte. Böyle eleştirilmeye müsait bir film arıyordum sanırım ne zamandır, filmi ciddiye alıp eleştirmen edasıyla ahkam keseyim bakayım.


Evet filmimizin adı Slumdog Millionaire. Film hakkındaki bir haberden öğrendim bu ismin hikayesini. Alıntılıyorum.



"'Slum' kökeni tam olarak bilinmeyen ama 'varoş, gecekondu, kenar mahalle' anlamı taşıyan bir kelime. Buralarda yaşayanlara da 'slum' deniyor. Aslında 'Slumdog' diye bir kelime olmadığını, filmin senaristi Simon Beaufoy da kabul ediyor ve bunun kendisinin uydurduğunu, kimseye hakaret etme amacı da taşımadığını söylüyor."


Yine aynı haberden şunu da öğrendim, eleştirmenin kim olduğunu ekleme gereği duymamış ama bir eleştirmen şöyle bir yorum getirmiş bu film için.
"Hindistan'da çekilen, Avrupa'da finanse edilen, İngilizlerin yaptığı, Hintçe konuşan Müslümanların oynadığı ve doruk noktasında Fransız romanından sorulan bir soruya dayandırılan film"




Evet filmle ilgili bilgileri şu sayfadan ve şu sayfadan edinebilirsiniz.
Ayrıca şu bilgiyi de verelim, uyarlama bir film bu. Vikas Swarup'un "Q and A" eserinden sinemaya uyarlanmış.


Buraya kadar filmi izlemeyenler için küçük bilgiler verdik. Ayrıca referans isterseniz bir sürü de ödüle sahip bu film.


İllaki izlenmeli.


Sabırsızla eleştiriye geçmek istiyorum şimdi.


Yazının bundan sonraki kısmı film izlendikten sonra okunmalıdır.


Ehi, ciddiyim sonra spoiler spoiler diye bağıran sözlükçülere benzersiniz.


Film Hindistan'ın varoş diye tabir edebileceğimiz kesiminde yaşayan müslüman bir çocuk olan Jamal Malik'in hayatının bir kısmını anlatıyor özellikle de çocukluğunu. Jamal, yarışmaya katılıyor ve son soruya kadar hepsine doğru cevap veriyor ama bu durum yani varoşlardan gelen şimdi de çaycılık yapan bir gencin bu kadar başarılı olması şaibeli bulunuyor ve Malik gözaltına alınıyor gizlice. Sorgusunda soruların cevaplarını nasıl bildiğini anlatıyor, çocukluğunda öğrendiklerine, yaşadıklarına giderek. Ama aslında basit bir aşk hikayesi işleniyor. Film, eleştiri amacıyla çekilmemiş, verdiği çok bariz bir mesaj yok, temelde aşkı işliyor ama Hindistan'daki din çatışmalarına, parasızlığa, toplumsal sınıf konusuna değiniyor. Alt mesajları kaliteli ama sıradan bir Hint fimi gibi aşk etrafında dönüyor her şey. Yönetmen Boyle, bunu bilerek mi yaptı bilmiyorum. Hani Hint filmi çekiyoruz, Hint sinema kültürünü yansıtmamız lazım da demiş olabilir.


Film mesaj içermiyor dedik, yani başlı başına bir mesaj derdi yok filmin ama bazı yerlerde o kadar güzel eleştiriyor ki tam kıvamında. Şahsen takdir ettim ince alaycılığını. Misal şöyle bir sahne vardı eminim film izleyen herkesin de aklına yer etmiştir.
Küçük Jamal, bir Amerikan ailesine şehir turu attırmaktadır. Onlar arabadan ayrıldıklarında bir sürü çocuk gelir ve arabayı yağmalar. Jamal ve aile, döndüklerinde arabanın bu halini görürler o sırada polis ya da bekçi olduğunu düşündüğüm bir adam sen yaptın diyerek Jamal'i dövmeye başlar. Amerikalı aile, görevliyi durdurur:


Jamal: Gerçek Hindistan'ı görmek istiyordunuz, işte gerçek Hindistan.!
Amerikalı kadın: O zaman sen de şimdi gerçek Amerika'yla tanış.


der ve eşinden çocuğa para vermesini ister. Jamal parayı alır.
Açıkçası beni çok etkiledi bu sahne. Bir de Jamal'in kardeşinin adam öldürmeye giderken namaz kılması ve affet beni, günahlarımı bağışla Tanrım duaları.. Müslümanlara yönelik belki de aslında tüm dinlere yönelik bir eleştiri gibi geldi bana.


Ve filmin sonundaki dans sahnesi için. Gerçekten o dans sahnesi olmasa bu film eksik olacaktı bunu hissettim. O sahne olmalıydı, bekliyordum. Çünkü Hindistan'da bir film yapıyorsun senin İngiliz olman beklentileri değiştirmez, Hintlileri işliyorsun sonuçta. Onların kültürüne saygı duymak zorundasın. Hele de aşka bu kadar vurgu yapmış hatta aşk yüzünden filmin diğer mesajlarını önemsememiş ve ikinci yarıdan sonra kendini sadece aşka bırakmışken o dans sahnesi olmazsa olmazdı. Bayıldım bayıldım. Filmin mutlu sonla bitmesi de sanırım yine Hint kültürüyle ilgili çünkü bildiğim kadarıyla Hindistan'da çekilen filmlerin çoğu mutlu sonla bitiyor tıpkı Yeşilçam'da olduğu gibi. Halkın beklentisi mutlu son olsa gerek. Bunun psikolojik açıklamasına girip konudan sapmak istemem ama hayatın ne kadar boktansa sanattan beklediğin de onun tam tersi oluyor işte. Bana kalsa bu filmi mutlu sonla bitirmezdim. Filmin eksikliği olarak görüyorum bunu. O kadar berbat şartlara değiniyorsun ve sanki her şey güllük gülistanlık gibi mutlu sona bağlıyorsun bu yanlış. Jamal'in hayatı aslında ona benzeyen bir sürü insanın hayatını temsil etmiyor muydu biraz da, o zaman mutlu son niye? Dediğim gibi aklıma gelen tek cevap Hint kültürü.


Film müziklerine bakalım. Bence hepsi birbirinden şahaneydi. Sahnelere çok güzel yerleştirilmişti. Hikayeyi yaşatıyordu. Hindistan'da yaşasam ne düşünürdüm bilmiyorum ama buradan baktığımda çok sevdim müzikleri. İşte iki tanesi:










Oyuncu seçimi ise tam olarak muhteşem. İşlediğin kültüre uygun yüzler seçmek çok akıllıca. Tanınmış yüzler yerine daha sakin yüzler.. O çocukları hele nasıl bu kadar güzel oynattı bilmiyorum ama yönetmen bu konuda alnından öpülmelik.


Filmdeki hatalara gelelim ya da beni rahatsız eden ve filmden uzaklaştıran kısımlara.


Trenden düşüş sahnesi vardı hani, minik Jamal ve kardeşinin. O sahne Kadir İnanır'ın Dönüş filminde mavi Murat'la uçurumdan yuvarlanma sahnesine benziyordu. Aynı beceriksizliği gördüm. Haddim değil biliyorum ama madem doğal olmayacak bir sahne, hiç ekleme daha iyi.


Yarışma kısmında tökezlediğini düşünüyorum filmin. Sorular kronolojik olarak çıktı nasıl bir "kader"se artık bu.? Jamal'in yaşadıkları ile soruların çıkış sırası fazla fazla denkti, bence bu olmasa da sorular rastgele çıksaydı daha gerçekçi olurdu.


Son soruyu henüz göremedik diyorduk ya, bu filmde gördük ki bu yarışmanın son sorusu kolaymış.


Sonracığıma bildiğim kadarıyla bu yarışma canlı yayınlanmıyor ki zaten canlı yayınlanması da biraz saçma olurdu ama filmde bakıyoruz ki bu yarışma canlı.


Yanlış cevap verildiğinde paranın tamamı kaybedilmiyordu yine bildiğim kadarıyla, Hindistan versiyonunda mı kaybediliyor yoksa burada da bir hata mı var?


Bir de Hindistan halkının bu yarışmayı nefesini tutarak cümbür cemaat izlemesi biraz abartılı geldi bana, ülkemle karşılaştırdığım için mi böyle yoksa gerçekten bir abartı mı var acaba?


Filmde kader vurgusu defalarca yapılıyor, sanki izleyici aptal yerine koyulurcasına. Yazılmıştı, yazılmıştı, yazılmıştı.. Anladık, "yazılmıştı"..!!


Jamal, yarışmanın son sorusunu cevaplayacağı sırada iş yerindeki adamın ne oluyor burada, aa Jamal demesi bana garip geldi, çünkü zaten Jamal ünlü olmuştu ilk gecede, herkes biliyordu artık o yarışmada olduğunu, hele ki iş yerinde bunun bilinmemesi imkansız gibi geldi bana.


Film beni şaşırttı. Nadiren şaşırırım halbuki. Neden şaşırdım ilk şaşkınlığım sunucunun oyununa gelmemesiydi. Nedense şaşırdım ben safım galiba. Diğer şaşkınlığım da işte son kısım oldu. Soruyu doğru bildi, her şey mükemmel oldu, aşıklar kavuştu. Ha bir de Jamal'in kardeşinin birden insafa gelmesine şaşırdım, son ana kadar bir götlük bekliyordum ama yapmadı, ölümü göze alıp aşıkları kavuşturdu. Şaşırtıcı bence. Eleştirilere baktığımda bu olayla ilgili şaşkınlık yaşayan tek kişinin ben olmadığımı anladım. Sonra düşündüm ama.. Jamal'in kardeşi kötü biri evet ama kardeş sonuçta. Çocukken ne oldu bir bakalım. Jamal'in en sevdiği ünlüyle görüşmesini engellemek için kardeşi onu tuvalete kilitledi, Jamal oradan kurtulduğunda kardeşinin bakışları çok ürkütücüydü. Yani en başından beri bir kin vardı içinde. Sonra Jamal'in dilendirilmek için gözlerinin kör edilmesine göz yumacaktı kardeşi, ama son anda vazgeçti ve yapamayacağını anladı çünkü onlar kardeşti. Gelelim son sahneye, son sahneye kadar hayatını mahvettiği adamla kardeş olduğunu anladı sonunda ve son bir iyilik yaptı. Yine de düşününce bu çok ağır ve o kadar boktan bir adamın asla yapamacağı bir iyilikti. Düşüncem bu, kardeşlik ve pişmanlık bile bu iyiliğe neden olabilecek duygular değil öyle bir insan için.


Filmin aldığı ödüllerden bahsedelim biraz da. Tek tek sayamayacağım kadar çok aslında ama şunu söylemeli ki En İyi Sinema Filmi Oscar'ını aldı efendim. Oscar'ı küçümseyen bir insanım, sıradan filmleri ödül yağmuruna tutmakta, işte gözümüzün önünde bir örnek var: içinde zilyon tane hata barındıran Titanic. Ben yine böyle bir film seçeceklerini düşünmüştüm bu nedenle şaşırdım, bir de şunu düşündüm işin aslı, bu filmi İngiliz bir yönetmen yerine Hintli bir yönetmen çekmiş olsa ve yine aynı olsa her şey yine ödül alabilir miydi, sanmıyorum. Bu nedenle işte, ödül almasında yönetmenin adı etkili diye düşünüyorum.


Bir de filmi izlerken aklıma takılan bir soru: Hintliler ne tepki verdi acaba?
Araştırdım ki, ortalık birbirine karışmış meğer. Filmde Hindistan'ın kötülendiği, Hint halkının aşağılandığı düşünülmüş ve protestolar düzenlenmiş. En çok da filmin adına gelmiş tepkiler. Medeniyet yoksunu olarak gösteriyor bu film bizi demişler. Tıpkı Türk tepkisi, hiç şaşırmadım. Hak vermedim de değil biraz da, sonuçta ülkelerinin tanıtımını yapmak onların da hakkı, bu filmi izleyen, Hindistan'a gelmek istemez diye düşünmekte haklılar. Ama bilmedikleri şu ki reklamın iyisi kötüsü olmaz. Özellikle Oscar'dan beri tüm dünya bu filmi konuşuyor. Film müziklerini dinliyor. Bunu başka şartlarda yapmaları imkansızdı. Gerçeklerle de yüzleşmek lazım, buna benzer şeyler yaşandı mı bu ülkede, yaşandı, yaşanıyor o zaman yalanlayacak bir durum yok, saklamaya da gerek yok. Gerçek medeniyete yaklaşmak istiyorsan buna izin vereceksin.


Filmi izledikten sonra aklıma Nietzsche'nin terimlerinden biri geldi: Amor Fati. Kader sevgisi olarak çevriliyor aslında ama kaderini seç ve kaderini sev gibi bir anlamı olduğu söyleniyor. Film bu kaderciliği yüceltiyor adeta. Yarışmanın ilk sorusunun şıklarına da bakmak lazım:


A) Hile B) Şans C) Zeka D) Kader


Evet bu onun kaderiydi.

6 Eylül 2009

İyi, Kötü ve Tanrı

Üzerinde düşünülmesi gereken bir söz, buyrun:

"Tanrı iyileri, kötülerse Tanrı'yı kullanır."

Düşünürken aklıma geldi. Ahmet Taner Kışlalı'nın da benzer bir yazısını okumuştum sanki internette. Üşenmedim araştırdım bulmam zor olmadı. Burada. Yazı 17 Ekim 1999 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış. 10 sene önce.
İleri yerine geri, hep geri, hey maşallah!

Bu sözün sahibini de anmazsak olmaz: Giordano Bruno.

5 Eylül 2009

Sevgili Sevgilim Gloom




Biliyorum bana tahammül etmek bazen zor. Aslında kolay olmadığını biliyordum en başından beri ama seni korkutmak istemediğim için söylemedim :)


10 ay olacak sevgilim. 10 ay aslına bakarsan çok bir zaman da sayılmaz. Bütün bir ömrün yanında pek de küçük bir zaman dilimi. Ha hatta ölümden sonra akibetimizde bir değişiklik olur mu bilmiyorum ama hani olursa orada da seninle olacağım, benden kurtuluşun yok hiçbir şekilde. Neyse işte yani 10 diyorum sevgilim boru mu? 10 ay sabrettik birçok şeye, bir sürü güzellik yaşadık, bir sürü şey paylaştık 10 ayda. Hiç aklıma gelmeyen zorluklar da atlattık. İş bulamama/bulma, parasızlık, KPSS, büyükbabamın gidişi, psikolojik çöküşler... 10 ay içinde hep destek olduk birbirimize. Sen olmasan hayat cidden çekilmez bir şey olurdu.


Biliyor musun sevgilim, senden öncesi yok gibi hayatımın. Sanki seninle başladım hayata. Ikınıyorum ama çıkmıyor hiçbir anı. Hani alınması gereken dersleri almışım belli ama olayları, yüzleri hatırlamıyorum. Seninle başladım biliyorum seninle de bitireceğim bu hayatı.


Bir sürü hayalim var hepsi senli. Hepsi ama hepsi.. Ben anne olmaktan korkuyorum biliyorsun ama içimde bir yerde bir çocuk da büyütüyorum galiba seninle tanıştığımdan beri. Senden başka kimse beni anne olmaya ikna edemezdi sanırım. Şimdi bile ikna olmuş sayılmam ama olacak biliyorum. Aslında biliyorsun bendeki duygu değişimlerini, ah hormonlar hormonlar... Neyse senden çocuğum olsun istiyorum, anam babam..!!


O kadar eğleniyorum ki yanında, gülüşlerimin hepsi içten. Bol bol kahkaha atıyorum yanında. Yanında ben oluyorum hiç zorlanmadan. Acaba şöyle yapsam böyle mi der diye aptal aptal düşüncelerde boğulmadan.. Ben ben oluyorum, sen de beni seviyorsun. Şapşallıklarıma bile hayransın ya ben galiba en çok da bunu seviyorum.


Ben senden uzakta bir hayat düşünemiyorum artık. Yanından bir an olsun ayrılamam. AYRILMAM ki neden ayrılayım alla alla..!!


Hımm babam oluyorsun ya hani, ben bunu da çok seviyorum. Saçlarımı okşuyorsun, masal anlatıyorsun bana uzun uzun. Hep mutlu sonla bitiyor dikkatimi çekmedi sanma. Ayrıca o elma senin kafana düşsün e mi? Niye her seferinde benim kafama atıyorsun elmayı anlamadım. Kınıyorum seni sevgilim..


Romantiklik deyince duracaksın orada sevgilim. Çünkü dursan iyi olur, ben romantik değilim. Olamam da. Bu akım beni çok önceden bıraktı. Belki farklı bir yüzyılda olsak en romantik hep romantik kişi ben olurdum ama bu yüzyıl romantizmi kaldırmıyor. Sürrealist sürrealist seviyorum seni. Gerçeğin çok üstünde. Aşk gibi. Bu romantizm değil dikkat et lütfen, hayır değil tabii ki, benden iyi mi bileceksin aaaaa!!


Ne kadar çok ünlem kullanıyorum değil mi?!! Hepsi aşktan. İçimden bağırıyorum da sana ondan, yok yok öyle bağırma değil, böyle şey gibi ımm şey işte "seni seviyorum" gibi.. Aşığım huleyn gibi.. Hani içip içip nara attığım o gece gibi.. "Seviyoruuuum ulaaaaann" Herkes bana bakmıştı hani.


Alnına post it yapıştırmak istiyorum sevgilim. Herkes öğrensin bana ait olduğunu. Evet ben böyleyim ne var..! Bana ait olan sadece benim olur. Top benim oynatmıyorum amasını satayım. Yok aşkım sen top değilsin, benim top. Top dedim de aklıma geldi aşkım: Beni seviyor musun?
Ben seni çok seviyorum da o bakımdan. Bakma sen Nazım'ın Hikmet'ine... Ben elmayı seviyorsam elma da beni sevecek!? Ya toprağın ya midemin.! Nokta bitti yani bu kadar.


Çok mu saçmalıyorum sevgilim.? Bu aralar içimde bir kedi besliyorum böyle mırr mırrr sokuluyor mideme mideme..


Bu yazıyı okursan sen de beni seviyorsun demektir. Ama sakın öğretmene şikayet etme beni.


Sevgilim, potansiyel aile babam. Eşim, yoldaşım, fikirdaşım... İnce gülü fikrimin, bülbülü o mahur bestenin, Müjgan kim ulan!!


Fars şiirleri demiştik ya üçümüz için. Halt etmiş o Fars şiirleri bizim yanımızda.


Sen, uşağımız bir de ben, pippi..


Gidiyorum sevgilim ya da geliyorum işte. Yanından kalkıp yazdım bu satırları. Horlamıyorsun yemin ederim. Ayakların da kokmuyor, o gelen koku benim ayak kokum. Gerçekten çok küçükler ama çok kokuyorlar demek biraz daha büyük olsa... Off ki off..


Uyurken çok güzelsin. Konuşmadığın için muhtemelen..
Şaka yaptım, vurmasana.. Uyurken bana vuruyorsun ya komik, kimseye anlatmıyorum inanmazlar diye.


Ben her haline aşığım senin. Böyle bonus saçların olsa, palyaço burnun olsa, Spock kulakların da olsa severim seni. Benim kal tamam mı? Bak yoksa burnumu karıştırırım karşında, bu kadar da iğrencim.


Seninle farklı bir yüzyılda yaşamayı isterdim bunu da eklemeliyim. Hani 60'lar 70'ler bile kesmez beni. Bambaşka bir yüzyılda. Huzurun olduğu bir yüzyıl oldu mu hiç sevgilim, biliyor musun sen?


Mavi Göl'e gidelim aşkım.. Sinemalarda..!! Off çok mu geç kaldık, olsun biz de evde izleriz.


Rüyanda beni gör. Salıncaktan düşeyim rüyanda ama korkma rüya ya o, acımıyor canım.


Köprüler yaptırdım gelip geçmeye, çeşmeler yaptırdım suyun içmeye Gloommmm..!! Hayrat yaptıracağım senin için aşkım, şart mı ölmek canım aaa..


Sen hiç ölme sevgilim ama olur mu? Söz ver bana nolur ölme.. Ölürsen bir daha hiç konuşmam seninle, salata da yapmam sana, yapsam da sirke yerine limon dökerim üstüne. Ve çorba da yapmam yaparsam da işkembe çorbası yaparım o da hazırlarından yani. Demedi deme, uyarıyorum seni.


Bütün zor zamanlarımda yanımda olduğun için teşekkür ederim bi'tanem. Şu dünyada güzel olan ne varsa hak ediyorsun, misal beni :) Seni çok seviyorum her şeyim benim, çok hem de.


Bekar falan gezmeyelim!!

4 Eylül 2009

Nerede Bu Ülkenin Lezbiyenleri?


Evet sorum bu.
Nereye baksam gay arkadaşları görüyorum. Rahatsız olduğum için değil elbette yanlış olmasın. Lezbiyen sayısının fazlalılığını da biliyorum ama onlara rastlamıyorum hiç.
Nedenini merak ediyorum.?

Çoğu biseksüel olduğu için mi böyle bu durum?
Belki bir erkek çıkar "aşık" olurum, kadınları sevmemden ürkmesin adam diye ilginç bir nedeni mi var?
Yoksa korku mu? Malum bu ülkede lezbiyen fantezisi olan çok sayıda erkek var.

Hımmm.. Aydınlanmak istiyorum..

LezBegüm
Lez_seda
Lez-i Derya
Lezbiyen Melis

Nerede bu kadınlar?