8 Eylül 2009

Slumdog Millionaire

Bir seneden çok oldu film yazısı yazmayalı. Sinemada film izlemeyeli daha da çok oldu, parasızlık işte. Böyle eleştirilmeye müsait bir film arıyordum sanırım ne zamandır, filmi ciddiye alıp eleştirmen edasıyla ahkam keseyim bakayım.


Evet filmimizin adı Slumdog Millionaire. Film hakkındaki bir haberden öğrendim bu ismin hikayesini. Alıntılıyorum.



"'Slum' kökeni tam olarak bilinmeyen ama 'varoş, gecekondu, kenar mahalle' anlamı taşıyan bir kelime. Buralarda yaşayanlara da 'slum' deniyor. Aslında 'Slumdog' diye bir kelime olmadığını, filmin senaristi Simon Beaufoy da kabul ediyor ve bunun kendisinin uydurduğunu, kimseye hakaret etme amacı da taşımadığını söylüyor."


Yine aynı haberden şunu da öğrendim, eleştirmenin kim olduğunu ekleme gereği duymamış ama bir eleştirmen şöyle bir yorum getirmiş bu film için.
"Hindistan'da çekilen, Avrupa'da finanse edilen, İngilizlerin yaptığı, Hintçe konuşan Müslümanların oynadığı ve doruk noktasında Fransız romanından sorulan bir soruya dayandırılan film"




Evet filmle ilgili bilgileri şu sayfadan ve şu sayfadan edinebilirsiniz.
Ayrıca şu bilgiyi de verelim, uyarlama bir film bu. Vikas Swarup'un "Q and A" eserinden sinemaya uyarlanmış.


Buraya kadar filmi izlemeyenler için küçük bilgiler verdik. Ayrıca referans isterseniz bir sürü de ödüle sahip bu film.


İllaki izlenmeli.


Sabırsızla eleştiriye geçmek istiyorum şimdi.


Yazının bundan sonraki kısmı film izlendikten sonra okunmalıdır.


Ehi, ciddiyim sonra spoiler spoiler diye bağıran sözlükçülere benzersiniz.


Film Hindistan'ın varoş diye tabir edebileceğimiz kesiminde yaşayan müslüman bir çocuk olan Jamal Malik'in hayatının bir kısmını anlatıyor özellikle de çocukluğunu. Jamal, yarışmaya katılıyor ve son soruya kadar hepsine doğru cevap veriyor ama bu durum yani varoşlardan gelen şimdi de çaycılık yapan bir gencin bu kadar başarılı olması şaibeli bulunuyor ve Malik gözaltına alınıyor gizlice. Sorgusunda soruların cevaplarını nasıl bildiğini anlatıyor, çocukluğunda öğrendiklerine, yaşadıklarına giderek. Ama aslında basit bir aşk hikayesi işleniyor. Film, eleştiri amacıyla çekilmemiş, verdiği çok bariz bir mesaj yok, temelde aşkı işliyor ama Hindistan'daki din çatışmalarına, parasızlığa, toplumsal sınıf konusuna değiniyor. Alt mesajları kaliteli ama sıradan bir Hint fimi gibi aşk etrafında dönüyor her şey. Yönetmen Boyle, bunu bilerek mi yaptı bilmiyorum. Hani Hint filmi çekiyoruz, Hint sinema kültürünü yansıtmamız lazım da demiş olabilir.


Film mesaj içermiyor dedik, yani başlı başına bir mesaj derdi yok filmin ama bazı yerlerde o kadar güzel eleştiriyor ki tam kıvamında. Şahsen takdir ettim ince alaycılığını. Misal şöyle bir sahne vardı eminim film izleyen herkesin de aklına yer etmiştir.
Küçük Jamal, bir Amerikan ailesine şehir turu attırmaktadır. Onlar arabadan ayrıldıklarında bir sürü çocuk gelir ve arabayı yağmalar. Jamal ve aile, döndüklerinde arabanın bu halini görürler o sırada polis ya da bekçi olduğunu düşündüğüm bir adam sen yaptın diyerek Jamal'i dövmeye başlar. Amerikalı aile, görevliyi durdurur:


Jamal: Gerçek Hindistan'ı görmek istiyordunuz, işte gerçek Hindistan.!
Amerikalı kadın: O zaman sen de şimdi gerçek Amerika'yla tanış.


der ve eşinden çocuğa para vermesini ister. Jamal parayı alır.
Açıkçası beni çok etkiledi bu sahne. Bir de Jamal'in kardeşinin adam öldürmeye giderken namaz kılması ve affet beni, günahlarımı bağışla Tanrım duaları.. Müslümanlara yönelik belki de aslında tüm dinlere yönelik bir eleştiri gibi geldi bana.


Ve filmin sonundaki dans sahnesi için. Gerçekten o dans sahnesi olmasa bu film eksik olacaktı bunu hissettim. O sahne olmalıydı, bekliyordum. Çünkü Hindistan'da bir film yapıyorsun senin İngiliz olman beklentileri değiştirmez, Hintlileri işliyorsun sonuçta. Onların kültürüne saygı duymak zorundasın. Hele de aşka bu kadar vurgu yapmış hatta aşk yüzünden filmin diğer mesajlarını önemsememiş ve ikinci yarıdan sonra kendini sadece aşka bırakmışken o dans sahnesi olmazsa olmazdı. Bayıldım bayıldım. Filmin mutlu sonla bitmesi de sanırım yine Hint kültürüyle ilgili çünkü bildiğim kadarıyla Hindistan'da çekilen filmlerin çoğu mutlu sonla bitiyor tıpkı Yeşilçam'da olduğu gibi. Halkın beklentisi mutlu son olsa gerek. Bunun psikolojik açıklamasına girip konudan sapmak istemem ama hayatın ne kadar boktansa sanattan beklediğin de onun tam tersi oluyor işte. Bana kalsa bu filmi mutlu sonla bitirmezdim. Filmin eksikliği olarak görüyorum bunu. O kadar berbat şartlara değiniyorsun ve sanki her şey güllük gülistanlık gibi mutlu sona bağlıyorsun bu yanlış. Jamal'in hayatı aslında ona benzeyen bir sürü insanın hayatını temsil etmiyor muydu biraz da, o zaman mutlu son niye? Dediğim gibi aklıma gelen tek cevap Hint kültürü.


Film müziklerine bakalım. Bence hepsi birbirinden şahaneydi. Sahnelere çok güzel yerleştirilmişti. Hikayeyi yaşatıyordu. Hindistan'da yaşasam ne düşünürdüm bilmiyorum ama buradan baktığımda çok sevdim müzikleri. İşte iki tanesi:










Oyuncu seçimi ise tam olarak muhteşem. İşlediğin kültüre uygun yüzler seçmek çok akıllıca. Tanınmış yüzler yerine daha sakin yüzler.. O çocukları hele nasıl bu kadar güzel oynattı bilmiyorum ama yönetmen bu konuda alnından öpülmelik.


Filmdeki hatalara gelelim ya da beni rahatsız eden ve filmden uzaklaştıran kısımlara.


Trenden düşüş sahnesi vardı hani, minik Jamal ve kardeşinin. O sahne Kadir İnanır'ın Dönüş filminde mavi Murat'la uçurumdan yuvarlanma sahnesine benziyordu. Aynı beceriksizliği gördüm. Haddim değil biliyorum ama madem doğal olmayacak bir sahne, hiç ekleme daha iyi.


Yarışma kısmında tökezlediğini düşünüyorum filmin. Sorular kronolojik olarak çıktı nasıl bir "kader"se artık bu.? Jamal'in yaşadıkları ile soruların çıkış sırası fazla fazla denkti, bence bu olmasa da sorular rastgele çıksaydı daha gerçekçi olurdu.


Son soruyu henüz göremedik diyorduk ya, bu filmde gördük ki bu yarışmanın son sorusu kolaymış.


Sonracığıma bildiğim kadarıyla bu yarışma canlı yayınlanmıyor ki zaten canlı yayınlanması da biraz saçma olurdu ama filmde bakıyoruz ki bu yarışma canlı.


Yanlış cevap verildiğinde paranın tamamı kaybedilmiyordu yine bildiğim kadarıyla, Hindistan versiyonunda mı kaybediliyor yoksa burada da bir hata mı var?


Bir de Hindistan halkının bu yarışmayı nefesini tutarak cümbür cemaat izlemesi biraz abartılı geldi bana, ülkemle karşılaştırdığım için mi böyle yoksa gerçekten bir abartı mı var acaba?


Filmde kader vurgusu defalarca yapılıyor, sanki izleyici aptal yerine koyulurcasına. Yazılmıştı, yazılmıştı, yazılmıştı.. Anladık, "yazılmıştı"..!!


Jamal, yarışmanın son sorusunu cevaplayacağı sırada iş yerindeki adamın ne oluyor burada, aa Jamal demesi bana garip geldi, çünkü zaten Jamal ünlü olmuştu ilk gecede, herkes biliyordu artık o yarışmada olduğunu, hele ki iş yerinde bunun bilinmemesi imkansız gibi geldi bana.


Film beni şaşırttı. Nadiren şaşırırım halbuki. Neden şaşırdım ilk şaşkınlığım sunucunun oyununa gelmemesiydi. Nedense şaşırdım ben safım galiba. Diğer şaşkınlığım da işte son kısım oldu. Soruyu doğru bildi, her şey mükemmel oldu, aşıklar kavuştu. Ha bir de Jamal'in kardeşinin birden insafa gelmesine şaşırdım, son ana kadar bir götlük bekliyordum ama yapmadı, ölümü göze alıp aşıkları kavuşturdu. Şaşırtıcı bence. Eleştirilere baktığımda bu olayla ilgili şaşkınlık yaşayan tek kişinin ben olmadığımı anladım. Sonra düşündüm ama.. Jamal'in kardeşi kötü biri evet ama kardeş sonuçta. Çocukken ne oldu bir bakalım. Jamal'in en sevdiği ünlüyle görüşmesini engellemek için kardeşi onu tuvalete kilitledi, Jamal oradan kurtulduğunda kardeşinin bakışları çok ürkütücüydü. Yani en başından beri bir kin vardı içinde. Sonra Jamal'in dilendirilmek için gözlerinin kör edilmesine göz yumacaktı kardeşi, ama son anda vazgeçti ve yapamayacağını anladı çünkü onlar kardeşti. Gelelim son sahneye, son sahneye kadar hayatını mahvettiği adamla kardeş olduğunu anladı sonunda ve son bir iyilik yaptı. Yine de düşününce bu çok ağır ve o kadar boktan bir adamın asla yapamacağı bir iyilikti. Düşüncem bu, kardeşlik ve pişmanlık bile bu iyiliğe neden olabilecek duygular değil öyle bir insan için.


Filmin aldığı ödüllerden bahsedelim biraz da. Tek tek sayamayacağım kadar çok aslında ama şunu söylemeli ki En İyi Sinema Filmi Oscar'ını aldı efendim. Oscar'ı küçümseyen bir insanım, sıradan filmleri ödül yağmuruna tutmakta, işte gözümüzün önünde bir örnek var: içinde zilyon tane hata barındıran Titanic. Ben yine böyle bir film seçeceklerini düşünmüştüm bu nedenle şaşırdım, bir de şunu düşündüm işin aslı, bu filmi İngiliz bir yönetmen yerine Hintli bir yönetmen çekmiş olsa ve yine aynı olsa her şey yine ödül alabilir miydi, sanmıyorum. Bu nedenle işte, ödül almasında yönetmenin adı etkili diye düşünüyorum.


Bir de filmi izlerken aklıma takılan bir soru: Hintliler ne tepki verdi acaba?
Araştırdım ki, ortalık birbirine karışmış meğer. Filmde Hindistan'ın kötülendiği, Hint halkının aşağılandığı düşünülmüş ve protestolar düzenlenmiş. En çok da filmin adına gelmiş tepkiler. Medeniyet yoksunu olarak gösteriyor bu film bizi demişler. Tıpkı Türk tepkisi, hiç şaşırmadım. Hak vermedim de değil biraz da, sonuçta ülkelerinin tanıtımını yapmak onların da hakkı, bu filmi izleyen, Hindistan'a gelmek istemez diye düşünmekte haklılar. Ama bilmedikleri şu ki reklamın iyisi kötüsü olmaz. Özellikle Oscar'dan beri tüm dünya bu filmi konuşuyor. Film müziklerini dinliyor. Bunu başka şartlarda yapmaları imkansızdı. Gerçeklerle de yüzleşmek lazım, buna benzer şeyler yaşandı mı bu ülkede, yaşandı, yaşanıyor o zaman yalanlayacak bir durum yok, saklamaya da gerek yok. Gerçek medeniyete yaklaşmak istiyorsan buna izin vereceksin.


Filmi izledikten sonra aklıma Nietzsche'nin terimlerinden biri geldi: Amor Fati. Kader sevgisi olarak çevriliyor aslında ama kaderini seç ve kaderini sev gibi bir anlamı olduğu söyleniyor. Film bu kaderciliği yüceltiyor adeta. Yarışmanın ilk sorusunun şıklarına da bakmak lazım:


A) Hile B) Şans C) Zeka D) Kader


Evet bu onun kaderiydi.