30 Ağustos 2010

Japon Turistler ve Süpersonik Pippim


Dün gece rüyam çok eğlenceliydi yine. Bayılıyorum böyle zamanlara. Hem kontrol edebiliyorum hem de eğleniyorum. Film gibi oluyor.

Dün gece turizmci oldum. Japon turistlerim vardı, ama Alman, İtalyan, İngiliz bir de Temel de karışmıştı aralarına.
Sadece ramazanda çalışan bir işletmem vardı. Turistler oruç tutmayı ve ramazan ruhunu merak ediyorlarmış ve dünya para bayılıp Türkiye'ye geliyorlarmış bunun için. Ben de bu yavruları sahurda besleyip iftara kadar aç bırakarak terbiye ediyordum. Yerel kıyafetler giyip iftar yemeğine geliyorlar, dualarla oruç açıyorlar. Öyle mal mal bakıyorlardı bana. "Allah kabul etsin" dedim bunlara, ciddiye aldım yani rüyayı. 
Sonra bir arkadaşım yanıma geliyor ziyarete, ben de bu turistlerle dalga geçiyorum. "Mal mı bunlar ya, oruç tutmak için buraya gelmenin mantığı ne abi, salak mı bunlar" diyordum. Japonlar da bana mel mel bakıyorlardı. Gülümsedim mi gülümsüyorlardı işte, ne dediğimi anlamamalarını avantaja çeviriyordum. 
Öyle böyle derken uyandım.

Nasılım?

Emmy Seni Dexter Temizler


Evet sayın seyirciler ağzımı bozma aşamasındayım.
Ayıptır günahtır yapmayın etmeyin canlarım cicilerim..
Bıkmadınız mı Mad Men'den.? Her sene her sene Mad Men mi seçilir, bu ne ya?
Dexter alamadı efendim, "En iyi Drama" ödülü yine Mad Men'e gitti . 
Caaaanım Dexter'ın hakkı yendi evet kesinlikle hakkı yendi. Tamam 3. sezon çok iyi değildi geçen sene alamamasını anlarım ama 4. sezondan bahsediyoruz arkadaşım.
Tamam Mad Men de kesinlikle güzel ama Dexter'ın 4. sezonu başkaydı. Ağlamak istiyorum bildiğin aaa..

Neyse üzülme sen yavrum biriciğim Dextercığım, bu sezon öldürmeden önce porno kaydı çekersin, bu da senin yeni fantezin olur mesela, he olmadı benimle evlen biz yaparız bir şeyler.. Alalım bu ödülü seksse seks arkadaşım..

Dexter'ın 5. sezonu da geliyor bu arada. "26 Eylül" yazın bunu kenara köşeye. 
Hiiçbir fikriniz yoksa Dexter hakkında oturun izleyin geçmiş sezonları, adamı hasta etmeyin. Aaaa zaten regl olmak üzereyim, salarım sinirlerimi üzerinize uğraşırsınız sonra.

27 Ağustos 2010

exces

Ben bir yandan eski yazıları ekliyorum haberiniz ola. Eliyorum ama bazılarını. 1000'e yakın yazıyı da bir zahmet eleyeyim zaten. 
Reader'a etki etmedi şimdilik, sanırım eski tarihli olarak gönderdiğim için. O yüzden şimdilik sıkıntı yok bakalım. Eğer reader'ı etkileseydi, birkaç taneyle sonlandıracaktım bu işi ama madem etkilemiyor, çok gereksiz olanlar haricini ekliyorum. 
Bir de bir şey var:
Ces'teki yazıları buraya aktarırken bir günde çok fazla yazı yayımladığım için kelime doğrulatmaya başladı. Ve şunu gösterdi bana:


Kesin takip ediliyorum, kesin. Bu ne ya? Bir insan evladına yapılır mı bu he, yapılır mı??

Bilmeyenler için not: Eski blogumun adı ve eski ben oluyor CES.

26 Ağustos 2010

Meme Kanseri ve Meva


MevaMeme Vakfı. Meme Kanserinin erken teşhisle tedavi edilebileceğini vurgulamak için ve kanserli hastalara her şekilde destek olmak için kurulmuş bir vakıf.

40 yaş ve üstündeki kadınlar 1-2 yılda bir mamografi çektirmeliler. Ailesinden dolayı meme kanseri riski taşıyan kadınlar ise 40'tan önce mutlaka kontrole gitmeli.
Meme kanseri konusundaki ilk kontrolleri kişi kendisi de yapabilmekte.
Memede eğer bir kitle hissediliyorsa doktora başvurulmasında yarar var.
Gençlikte önemsiz gibi görülen bu ayrıntılar ilerde yaşanacak büyük sorunları engelleme yönünden çok büyük önem taşımakta.
Ayrıntılı bilgiye şuradan da ulaşılabilir: kanserleyasamak.org

Neeeeyse



*KPSS'den sonra kendimi toplayabilmiş değilim, hep üzülecek kafaya takacak bir şeyler çıkıyor. Elimden geleni yapıyorum ama olmuyor. Haberleri izlemeyeyim, bana ne dünyaya ne oluyorsa olsun diyorum ama çok fazla dayanamıyorum, yine başlıyorum.

*Bugün bir akrabamız aradı, normalde ben 2 senedir sınavla ilgili sorulardan bıktığım için ne sokağa çıkıyorum ne de eve gelenlerin yanına iniyorum ama işte boş bulundum telefona bari çıkayım dedim. Kadın nasılsın bile demeden sınavımı sordu. Torunları benim arkadaşımdı. Bir tanesi bugün çocuk sahibi olmuş da onu müjdeledi imalı imalı. Diğer torunu da 1 dolu karne- kız meslek- 2 yıllık çocuk gelişim- 40 puan kpss ile öğretmen olanlardan. Anlatamıyorsun işte. Kendi torununu benden üstün görüyor, bana laf sokuyor. La havle.. Herkesin derdi farklı ama anlatamıyorsun.

He bu konuyla da ilgili şu gelişmeler var efenim. Son olayı anlattığım yazımı gördünüz iyi kötü işte. Olaydan haberiniz var en azından. Bu olayın böyle kapanacağını da söyleyebilirim sanırım. KPSS'ye uzak arkadaşlar sınavı ben evde çözdüm hepsini yapmak imkansız değil neden bu kadar büyütüyorsunuz diyebiliyor. Anlatamıyorsun, ikinci oturumun eğitim bilimleri olduğunu ve ÖSYM'nin bile soruların tamamını doğru hazırlayamadığını.. Neyse evet ben aptalım evet, kabul ediyorum. Ondan yapamadım bu sınavı, ondan geçemedim. Artık kabul ediyorum. 
Şimdi anlamamak için direnen insanlar, birilerine çocuklarını kaptırdığında sakın ağlamasın, üzülmesin. "Tesadüf"tür, endişelenmeye gerek yok, olmayacak bir şey değil, "imkansız" diye bir şey yok ne de olsa. Sakın sakın, eğitim sisteminden şikayet etmeyin, tesadüf işte her şey, olabilir. 
Ben mi? 
Çok düşündüm, ve artık hayatımı daha fazla ezdirmemeye karar verdim. Başkalarının zannettiği gibi çalışmadan girmedim bu sınavlara. Çalıştım eşek gibi. 2 senem mahvoldu. Bu sınavdaki olay fark edildi ama önceki senelerde ne olduğu belli değil. Bu sınav puanları iki sene geçerli olduğu için seneye de etki ediyor ayrıca bu saçmalık..
Bu arada ben öğrendim nasıl ne olduğunu bu sınavda. Öğrenen başka arkadaşlar ellerindeki bilgilerle beraber savcılığa da gittiler tekrar. Şu saatten sonra umurumda değil. Adaletten bahseden Nimet Hanım bile tenezzül edip ertelemiyor atamaları. Düzenbazları çocuklarınıza öğretmen olarak göndermek için can atıyor herkes. Memnunsunuz ama değil mi? He tamam o zaman benim için de sorun yok.
Bundan sonra öğretmenlik bitmiştir efendim benim için. Şimdiki ve gelecekteki ailemle konuştum, bana hak verdiler, destek oldular. Bundan sonra KPSS'ye girmeyeceğim. 
1,5-2 sene sonra da Bulgaristan'a yerleşiyoruz eşim olacak güzel insanla. Burada yaşanamayacağını, hele de çocuk yapılamayacağını biliyorduk zaten ama içinde bir umut oluyor işte insanın. Bu son olay o umudu da kaybettirdi. 
Gurbet neresi ben öğrendim. Ve başka bir ülke benim için gurbet değil artık. Ben burada, doğduğum ülkede yaşıyorum gurbeti. Aldığım havanın, yemyeşil bahçemizin, tanıdığım yüzlerin en tahammül edilmez hallerini yaşadım son iki senede. 
Önceden yurt dışına yerleşen insanlara mücadele etmediler düzeltmek için diye kızıyordum ama ne için, kimin için mücadele?? Onlar için çaba veriyorsun ama sana açıkça "salak" diyorlar. Hiiiç gerek yokmuş gerçekten. Bırakıyorum. 

Kendimi çok eleştiririm öyle ki, başkalarının bende bulacağı bir kusur benim daha önce fark etmediğim bir kusur olamaz asla. Kendime de güvenmem normalde. Ben sadece öğretmenliğimde kendime güveniyordum. Hele de denedikten sonra yapabildiklerimi gördükten sonra... Çok güzel şeyler yapabilirdim ama olmadı. Ömrümü daha fazla ezdirmeyeceğim. 
Durum budur efendim. Sınavın da, sistemin de, öğretmenliğin de canı cehenneme. 
Madem herkes memnun halinden, beni de ilgilendiren bir şey kalmıyor artık.

Eylülde dikiş kursu başlıyor, ona gideceğim. El sanatlarında zaten başarılıydım ben. Dikiş dikerim, dantel örerim, örgü örerim, kontrplaktan sanat eserleri yaparım, takı da yaparım.. Elim bu tip işlere pek yatkın. Şimdi bunlara ağırlık vereceğim yeniden. Yavaş yavaş satarım elden. Bakalım başka iş fırsatları çıkarsa da bilgisayarla ya da yazıyla ilgili onları da değerlendiririm. Yaparım bir şeyler.. Hayırlısı olsun.

Duyuru gibi bir şey bu kısım önemli:
1) KPSS muhabbetinden illallah dedirttiğimi biliyorum, yukarıda da anlattığım gibi bitti bu iş efendim. Daha da ağzımı açmayacağım. -Dilerim-

2) Eski yazılarımı yayınlayacağım peş peşe, Reader'dan takip eden arkadaşlar bana küfretmeyin, baştan uyarıyorum. Benim yazılarımın olduğu bölüme gelip Tümünü okundu olarak işaretle derseniz kurtulursunuz. 50-60 yazıyı görünce gözünüz korkmasın. 
Beni merak eden yeni arkadaşlar da istiyorlardı eski yazılarımı, o yüzden anlayışlı olursanız çok memnun olurum. Bir kerede kurtulmak istiyorum eski yazılardan. Bir daha rahatsız etmeyeceğim, söz. 

Durumlar budur işte efendim. Neşeli, güllük gülistan yazılar yazmak istiyorum, başaracağım inşallah :)
Öptüm çüüzz

24 Ağustos 2010

24.08.2009




"Ölüm evet.
Aynı evde yaşadığım büyükbabamı kaybettim.
Hastaydı uzun zamandır, prostat kanseri onu çok yordu, hastalığı yendi ama kalp, şeker, tansiyon...
Son iki üç haftadır iyice hastalanmıştı. Tuvalete zor götürüyorduk. Cumartesiden beri geceleri bekledim, uyumadım hiç, seslenirse duyayım diye. Seslendi, koştum, kaldırdım zar zor tuvalete götürdüm, hep gülüyordu.
Son iki gündür yataktan da kalkamaz olmuştu. Ailem doktora götürmek istiyor ama ambulans ve dahası daha da yorar diye emin de olamıyordu. Doktorlar eve gelmiyorlardı. Salı günü artık tak etti kardeşimle, bana. Acildeki doktoru eve gelmeye ikna etmek için onunla konuşmaya hastaneye gittik. İkna ettik, arabaya bindik eve geldik, koşa koşa çıktım merdivenleri kapıyı anahtarla açtım, doktor, ben ve kardeşim içeri girdik, babam odadan dışarı çıktı ağlayarak, "Kaybettik" dedi. O an değişti birden her şey, karardı gözlerim.. Odaya nasıl girdiğimi bilmiyorum. Girdik, doktor muayene etti son kez. "Başınız sağ olsun" dedi, masmavi gözleri açıktı büyükbabamın, doktor kapattı gözlerini.
Hastaneye gitmeden önce "Nereye gidiyorsunuz beni bırakıp?" der gibi baktı büyükbabam. "Geleceğiz" dedim. "Hemen geleceğiz." Elimden tuttu beni kendine çekti, yüzümü okşadı, ben de öptüm onu. Gözleriyle takip etti beni ben odadan çıkana kadar. Bilmiyordum tabii, aklıma bile gelmemişti, "son bakış" olduğunu bilmiyordum bunun.
Öptüm hep büyükbabamı, eskisi gibi, öptüm yüzünü bir sürü, saçlarını okşadım uzun uzun. Yıkanıp kefenlenmek için götürülene kadar öptüm onu. Battaniyeye sardılar, götürdüler, ayakları açık kalmıştı, öptüm ayaklarını, üşümesin diye örttüm.
Tabutla geldi sonra. Saatlerce izledim o tabutu, içinde büyükbabamın olduğuna inanmadan izledim tabutu.
Saatler geçti öylece. Sabah oldu, ezanın ardından büyükbabamın öldüğünü söylediler yaşadığım ilçeye. İnanmadım.
Köpeğimiz var bizim, adı Efe. Büyükbabam çok severdi Efe'yi, çok iyi anlaşırlardı. Aslında büyükbabamın sevmediği biri de yoktu ki. Efe'nin yanına inip büyükbabamın öldüğünü söyledim. Ağladı saatlerce. Gerçekten ağladı. Ben beni anladığından şüphe ediyordum ama anlıyormuş işte, cümlem biter bitmez ağlamaya başladı. Büyükbabamın tabutunun olduğu odadaki pencerenin altına geldi, büyükbabam gidene kadar ağladı. Herkes hayret etti, kimse inanamadı. 
İlan verdiler, 4 kez söylendi büyükbabamın öldüğü, yine inanmadım. Hep başka gidişleri dinlerdik, bizim başımıza gelmez sanarak dinlemişiz meğer.
Öğlen oldu namaz için aldılar omuzlar üstünde gitti. Ben büyükbabamı okul için bile bırakmadım, hiç ayrılmadım onun yanından, gidemedim, şimdi mi bırakacaktım, hayır, o kalabalığın arkasından ben de gittim. Namazını izledim uzaktan. Sonra mezarlığa gittik. Babam mezarın içine girdi yerleştirdi büyükbabamı yerine, tahtalar koydu -ne zaman çürür acaba tahtalar hiç çürümese, toprakla kaplanmasa büyükbabamın üzeri-. Sonra babam çıktı mezardan büyükbabam yalnız kaldı orada. Üzerine toprak attı herkes.. Kapattılar büyükbabamın üzerini. Kapattılar. Gidemedim hiç, kalmak istedim. Ayrıldım sonra ben de diğerleri gibi, yalnız kaldı büyükbabam.
Eve geldim. Yatayım, uyuyayım hiç uyanmayayım dedim olmadı. Uyuyamadım. Kalktım migren nöbetimin başladığını fark ettim işte o an. Başımı eğdim yana, kaldıramadım, gözlerim şişmişti, kim görse beni, ne oldu sana dedi, neden böyle oldun..!? Anlayamıyordu kimse onu ne kadar sevdiğimi, benden eksilen şeyi.
O beni karşılıksız seven tek kişiydi. Tek kişi... Bir daha öyle biri olmayacak hayatımda. Kimse beni karşılıksız sevmedi, annem babam bile.
Eve biraz geç kaldığımda merak edip ağlayan biriydi büyükbabam. Onun o masmavi gözlerini arkamda bırakıp gidemedim hiçbir yere. Büyükbabam dedim, onun için kaldım dedim.
Büyükbabam öldü dediğimde insanlara anlatamıyorum aslında giden kişinin benim için anlamını. Herkesin büyükbabası gibi değildi o, değildi. Babamın senelerce varlık ile yokluk arasında bir yerde olduğunu bilmiyordu kimse, babamın bana yaşattıklarını, o eksiklikleri kapatan kişinin büyükbabam olduğunu, onu evde göremediğimde onu bulana kadar fır fır döndüğümü bilmiyor onlar. Yemek yediğimde sevinen, uyandığımda benden önce Günaydın diyen, yorulduğumda göğsünde dinlendiğim adamdı o. Elinden tutup çarşıya giderdik, elindeki paketleri alırdım. Hep de çikolata alırdı bana, hep beni beslemek için bir şeylerle gelirdi. Başka bir şey yemiyorum diye ne görse alırdı ne görse.. Helva seviyorum diye helva alırdı. Babam sipariş ettiklerimi bile almazken büyükbabam neyin eksik olduğunu bilip alırdı. Harçlıksız bırakmazdı hiç, "Paran var mı kızım" diye sorardı, "Bir ihtiyacın var mı?". Kendi battaniyesini bana örterdi, ben ne zaman uzansam kanepeye, getirirdi o battaniyeyi, bilirdim gelirdi o battaniye. Sırtım kaşınırdı mesela, annem babam bile ilgilenmezdi ama büyükbabam çağırırdı hemen yanına, bıkmadan, ben tamam diyene kadar kaşırdı sırtımı. 
Klişedir mesela beyaz gelinlikle göremedi derler. İnsan istiyor mesela evlendiğim adamı yanımda görsün, bana iyi bakacağını gözleriyle görsün ona oğlum desin. Çocuğumuzu alsın kucağına, sevsin onu, öpsün koklasın. Bunları çok isterdim.
Öğretmen olduğumu görsün ve.. Ben nasıl küsmem şimdi her şeye. İlk maaşımla alırım size dediğim onca şey kaldı öylece. Yok..
Kuş tuttum sana der avcunun içini bir açardı: Çokoprens..
Oturduğu sandalye, eve gelişimi izlediği camın önündeki o koltuk, kol saati, dişleri, bastonu... Her şey yerli yerinde, bir o yok.
Ben şimdi bu evde onsuz ne yapacağım hiç bilmiyorum. Toparlanırım görünürde, yine kan tükürürüm de kızılcık şerbeti içtim derim, kimse anlamaz şu odada tek başıma yaşadıklarımı, bir ben bilirim bir de Allah.. Keşke ben de bilmesem keşke.. Hani geçer unutursun, alışırsın diyorlar ya, demesinler, "Sen bilemeyeceksin geçmediğini ama geçmeyecek bu." demek istiyorum diyemiyorum. Büyükbaba sizin için babanın babası ama benim için baba..
Babam, büyükbabam gittiğinden beri dimdik.. Korktum önce, ağlasın dedim, bağıra bağıra ağlasın. Büyükbabamı gömdükten sonra gitti mezarın başına, tek başına ağlamış. Büyüdü sanki iki günde, büyüdü babam. Babamın alkolü bıraktığını gördü büyükbabam ben bir de bununla teselli buluyorum.
Babaannem.. Seviyorum babaannemi ama sadece yaşlılara duyduğum saygı ve sevgi, gerisi yok. Yani herhangi bir yaşlıyı da getirip koysalar onu da babaannemi sevdiğim kadar severim.
Büyükbabam, babaannemin yüzünden öldü. Ömrünü yedi büyükbabamın da.. Şimdi bekliyorum acısının yavaş yavaş, sindire sindire çıkmasını.. Büyük bir hazla seyredeceğim. Ben odamdan çıkmam, annem ev işlerine sarar, kardeşim okula gider, babam işte olur ve babaannem yıllardır ömrünü zehrettiği adamın yokluğunun ne demek olduğunu anlar, anlasın.
Melek gibi bir adamdı büyükbabam, bildiğin melek..
Ben şimdi burada gerçekten yalnızım işte."

***
Geçen sene yazmıştım bu yazıyı. 
Siz gideli bir sene oldu büyükbaba. Bir sene oldu..
Kolay değildi, hiç kolay değildi. Gittiniz ya siz, bu ev de bitti sizin gidişinizle birlikte. Anlatacak çok şeyim var hepsinden bahsedeceğim.

Siz gittiniz. Ben şaşırdım, gerçek bir şaşkınlık. Adımı sorsalar düşünüyordum adım ne diye, iki haftam böyle geçti. Yokluğunuzun "gerçek" acısını ilk kez eniştemle torununu izlerken, daha siz gideli birkaç gün olmuşken yaşadım. Torunu geldi eniştemin yanına "Dede sırtımı kaşı" dedi. Bu cümleyle ağladım ben, eniştem torununun sırtını kaşırken ben ağlıyordum. Artık siz yoktunuz, anladım.
Sonra evde kalamayacağıma karar verdim zaten. Hemen dilekçe verdim ve ücretli öğretmenliğe başladım, uzak bir köyde. Daha yoldayken anladım, insanın kendinde olan bir şeyden kaçamayacağını. Minibüste size benzeyen bir amca vardı, aslında herkes size ne kadar benziyor, bunu zaman ilerledikçe gördüm. Amcanın elleri sizin elleriniz gibi tombik tombikti, kırmızıydı, saçları aynı sizin saçlarınız gibiydi. Yolda bir yerde mola vermiştik, bizi minibüste bekletti, alışkınım ama ben, hiç kızmadım. Aynı sizin gibi elinde ekmekle döndü minibüse. 
Göreve başladım ama her şey o kadar yeniydi ki, her gün ağlıyordum, hep bir şey çıkıyordu karşıma sizi hatırlatacak. Aslında başka bir şeye bile gerek yok, unutmak istemiyordum da zaten hiçbir şeyi. Bir gün yan dairedeki öğretmen mevlit okutacakmış, beni de çağırdı. Zaten 5 kişiyiz gideyim dedim. Dayandım dayandım dayandım ama sonra kaçtım oradan koşarak. Ağlarken bağırabildiğimi siz gittikten sonra gördüm. 
Gittikten bir iki hafta sonra yüzüm şişti ve rapor alıp eve gelmek zorunda kaldım. Oturma odasının kapısını açmak için elimi uzattım ve o kapı açma gibi kısa bir anda "yaşasın, şimdi büyükbabam sarılır bana kocaman.." diye düşünüp kapıyı açtım, gerçekten unutmuşum büyükbabamın öldüğünü. Kimseye bir şey diyemedim ama yeniden yıkıldım. Oturma odasındaki yeriniz boştu.
Sonra bir de geçenlerde komşumuzun dükkanına gittim, sohbet için. Bir amca geldi. O kadar güler yüzlüydü ki aynı sizin gibi. Saatini çıkardı, pil taktırmak istedi. Aynı sizin gibi o da saatine düşkün biriymiş. Sonra yanıma oturdu. "Sabah lazım oluyor, kolumda olması iyi oluyor hemen kalkıyorum" dedi gülerek. O kadar güler yüzlüydü ki.. Ben yine ağladım tutamadım kendimi, yine kimse görmedi neyse ki. 

Bir de rüyalar.. Beni hiç ihmal etmediniz, evde herkes kıskanıyor beni. Kimsenin rüyasına gelmemişsiniz ama hemen hemen her hafta görüyorum sizi. En başta ölmediğinizi aslında her şeyin yanlış anlaşıldığını görüyordum sonra bana destek olmaya başladınız. En son mesela kpss sonuçlarını öğrendiğim gece yanıma yatıp saçımı okşadınız. Hatta ertesi gün sizi ziyarete gelmiştim de başıma bir sürü iş açmıştım. 
O gün de anlattım bir sürü şeyi aslında. Aile karman çorman oldu büyükbaba. Halamın torunu babamı bir sürü borca soktu, ödeyemecek de sanırım. En son bizim eve gelecekler gibi geliyor. Bu ev bizim için çok değerli. Sizin anneniz babanız burada yaşadı, siz burada yaşadınız babam burada büyüdü ben burada büyüdüm. Bir sürü anımız var değil mi büyükbaba? Korkularım var işte. Aslında benim çocukluğumdan beri en büyük korkum sizi kaybetmekti. Büyükbabam ölürse ne yaparım, büyükbabam giderse ne yaparım.. Ve sonra oldu işte... Kendimi bu duruma hazırlamamış olmasam mümkün değildi, kalıp yaşamaya devam etmem. Ben aslında ilk ne zaman düşündüm ölebileceğinizi, o zaman beşinci sınıftaydım sanırım. Bana silgi almıştınız, turkuazdı, bir tarafı silgi bir tarafı fırçaydı. Onu kullanmama kararı almıştım, bir gün büyükbabam giderse buna bana hatıra kalsın demiştim. Neden böyle der bir çocuk bilmiyorum ama iyi ki de demişim. İyi ki de başıma gelmez diye düşünüp boş beleş yaşamamışım. 

Babam alkole başladı yine. Öyle eskisi kadar olmuyor aslında ama bir gün eve 5'te geldi, tam ben onu aramak için ayakkabılarımı giyerken... Eve elinden geleni yapıyor, alıyor ediyor ama sizin kadar değil gerçekten. Ne kadar çabalasa da sizin gibi olamayacak biliyorum. Bunu o da biliyor belki.. Hep bir şeyler eksik evde. Domates olsa peynir yok, peynir olsa zeytin yok. Bana özel bir şeyler de almıyor. Siz bana mekik ekmek alırdınız, ekmek arası yapayım diye ama almıyor babam, köy ekmeği yiyecekmişim. Un kokuyor hep.

Hamakta sallanamıyorum ben, denedim aslında ama olmuyor. Geçen sene ben hamakta sallanırken gelip beni izlediğiniz aklıma geliyor. Hatta oturduğunuz sandalyenin yeri bile aynı. Gözüm hep oraya gidiyor. El sallaşacakmışız gibi geliyor yine.
Bazen orada burada büyükbabasıyla tavla oynadıklarını söyleyenler oluyor. Kıskanıyorum. Biz de oynardık değil mi büyükbaba? Bütün o terimleri öğrenecektim güya. Hiçbirini öğrenemedim, zaten artık bir anlamı da yok.

Bayram gelecek yine. Nefret ediyorum bayramlardan. Elini öpeceğim bir büyükbabam yok. Meğer bayram sadece büyükbabamın elini öpmekmiş benim için. Sizsiz bayramlarda erken de kalkmadım hiç, anlamı yok ki.. Kravatını takıp beni bekleyen bir büyükbabam yok. Hiç hiçbir şeyin anlamı yok..
O kravatınız bende, güneş gözlüğünüz bende.. Saklıyorum, saklayacağım. Bana aldığınız o ışıklı çakmağı da saklıyorum, sizden kalan her şeyi saklıyorum.

Daha bir sürü şey var aslında ama...
Alışamadım büyükbaba, bu evde siz olmadan yaşamaya alışamadım. Alışamayacağım da.!
Sizi çok seviyorum! Çok seviyorum sizi.!


19 Ağustos 2010

2010 KPSS Hakkında


Nereden başlamalı ne demeli bilmiyorum. 3 senedir yazıyorum bunu, bilmiyorum okuyan arkadaşlar sıkıldı mı ama ben artık sıkıldım, yoruldum, çok yoruldum. 
KPSS saçma dedim. Neyi ölçtüğü belli olmayan bir sınavla öğretmen/memur alınıyor dedim. Öğretmen olmak sadece üniversiteyi kazanmakla, çok yüksek puan almakla bile olacak iş değilken önümüze bir de KPSS gibi işe yaramaz bir sınav getiriliyor dedim. Bugüne kadar bu yazdığım yazılarla ilgilenenler sadece mağdurlar ya da mağdur tanıdığı olanlar.. 
Bangır bangır bağırıyoruz ama kime ne değil mi? Hiçbirinizin çocuğu bu lanet sistemin yetiştirdiği işe yaramaz öğretmenlerin eline teslim edilmeyecek değil mi? Hiç işte okula gitsin de gerisi mühim değil, değil mi?
Anlatayım yine durumumu: ÖSS'de Türkçe öğretmenliğinin puanı yüksekti efendim, çalıştık kazandık neyse, derslerimiz zordu, gerçekten zordu. Mezun olmamıza bir ay kala, okulu bırakmayı düşünen hatta "İntihar edeceğim yeter artık" diye ağlayan arkadaşlarım oldu. Hayır, sorun bunlar değil; sorun, bunların karşılığını alamamış olmamız. Ne oldu, mezun olduk ve dediler al sana KPSS.. Kaç senedir görmediğim derslerden tekrar sınava giriyorum, neden, canları öyle istiyor çünkü. Kusura bakmasın da kimse, o sınava hazırlanmak için çalıştığımız konuların hiçbiri beni zerre ilgilendirmeyecek ileride. 
Anlamıyorlar, tarih diyorlar her zamanki konular işte, yıllardır öğrenmiş olman lazımdı. Tarih kocaaaamaaan biliyor musunuz, sınırı yok. Formül ezberleyip farklı durumlara uygulamakla olacak bir şey değil.
Neyse en güzeli bir örnekle açıklamak KPSS'nin gereksizliğini. Son sınıftayız, mezun olmamıza bir iki hafta kalmış. Hoca, arkadaşlarımızdan birini tahtaya kaldırıyor. Basit bir cümleyi tahlil etmesini istiyor. Yapamıyor, yardımlarımızla hallediliyor, sıra kelimelere geliyor, yine yook.. Adam çekim eki ile yapım ekini ayıramıyor. Cümlede hangisi tümleç hangisi özne bunu ayıramıyor. Eğitimin seviyesi bu yani. Heh bundan da geçtim. Çocuk KPSS'ye girdi haliyle, ilk sene kazandı gitti. 2 senedir öğretmendir kendisi, Türkçe öğretmeni. Evet, özeti budur durumun, varın siz düşünün gerisini.

Sistem berbatken bir de malum sistemi daha da nasıl bozabiliriz diye düşünüyor olmalılar ki her sınavda bir skandal yaşanıyor illa, olmazsa olmaz oldu artık. Geçen sene de benzer bir yazı yazmıştım mesela. Seneye de yazabilirim, olacak olan o. Kendimden de utanıyorum, sesimizi duyuramadığımız için.. İzin vermiyorlar gerçi, haberlere konu olmamız için ne yapmamız gerekiyor daha bilemiyorum. 

Bana diyorlar ki "Git dershanede çalış." Olmuyor arkadaş o dediğiniz, benim karakterime, yaşayışıma, inançlarıma ters. Salağım belki gözünüzde, ama köylerde, minicik kasabalarda eğitim görmek için çırpınan ama olan potansiyelini imkansızlıklar yüzünden değerlendiremeyen o kadar çok çocuk var ki.. Kendine güvenen bir insan değilimdir genelde, ama öğretmenlik başka. O konuda kendime çok güveniyorum. Lafta da değil, ücretli öğretmenlik yaptığım bir dönem boyunca gördüm ne yapabildiğimi/yapabileceğimi. Öğrencilerin ahmak olarak görüldüğü bir okuldaydım. Hiçbir şeyden anlamıyor bunlar, anlatıyorsun anlamıyorlar denilen öğrencilere konuları eksiksiz olarak "öğrettim", bundan da geçtim şarkılar besteledi, şiirler yazdı, resimler yaptı bu öğrenciler. Özgürce, suçlanmadan konuşmayı öğrendiler, bilemediklerinde başlarına bir şey gelmeyeceğini öğrendiler, sayısız kitap okudular.. Kardeşliği öğrendiler, insanları yaftalamadan sevmeyi öğrendiler, temizliği öğrendiler, kibarlığı öğrendiler, saygıyı öğrendiler. Hayatımda ilk kez gurur duydum kendimle. Onca başarıma rağmen kendimi hiç beğenmemişim meğersem, ama o çocuklardaki değişimi gördükten sonra kendimi sevdim. 
Ben bunun için öğretmen oldum çünkü. Para kazanmak için yapılacak iş değildir öğretmenlik. Emek ister, ben o emeği seve seve vereceğim dedim. Başka arkadaşlarım dershanelerde de çalışsın elbet, onları suçlayamam, sistem bu çünkü. Ama işte bu, inandığım her şeye ters. Kardeşim indirim kazandı, o şekilde yazıldı dershaneye. Çok  çok az bir para ödemesi gerekiyordu babamın ama onu bile ödeyemeyince kardeşime dergi vermeyip herkesin içinde "Siz dershane parasını vermediğiniz için dergiyi sekreterlikten alacaksınız." denildi. Ergenlik zamanlarını bilirsiniz, normal midir bu? Bunu bir öğretmen onaylayabilir mi? Eririm ben dershanede, eririm.. 
Çok hayalciyim değil mi? Bence değilim, gerçek bu. Olmayan bir şeyi anlatmıyorum, olanı söylüyorum. Sadece ülkemin doğusu mahrum zannediliyor her şeyden ama değil, batısı da böyle maalesef. Doğuya kimse gitmiyormuş da orada kimse durmuyormuş. Ben giderim diyorum, bunu atanamadığım için söylüyorum sanılmasın, en başından beri bunu söylüyorum ben. Giderim, kalırım her şartta çalışırım diyorum, kendimce söylenirim en fazla ama bırakıp da gitmem.. Gönderilmiyorum.. 
Geçen yıl derslerine girdiğim öğrenciler beni görünce şunu dediler:
"Öğretmenim, biz sizi çok bekledik."
Çocuklar öğretmen bekliyor!!!
Milli Eğitim çökmüş durumda. İnsanda azıcık ar olur da ben beceremiyorum deyip çekilmeyi bilir ama demek ki amaçladıkları şey içinde bulunduğumuz şu lanet durum olsa gerek ki hâlâ mutlu mesut görevlerine devam edebiliyorlar. 

2010 KPSS
Eğitim bilimlerinde 500 kişi 120'de 120 yaptı deniliyor. Vay arkadaş.. ÖSYM, 120'de 120 soruyu hatasız hazırlayabildi mi ki adamlar 120'de 120 yapsınlar.?
Sorular kolaymış (!) Kral Çıplak biliyor musunuz acaba? Ben biliyorum da hani bilmiyorsanız diye. 3 senedir giriyorum ben sınava.  Her sene biraz daha biraz daha biraz daha çalışıyorum. Hayatımda duymadığım terimlerle doluydu sınav. Neresi kolaydı? En biliyorum diyen bile 120'de 120 yapamazdı, kaldı ki 500 kişinin yapması imkansızı bile aşıyor. 
İlk duyduğumda, bir kişi yapmış sandım, imkansız gibi görünüyor ama olabilir dedim, belki gerçekten aşmıştır kendisini, ki gerçekten o sınavda bu bile imkansızdı. Sonra sonra rezillikler ortaya çıkmaya başladı. 500 kişi denildi, 500 kişi.. Artık bizi nasıl salak yerine koydularsa adamlar öylesine bir iki soruyu yanlış işaretlemeye bile tenezzül etmemişler. Bu 500 de tenezzül etmeyen kişiler, bir de bunun bir iki yanlış olsun işaretleyeyim de soruları aldığımız belli olmasın diyenleri vardır malum. 
Eğer 10'dan fazla kişi 120'de 120 yapmışsa soruların çalınmış olması benim için kesindir kimse de değiştiremez bendeki bu fikri. Ki zateeeen kaç 10 bulundu, ohhh meaşallah.
Ayrı ayrı kişilerin anlattıkları olaylara göre çıkacak soruları sınavdan önce bilen koca bir güruh var. Ama gel gör ki bunun ispatı yok. Gerçi gören göz için soru kitapçıklarını incelemek bile çözümdür şu durumda ama neyse.. Anlatanların da desteğiyle ulaşılan yer: Gülen cemaatine ait dershaneler.. Onlar suçludur diyemem, dediğim gibi fazlaca kanıt yok kimin ne yaptığını anlamak için, kanıt olamayacağını da bildikleri için zaten 120'de 120 yapmaktan çekinmemiş adamlar.

KPSS 2010 skandalı hakkında konuşan benim gibi insanlar hakkında Ünal Bey'in yaptığı yorum: "Mutsuz insanların feryadı"
Yapamadığımız için, bu sınavı atlatamadığımız için bağırıp duruyoruz değil mi?
Ben mesela skandal olmasa da atanamayacaktım muhtemelen. He bu da benim suçum değil. Bu sistemin suçu. Yanlış bir sisteme inanacak kadar "ayarlayamamışım" kendimi belki de. 
Verdiğim emek, kaynaklara yaptığım masraf... 3. girişim siz hesaplayın işte.. Saatlerce, günlerce çalıştım bu sınava. Bir dünya kaynak aldım, olmayan paramla.. Başkalarından borç aldım. 
ÖSYM başkanının yaptığı basit açıklamalar bu skandalı reddeden değil aksine destekleyen açıklamalardı. İdiot olsa fark eder bunu. Yok saymaya çalışıyorlar bu kesin.
"500 kişi değil birkaç yüz kişi" açıklaması da ayrı enteresan. "Belki çalıştılar yaptılar ne belli" ise hepten komik. Onu biz değil siz belli edeceksiniz efenim, biz işaret ediyoruz, gerisi size kalmış. He bir de "Sorular çalınsa şimdiye kadar haberimiz olmaz mıydı?" da demiştir kendisi. 

Bir de "Konuşacağınıza çalışın da siz de yapın" diyen geri zekalılar var. Geri zekalı evet, başka türlü tanımlayamıyorum bu arkadaşları. Ölçmüyor diyoruz, neyi ölçtüğü belli değil bu sınavın diyoruz. Verim ortada diyoruz, çalışın da yapın diyor adam. Motivasyonu bozan o kadar çok neden var ki, yapabilecekken bile yapamaz hale geliyorsun. Her sene biraz daha umutsuzluk, biraz daha belirsizlik.. Ben konuşmayayım, çalışayım ama yine, sonra birileri kopya çeteleri kursun, soruları/cevapları çalsın.. İyiymiş, senin mantık. 
İlkokuldan beri başarısız olan bir zat, karnesi kırıklarla dolu biri birden öğretmen oluveriyor ama sen yıllardır ter içinde emek vermişsin, KPSS'de takılıp kalıyorsun? Bu mudur sizin adaletiniz? Sıfır puanla, 12 puanla atananlar varken benim 85 üzeri bir puan almam gerekiyor. Hey maşallah.. Sistem mükemmel, ben ahrazım yani. 

Başka işler yapın diyen arkadaşlarıma da lafım var. Öğretmenlik, halkla ilişkiler okumak gibi değil. Yapabileceğin fazla bir iş yok. Öğretmenlik işte her şekilde sadece çalışacağın yerler değişiyor. Dershane, özel okul, özel ders ya da Milli Eğitim. Herkesin branşı bu seçenekleri bile sunmuyor, mesela benim branşımda kimse özel ders almak istemez, dershaneleri şimdiye kadar doldurdu zaten arkadaşlar, keza özel okullar da böyle.. Yani herkesin karşısına aynı olanaklar burada da çıkmıyor maalesef. Denedim, başka bir işte çalışmayı da denedim ama olmadı. Gözümün önüne beni bekleyen çocuklar geldi, anlattıkça abarttığımı sanıyorsunuz biliyorum ama değil işte. 700 liraya güzel bir iş bulmuştum, masa başı. Hem de devlet dairesinde ve kendi şehrimde ama olmadı işte.. Çocuklar beni beklerken ben müdürlerin açmayı beceremedikleri msn'lerini açmak için çalışıyordum, yeni araba alan müdürün arabasını inceliyordum (zorla).. Mahalle baskısı mı deniliyor şimdi, o da cabası.. Öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğu öğretilmiş yıllarca -ki benim gözümde de öyleydi- insanlar başka iş yaptığımı görünce aşağılıyorlardı. Hadi birini umursama, diğerini umursama ama bitmiyor ki.. Yapabileceklerine bakıyorsun, çooook şey.. Yaptığına bakıyorsun, hiiç.. İşe yarayabilecekken yarayamamak.. Bu ağırlık insanı intihara götürüyor işte. 
Başka iş yapsan da evde otursan da aynı düşünce buluyor seni eninde sonunda. 

Bir sürü arkadaşımız intihar etti KPSS yüzünden. 
Skandal benim gözümde kesindir, 3 yıllık KPSS giricisi olarak söylüyorum bunu. Ha cemaat yapmıştır yapmamıştır bilemiyorum ama kim yaptıysa bu intihar eden arkadaşlarımız da dahil bütün emek verip de emeğinin karşılığını alamamış arkadaşlarımızın hakkına bile isteye girmişlerdir. 
Üç kuruş için mi satıyorsunuz kendinizi? Bu kadar mı acizsiniz? Hangi inanç, hangi emel bu rezilliği haklı çıkarabilir? 
Eğitim vermek için delirmeme rağmen, gelen torpil tekliflerini reddettim ben. Muhtemelen gözünüzde salağın tekiyim ama ben insanım. O şekilde gitsem utanmadan öğrencilerin karşısına geçsem ne öğretebileceğim, hangi doğruluğu hangi dürüstlüğü hangi yüzle anlatacağım..?

Sevgili Hükümet, 
Tüm bunlara göz yumduğun için bu yazdıklarımı üzerine alın. Haklarını arayan öğretmen adaylarını göz altına aldığın için bile utanmıyorsan... 

Şu habere göre araştırma başlatılmış. Sınavın iptal edilme olasılığı varmış ya da işte güya kaç kişinin bu haltı yediği öğrenilecekmiş de bilmem ne.. 
Ne kadar kötüdür, yaşadığın ülkeye güvenememek.. Hiçbir sisteme güvenmiyorum arkadaş, bu nasıl iştir.? 
Bu olay bile unutulacak bir olay ülkemde. Hadi diyelim sınavımız iptal edildi ve yeniden sınava girdik, aradan ay geçmiş, tekrar sınava girmek nasıl bir strestir, tekrar aynı şeyleri yaşamak.. 
Puanım kötü evet ama tekrar sınava girecek gücü bulmam zor olacak, ki bu da zaten çok büyük haksızlık. Ne tarafından tutarsan tut boktan bir iş bu. Yazık onca emeğe, masrafa, her şeye.. 

Şurada toplanmış gibi aslında her şey:
http://www.facebook.com/group.php?gid=118257471560586&v=wall
Resimlere de özellikle bakın, olaylı sonuçlarla ilgili ekran görüntüleri var. Sosyoloji mezunu eğitimde 120'de 120 yapıyor. Eğitim sınavını bilmeyenler için normal gelebilir bu, anlarım ama öğretmen adayları bilir ki: İmkansız bu!
Sayfadaki ve memurlar.net'teki arkadaşlar, ajan gibi çalışmışlar açıkçası, tabii sonuçta herkesi ilgilendiren bir konu. Onlar daha somut şeylerle gelmişler. Bu süper zekilerin çalıştığı dershanelerin ortak olması gibi. Üstelik sınıf arkadaşlarından bilgiler almışlar dersleriyle ilgili vesaire. Arkadaşlara vahiy gelmediyse eğer sorular önceden servis edilmiş kendilerine, bu açık, çoook açık.
Ben yine de ispat edilene kadar suçlamayacağım cemaati ama şu kesin bu sorular birilerine servis edildi! 
Anladığım kadarıyla eğitim soruları ellerine daha erken geçti. GY-GK daha sonra. Ama genel kültür netleri genelde düşük, bazılarının eline geçmemiş bile olabilir, cevapsız olarak sadece sorular geçmiş olabilir ya da ezberleri kıttı bilemiyorum artık.
Puan sıçramaları normaldir, ilk sene çalışmamıştır ikinci sene olmuştur mesela bu olabilir. Ama adam 2008 ile 2009'da 50 yanlış yapıp da 2010'da 120 net yapıyorsa üstelik bu adam tek de değilse bu işte bir gariplik var demektir. Hele de bu adamların ortak bir özelliği varsa.
Ayrıca bu konuda mücadele eden insanlara hadi ispatla demek saçma, sonuçlarla geliyorlar sana ve soruyorlar. Bunu ispatlamak soranlara değil, sana düşer. Değilse ispatlayacaksın. Şimdilik bariz çalınmış görünüyor, eğer yok değil diyorsan sen ispatlayacaksın, şüpheye düşenler değil.
Münferit bir olaymış. Ünal Bey, geçen sene olan olay için de münferit demişti. En az 1000 kişiden bahsediliyordu. Şimdi de durum farklı değil ve evet tabii ki yine münferit bir olay..(!)

http://www.facebook.com/video/video.php?v=134900879886565
http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=kpss+2010+kopya+skandalı&i=20035675



Bu yukarıdaki sonuçlar bir çifte ait. Cemaate yakınlıkları ile biliniyorlar, bu iddialardan sonra Facebook'tan siliyorlar hesaplarını. İlk sonuç matematik öğretmenliği bitiren abimize, ikinci sonuç ise sosyoloji bitiren ablamıza ait. 
Bu arada bu kişilerin isimlerini, adreslerini orada burada paylaşan arkadaşların yaptığı onaylanacak bir davranış değil. Böyle saçmalıklara gerek yok. Galeyana gelmeye ne kadar meraklı olduğumuz ortada, bu çift ve bunlara benzer diğerlerinin kimlik bilgilerini orada burada paylaşmak pek hoş olmasa gerek.






Bir de özellikle belirtmek istediğim birkaç bir şey var. 
ÖSYM evet son zamanlarda bir sürü skandal yarattı ama onlara da fazla yükleniliyor. Zor şartlar altında çalıştıklarını uzun uzun anlatmışlardı hatırlarsanız. Bütün sistemleri sınava dayalı bir devlet ÖSYM gibi bir kuruma ilgi göstermezse ne olur efendim? İşte bunlar olur. 
Orhan Gencebay gibi oldum: "Bence sen de haklısın" Yine de yaptığı açıklamalar hiç ama hiç hoş değildi. Çocuk avutur gibi cevaplar, bilmiyorum ki kimden öğreniyorlar böyle mahalle ağzıyla açıklama yapmayı. 
Bir de şu var işte:
Elbette bu yapılan şey yanlış, çok yanlış. Ama bir insana bu kepazeliği yaptıracak şartlara neden olanlarındır asıl suç. He tabii neden ben yapmadım da onlar yaptı değil mi, orası da vicdanla ilgili olsa gerek. Ben çok eminim kendimden ama yine biliyorum ki, bir sürü insan bu sistemden çıkış yok, buna mecburuz diye eline sorular geçse değerlendirirdi bu fırsatı. Derdim buna neden olan, göz yuman, bu durumu yok sayanlarla.. Soruları alan arkadaşlar, her ne kadar başkalarının haklarına girmiş olsalar da onlar da aslında birer mağdur. Yıllardır çeşitli şekillerde farklı farklı kesimlerden insanlar torpille, şununla bununla bir şekilde öğretmenliğe başladı. Yani insanı zorla şu rezalete mecbur edenlerindir asıl suç. 
Ve böyle bir şeyi kendi çıkarları uğruna kullanan bir başka kesim varsa onundur. 
Dileğim bu olay en zararsız şekilde sonuçlansın. Gerçekten çok üzücü, herkes için. Koskoca bir cemaat zan altında kaldı, bir sürü insanın hakkı yendi, maddi manevi zarara uğradı insanlar.. Ne desem boş, hiçbir şekilde içinden çıkılmaz bir durum yine bu.
Geçen sene olduğu gibi bu sene de iptal edilmeyecek bu sınav, açıkçası benim böyle bir beklentim de yok zaten. O da ayrı bir haksızlık olurdu çünkü.
Hâlâ iyimser olmaya çalışarak, bir şekilde "gerçek" suçlular kimse onların bulunmasını temenni ediyorum. 
Sonuçta soruların servis edildiği kişiler de tabiri ne kadar caizdir bilmesem de nefislerine uymuşlardır diyebilirim sanırım. Üzülüyorum onlar için de, kendim ve diğer mağdurlar için üzüldüğüm gibi.. 
Hepimize de sabır diliyorum, lazım bize bu.

Not: Yazının tamamını okuyacak kadar sabırlı olmayanlar yalan yanlış yorum yazmazlarsa saygı duyarım onlara, valla bak. Yazının içinde zaten özellikle belirttiğim kısımları yorum olarak da üstelik de bana kafa tutmak için yazınca olmuyor biliyor musun, yorum yazmanın da bir usulü var çünkü.

Not: Sınavda ne yaptığımı kontrol etme alışkanlığım ezelden beri yok. O yüzden ne kadar net yapmışım, ne gelmiş umurumda değil. Gerçekten netlerim ortadan kaybolmuşsa bile bunu fark edemem. Bu nedenle de çıkıp netlerimi tekrar hesaplayın demem, diyemem. Ben kendim hesaplamamışım, adamlar niye tekrar hesaplasın. Bu yazıyı kendim için yazmadım, bunu bir belirteyim. Kopya falan olmasaydı da ben bu sene yine 85 üzeri alamazdım zaten. Bu yüzden bana yapılan haksızlığın telafisi beni ne batırır ne çıkarır, hiiiiç etkilemez. Bir iki puanın bu sınavda ne kadar önemli olduğunu bilen bilir, 25-30 yaşına gelmiş adamın bir sene evde oturmasının acısını da bilen bilir. Bunları göz önüne alalım, bu konuda konuşurken. Empati!

Not: En tepedeki fotoğraf, bu skandala karşı tepki göstermek için oturma eylemi yapan öğretmenlerden birinin gözaltına alınırken çekilmiş fotoğrafı.

Sen Yenisin Galiba Volume IV

Öğrenci evlerinden bahsetmeye de çalışacağım, gerekli verileri alıp kendi kısa tecrübelerimle harmanlamam lazım önce. Çünkü ben öğrenci evi tecrübesi edinemedim. Çok evhamlı ailem buna izin vermedi.
Düşünüyorum da ben de pek hevesli olmadım sanırım. Korkmuş olabilirim.
ÖSS'ye doğru dürüst çalışmadım, o zamanlar daha önemli işlerim vardı. Tercih formu geldi. İyi dedim giderim ben istediğim yere, gidebiliyordum da. O zamanlar bölümüm belliydi. Türkçe Öğretmenliği istiyordum, Trabzon'da ya da Muğla'da okumak istiyordum. İkisine de yetiyordu puan. O güne kadar hiçbir şeyimle ilgilenmeyen ailemin benimle ilgilenesi tuttu, yalvarmalar yakarmalar "gitme kızım ne yapacağız biz sensiz, sen yokken büyükbabana bir şey olursa ne yapacaksın..." Benim aklımda başka şeyler vardı. İki sene sonra kardeşim de üniversite okuyacaktı, hukuk istiyordu, başka bir şehre gitmek zorunda kalacağı belliydi. Sıradan bir memur için üniversitede iki çocuk okutmak çok zor olur diye düşündüm ve verdim kararımı. Şehrimde okuyacaktım. 4 tane tercih yaptım hepsi de şehrimde. Sonunda yerleştim ilk tercihime. Sonra da 2-3 saat ağladım salak gibi. Sanki başka bir yer yazdım da başka bir yer çıkacaktı.
Başladık okumaya da.. Okul desen lisemden berbat, arkadaşların IQ'larını toplasak hiçbir alışveriş merkezinden sakız alamayız, hocaları silkince üzerlerinden toz kalkıyor... İğrenç günler yaşayacağımı anladım ama artık çok geçti.

Konumuza gelelim. Şehrinde okumak.. Lise hayatından farklı değil asla. Arkadaşların yurt anıları biriktirirken sen taso biriktirmeye devam ediyorsun.. Arkadaşların eve çıkıyor, sen evden dışarı çıkamıyorsun. Arkadaş yok mu, idareten bulunuyor bir iki arkadaş ama onlarla da olmuyor, öğrenci evinde kalıyorlar arkadaşlarıyla, farklı dilleri var, aralarına girsen de hep bir eğreti kalıyorsun..
Bunların üstüne bir de ailenle kaldığın için çok zengin olduğun zannediliyor, "Oh kızım sen kendi evindesin, sana da gam mı, ısmarlarsın bize.." İyi de sizin sayısız bursunuz varken ben bir burs alıyorum, üstelik babamdan da harçlık almıyorum. Yurt parası, ev kirası vermiyor olabilirim ama ben de yol parası veriyorum lan boru mu" diyorsunuz.. Tın tın..
En güzeli, şehrinde okuyan başka salaklar bulmak.. Yalnız o salaklar da çok salak olmayacaklar, en azından sizden salak olmayacaklar yoksa 4 sene işkence gibi geçer. Hee benim salağım benden daha salaktı, aldığı tek bursu da annesine veriyordu, annesi o parayla benim salağa çeyiz düzüyordu..
Eve geç gidemezsiniz, sevgiliniz kapınızda uyumaz, eve erkek atamazsınız, sevgiliniz çiçek alsa eve gelince "Anne içimden geldi sana çiçek aldım.." diyerek çiçekten ayrılmanız gerekir. Parayı nereye harcasanız ellerinizdeki paketlerden belli olur. Kandıramazsınız..
Sevgilinizle yolda el ele yürüyemezsiniz, kesin bir tanıdık çıkar. Bir yerlere gidip kafayı bulamazsınız, salak gibi gideceğiniz yer eviniz olur sonra.
Tüm bunlar eğer endişeli bir aileniz varsa yaşayacaklarınız. Eğer aileniz hiçbir şeyinize karışmayan tiplerse gayet de güzel olur bu iş. Değişmeyen tek şey, sizi daha rahat görecek olmaları. Sanki var olan tek dert gurbetmiş gibi düşünüyor çünkü diğerleri. O yüzden de bir sıkıntınız olduğunuzda "O da dert mi?" diyorlar. Bazıları da sizi aralarına almak istemiyor, şehirdeki arkadaşlarınızdan korkan tipler oluyor.
Erkekseniz özellikle dayak işlerinde çok işinize yarıyor özellikle de ilk sene. Bir kavga mı var ara arkadaşlarını, doluşsunlar okula. Tabii bu önerdiğim bir şey değil, farklı tiplere göre anlatıyorum işte. 
Bunların dışında güzellikler de var tabii.. Kafanız faturalara, kiraya takılmaz. Okula arabayla gidebilirsiniz lazım oldukça. Ütü, çamaşır, yemek derdiniz olmaz. Götü yayarsınız. Imm başka da bir güzellik yok mu ne..?
Heh bir de şu var, en büyük kötülüğü sonradan çıkıyor. Tecrübesizlik. Millet evle ilgili her haltı bilirken siz mal malak dolaşıyorsunuz. Yemek yok, ütü yok, o yok, bu yok, şu yok. Bakın nelerin olmadığını bilemeyecek kadar habersizim yani olaydan anlayın gerisini. 
Bence doğrusu nedir peki? Gidilmeli. Şehrinden uzakta çok uzak olmasa bile işte yakındaki başka bir şehre gidilmeli. Yurt deneyimi, ev deneyimi yaşanmalı. Olmalı bunlar. İnsanlara tahammül etmeye alışmalı. Başkalarına saygı göstermeyi ya da sana saygı göstermeyenlere karşı bile tahammüllü olmayı, ve en önemlisi gerektiğinde "Hayır" demeyi öğrenmeli insan. Farklı insanlar, farklı kültürler tanımalı. Aile ile yaşarken ne kadar özgür olsanız bile çok şeyden mahrum kalıyorsunuz farkında olmadan. Üniversitede arkadaşlarla kalmak hem eğlenceli hem gerçekten olgunlaştırıcı. Olgunlaştırıcı ne demekse artık anlayın gari. Geceleri sabaha kadar içebilirsin, istersen kitap okuyabilirsin, tartışırsın, garip garip videolar çeker, oyunlar oynarsın. Ev işi yaparsın, bunlar yüzünden kavga da edersin belki. Küsersin, barışırsın ama yine de güzeldir işte..
Ben kendi şehrimde okuduğum için üniversite okumuş gibi görmüyorum kendimi. Üniversite o diploma değil de işte, süreç boyunca edindiğin tecrübeler.

Bir de kendi şehrinde okusan bile arkadaşlarınla eve çıkabilirsin yine de. Bunu yapmaya çalışmalı insan. Tabii ki başka şehirde okumak gibi olmuyor sadece ev deneyimi kazandırır o kadar. 

Ve asıl önemli konu:
İş Bulmak
Evet.. İlk senenin ikinci dönemi, şehri ve insanları yavaş yavaş tanımaya başlayınca iş aramaya da başlayın. Bölümünüzle ilgili olursa çok iyi olur ama olmazsa bile hayat tecrübesidir nihayetinde. İlla iş bulun ve çalışın. Mezun olduktan sonra insan gerçekten göt gibi kalıyor. Her şey kolay gelirken birden "neredeyim ben ne oluyor" diyecek kadar bocalıyor insan. O yüzden asıl iş tecrübe kazandığınız iştir. Eğer bölümünüzden memnun değilseniz bile ilgi alanınızla ilgili bir işte çalışabilirsiniz ve mezun olduktan sonra o işte 3-4 senelik tecrübesi olan biri olarak yeni bir iş ararsınız. Kendi bölümünüzle ilgili ise özgeçmişe eklenecek mis gibi deneyimleriniz olur. Nasıl işe yarıyor onlar bilemezsiniz..

Ve ne kadar zorlanırsanız zorlanın, hayatınızın en güzel yıllarını yaşadığınızı bilerek yaşayın. Yaşarken de sadece göt büyütmeyin, çalışın. Çalıştığınızda sosyalleşemezsiniz, eğlenemezsiniz sanmayın aksine çalışanlar daha çok ve çabuk sosyalleşiyor, üstelik bir de para kazanacaksınız. Mis mis!!
Okulu uzatmayı da dert etmeyin, bir şekilde bitiyor okul, dediğim gibi eğer verimli geçirirseniz bir iki sene uzaması dert değil. Okul bittikten sonra iki sene evde oturmaktan iyidir, siz hiç olmazsa o çalıştığınız zamanlardaki tecrübe sayesinde daha çabuk iş bulacaksınız.


17 Ağustos 2010

17 Ağustos 1999


Ortaokuldaydım, yaz tatiliydi. Bursa'da olan yakınlarımın dışında İstanbul ve civarında kimseyi tanımıyordum. Akrabalarla zaten ailem ilgileniyordu, çocuktum daha. O geceki karanlığı hiç unutmuyorum. O geceki karanlık kadar zifiri bir karanlık görmedim ben. Deprem saatinde kaldırdı annem bizi yanına aldı. Çok karanlıktı her şey. Sessizlik vardı çok derin bir sessizlik. Olanların boyutunu tahmin edemediğimiz için uyumaya çalıştık. Ne zaman ki sabah oldu ve televizyonu açtık, gördüklerimiz...

Yıkılan apartmanlar, hiç ölmeyecek sandıkları sevdiklerini kaybeden insanlar...
"Sesimi duyan var mı?" diye bağıran insanların bağırışlarıyla birlikte hıçkıra hıçkıra ağlayışlarım.
Annemle babama yalvarmıştım nolur ben de gideyim yardım ederim diye, 13 yaşındaki ben nasıl gidecektim ama istedim çok. Yardım etmeliydim.

Değirmendere, o kadar güzel bir yerdi ki cennetten bir köşe gibiydi gözümde. Sahilde oturup çay içtiğim çay bahçesi sular altında kaldı, karşıdan çekirdek aldığım bakkal sular altında kaldı, parkın içindeki heykeller sular altında kaldı ve hayatlar ve insanlar...

Olayların üzerinden zaman geçtikçe herkes kendine göre yorumlar getirmeye, çeşit çeşit teoriler atmaya başladı. "Marmara'nın altında bir deprem yaratma cihazı denenmişti, bu cihazın denenmesi için de "önemli" adamlar yurt dışından o malum askeri tesislere gelmişti. Ama olay umdukları gibi olmadı, cihaz her şeyi mahvedecek büyüklükte bir deprem oluşturdu. Sessizce örtüldü olayın üstü.." diyenler oldu. "Allah uyarı gönderdi, ceza verecek hepimize. Namusuyla yaşayanlara hiçbir şey olmadı bak. Allah kime zarar vereceğini biliyor" diyenler oldu.

En çok yaralayansa yıllar içinde başka ülkelerde olan daha şiddetli depremleri görmek ve nasıl sakince atlattıklarını izlemek oldu. Bir sürü ıvır zıvır meseleyle uğraşan güzide ülkem iş insan hayatını düşünmeye gelince ı ıhhh.

Ben sık sık düşünüyorum, ya yine bu kadar büyük bir acı yaşamak zorunda kalırsak. Şimdi bütün arkadaşlarım uzakta. Kime nasıl ulaşırım bir daha.. Bu lanet makine önümden kalktığında kaybedeceğim insanlar var hayatımda. Ya sonra..

Depremden sonra arkadaşlarını kaybeden insanların hikayelerini çok dinledim. "Depremden sonra bir daha ondan haber alamadım." cümlesiyle başlayıp yine bu cümleyle bitiyordu.

Bir gece birlikte uyuduğun insanı sabah yanında bulamıyorsun, onun nefes almayan bedeniyle yan yana bekliyorsun saatlerce, yaşamaya devam etmek için.
Hayat değil mi? Hayat...

Cezasını hâlâ çekmemiş insanlar var. 
Her şeyden geçtim hani, yakın geçmişte bu kadar büyük bir yıkıma şahit olmuş insanlar nasıl olur da depremi görmezden gelmeye devam edebilir.? Ucuz olsun, aman paramız gitmesin diye en sevdiğini gözden çıkarabilir. Depreme karşı önlem almak sadece kendimiz için değil, hiç tanımadığınız herhangi biri için bile yapılması gereken bir şey değil midir? 
Hangimizin anısı yok ki depremle ilgili, hangimiz bir yakınımızı  kaybetmedik ya da yakınını kaybetmiş birine rastlamadık.
Susuyoruz evet hatırlamak acı veriyor. Ama unutursak da olmaz, yok sayamayacağımız kadar büyük bir acıydı bu, ve bitmiş bir acı değil, hep tekrarlanan bir acı.
Önlem şart. 

Aslında uzun bile yazdım. Geçen yıl okuduğum bir yazıyı paylaşmak için yazmıştım bu yazıyı. 
Okunması gereken bir yazı:
http://blog.sets.subicon.net/2009/08/17-agustos-1999-deprem-guncesi.html

Sen Yenisin Galiba Volume III

Üniversite öğrenciliği başlı başına bir yorgunluktur. Nasıl bir hayat yaşanırsa yaşansın illa derse yorgun, uykusuz gelinir.
Çalışkan bir öğrenciysen ders çalışmaktan, çapkın bir öğrenciysen eve attığın karşı cins yüzünden, gezme meraklısı bir öğrenciysen geceleri geç saatlere kadar sokakta sürtmekten velhasılı kelam illa bir sebepten derse uykusuz gelirsin.. Hele ki o dersler sabahın köründeyse kaçarı yok..
Yüksek ihtimalle gidilmeyebilinir de ama derse gidiliyorsa uyuma ihtimalidir yüksek olan.

Derse gidildi.. Hocamız ağır adımlarla içeri girdi.. Ders anlatmaya başladı.. Ama o da ne.. Göz kapaklarınız, göz kapaklarınıza ne oluyor.?. Eyvah ki eyvah uyumak üzeresiniz..
Dersi dinlemeli mi uyumalı mı..? Yoksa dersi dinliyormuş gibi yapıp uyumalı mı? Yoksa uyumamaya çalışıp dersi mi dinlemeli?

Öncelikle uyumamak için yapılması gerekenlerden bahsedelim..
Hocanın bilumum yerleri inceleme altına alınabilir.. Mesela hocanın pantolonunun fermuarının açık olup olmadığı kontrol edilebilir. Ayrıntılara dikkat etmek lazımdır. Sevabına bu bilgiyi uyumamaya çalışan diğer arkadaşlarına söylemelidir kişi, sosyal sorumluluk bunu gerektirir. Yine aynı şekilde hocanın sütyen numarası tahmin edilmeye çalışılabilir, saçlarına odaklanıp dip boyasının geldiğini anladıktan sonra saçını en son ne zaman boyattığı düşünülebilir.. Fantezi kurulmasını önermiyorum, çünkü sınıf ortamı malum, pek uygun değil bunun için. Hoca olmazsa sınıftaki diğer seçeneklere yönelinebilir.. Misal kim ne giymiş, kime nasıl makyaj yakışıyor, kim kime benziyor, kim kimle ne yapıyordur..

Bu yöntemler tatmin etmezse göze tuz dökmek de işe yarayacaktır ama onun yerine ben uyurum arkadaş diyenler için uyuduğunu gizlemekten bahsedelim biraz..

Bu yazıya ihtiyaç duyan öğrencilerin arka sırada oturangillerden olduğuna eminim. Ön sırada uyumuyormuş gibi yapmak çok zordur.. Şahsen beni aşar bu durum..
Öncelikle kendine yakın bulduğu bir arkadaşın yanına oturmuş olması önemli.. Arkadaşın omzuna başını koyup kitabı da önüne açıp okuyormuş pozisyona geldiğinde hocanın bunu anlaması zordur..
Bir diğer yöntem de uzun boylu bir öğrencinin arkasındaki sıraya oturmaktır, bu durumda baş sıraya konulsa bile hocanın bunu anlaması zordur.. Boyum kısa olduğu için süper işe yarıyordu bu. Ama hoca gezen bir tipse bunu da göz önüne almak lazım tabii. Önleminizi hocayı düşünerek alın.
Bir diğer seçenek, hasta numarası yapmaktır.. Hasta numarasında baş direkt sıraya konulur hocanın "Defol git, evinde uyu." ya da "Oğlum/Kızım burası sınıf, kaldır kafanı.!" demesi beklenilir. Hoca bu soruları ya da türevlerini sorduğunda kalkılır "hocam kusura bakmayın dersinizi kaçırmak istemediğim için geldim ama rahatsızım" denir. Hoca atmak istese bile bu yöntem işe yarayacaktır. Hoca "İzin verdim git." de diyebilir, uyumaya devam etmene göz de yumabilir. Orası hocaya kalmış..

Görüldüğü gibi çok da zor değil. Ama bu yöntemler her hocada işe yaramaz bazı hocaların prensipleri bu yöntemleri ezer geçer, söylemedi demesin kimse.