28 Aralık 2010

08983729536


Günaydın güzel yurdumun güzel kuzuşişleri.. Nasılsınız, iyisiniz inşallah beni sorarsanız ben iyiyim, sormasanız da iyiyim. Ben hep iyiyim.

Bahsetmek istemediğim bir konu olduğu için bunca zaman yazı falan yazmadım ama şimdi uzun bir yazı ile kendi geçmişime iz bırakmak istiyorum yüksek müsaadenizle.

İlk KPSS yenilgisinden sonra şiddetli bir depresyon geçirmiştim. Sonrasında düzeldim falan ve filan. İkinciden sonra biraz daha alıştım ama son kopya olayından sonra benim ayarlar iyice bozuldu. Artık kendimi kontrol edemez oldum. FF'dekiler bilir adeta bir Helvine mi neydi işte ondan oldum. Önüme geleni gelmeyeni engelledim, insanlardan nefret ettim, en sevdiklerimle bile görüşmeyi kestim. İyice deli manyak bir hale gelmiştim. Tamam kabul geçen seneki halim de kötüydü ama bu kadar kontrol edilemez değildi. Hele bir de intihar fikri artık hiç ayrılmaz olunca benden, doktora gitmeye karar verdim. 
Doktora gitmeye karar verdim ama sadece karar verdim. Bir türlü evden çıkıp da doktora gidemedim. Sonunda babam beni evden kovdu. "Git tedavi mi oluyorsun napıyorsun yap çık artık şu odadan" diyerek önce beni sonra valizimi atmak suretiyle sepetledi. İyi de oldu. Halama gittim, ertesi gün de hemen doktora gittik. Aslında ben doktora benim için gittiğimizi bilmiyordum halam kandırdı beni. Sonra dedim aman aman kadın doktor olmasın. Bir tane erkek doktor adı seçtim. Bekledik bekledik sonra sıra bana geldi. Ne diyeceğimi bilmiyordum ama sıraladım ne varsa. Okuduğum makalelerden, blogdan, olmayan arkadaşlarımdan, heyheylerimden bahsettim. Son olarak intihar fikrinden ağlayarak bahsedip kollarımdaki izleri de gösterdim. Ademceğiz gayet sakin bir şekilde dinliyordu. Hatta ben ağlarken yine sakince kalkıp mendil verdi bana, alışkın adam tabii. Sonra dedi ki madem araştırmayı seviyorsun al bak şu konuyu araştır: Bipolar Bozukluk
3 tane ilaç verdi bana. Ben zaten biliyordum bipolar bozukluğu ama yine de daha ayrıntılı araştırma yapmak için halamdan ayrılıp eve geldim. Okudum üfledim, hazırlık yaptım. Hastalığın bendeki seyrini grafikledim falan fişman. Hastalığı biliyordum da genetik olduğunu bilmiyordum, araştırmalar sonunda öğrendim. Aslında tutunmak istediğim şey, durumumun bir adının olması imiş sanırım. Rahatladım. Başıboş sallanmak çok kötü çünkü. Şimdi kendimi tanımaya hastalığı tanımakla devam ediyorum. 6 yaşımdan neden intiharı düşündüğüm ve dilediğim de işte hastalığın genetik olduğu bilgisinden sonra anlam kazandı mesela. neyse efenim..
İlaçlarımı kullanmaya başladım. Doktor hareket önerdi her gün ayağımdan geldiğince yürümeye çalıştım. Ayrıca dantel ördüm, puding yaptım, örgü ördüm, çay demledim, yeşil çay içtim, kek yaptım, Müge Anlı izledim, Yaprak Dökümü izledim, Öyle Bir Geçer Zaman ki izledim. Bakmayın bu yaptığım şeyler çok sıradan gibi görünüyor değil mi ama yok, ben bunları yapamıyordum önceden. Çay mı içilecek illa biri bardağı elime verecek yoksa içimden gelmiyordu içmek, dizi mi izlenecek amaaan salla hepsi aynı nasıl olsa sen en iyisi uyu diyordum. Bir diziyi bir hafta beklemenin güzelliğini yaşıyorum şimdi. Senelerdir dantel örmüyordum yeniden dantel örmeye başladım mesela. O kadar iyi geliyor ki anlatamam.. Müge Anlı'yı izleyip zevk alıyorum. Hayat işte bu diye.. Gerçekten acınası bir hale geldiğimi bunları yaşarken fark ettim ben.
Birkaç günde bir eve gelip çiftliğime baktım yeni makaleler okudum vs. Bir pdf okuyucum olsa çok mutlu olurdum gerçekten ama yok maalesef. Olsa sık sık eve gelme derdinden de kurtulacağım.
İş baktım ama maalesef başvurduğum yere İngilizce bilen rehber alacaklarmış. İki sene önce çıktığım işe girecektim ne güzel. Off daha da iş bulamam zaten buralarda. Aslında matbaaya falan girmek istiyorum ben ama işte enteresan bir iş arıyorum şimdilerde. Bakırcı bir amca vardı onun yanına girmeyi düşünüyorum bakalım belki kabul eder beni, tabii ölmezse. 

Sonracığıma işte geçen gün yine buraya geliyoruz. Arabada bir turist var. Kucağında tavuk taşıyan kasketli amcaya "Ekskuz mi ekskuz mi" dedi ama amcamızda tık olmadı. Şaşkoloz bir şekilde bakmış olmalı ki turist alındı çevirdi kafasını. Halbuki bana sorsa "what's up yeğen?" deyip ona nerede inmesi gerektiğini tarif edecektim. hıh küstüm turiste.
Saliha adlı eşeğim ve Müslüm adında bir su kaplumbağamla hayatım güzel gidiyor. Saliha'yla uyuyorum, Müslüm'ün altını değiştiriyorum falan filan. Şimdi evdeyim, Müslüm de Saliha da halamda kaldı. Hadi Saliha oyuncak ama Müslüm yokluğumu anlayıp mızmızlanıyormuş yarın gitsem mi diye düşünüyorum. 

Durumlar böyle işte. Bir de yerel radyodan dj'lik teklifi aldım. Beğenmedim tabii ki yerele mi kaldım canım ben aaaa.. Bana iş lazım iş ama nereden nasıl bulmalı bilemedim. İkinci dönem ücretli öğretmenliğe kalmak istemiyorum. O lanet işi yeniden yapmak istemiyorum. 
Branş sınavı bir an önce gelse de kurtulsam artık şu illetten. O zamana kadar sınava girmeme kararı aldım, ailem de onayladı. Şimdilik tek yaptığım şey iyileşmek.

Teşekkür ederim Nimetcim, hastalıklarımı tedavi edilmez durumlara getirdiğin için. Allah da seni kahretmesin ne diyeyim. Yalnız bütçe görüşmelerinde cırladın ama şekerim hiçbir işe yaramadı, gördüğümüz senin lafların altında ezilmendi sadece. 
Eğitim sistemini düzelt seni en çok ben desteklerim hadi yap şu işi be gözüm yap artık. 
Gün geçmiyor ki bir öğretmen adayı daha kafayı yiyip saçmalamasın evet evet sayın seyirciler. Benden bu kadar artık bu hastalık saçmalığından bahsetmeyeceğim ilk ve son olsun diyerek anlattım. Anlatmayacaktım ama bunu anlatmadan başka yazı yazamayacak olduğumu gördüm ve mecbur kaldım. Haydin selametle şimdilik.

23 Kasım 2010

26712254083751



Yarın o malum günmüş.. 
Ne güzel!! Öğrencilik hayatım boyunca hayalini kurduğum o günün adını dahi anamayacak, anmayı bırak, duymaya tahammül edemeyecek duruma gelmişim. 
"Ben böyle hayal etmemiştim." demeyeceğim, hayal değildi çünkü bu.. Planlarımdı bunlar benim. Üstelik hiçbir yerde yanlışlık yapmadım ben. 
Ne oldu? Onca zaman çalışıp kazanmanın getirisi ne oldu? HİÇ..!!
Televizyonlardaki aptal yarışma programlarından bir farkı yokmuş meğer hayatın. Son soruya kadar en yüksek parayla gel, son soruda çuvalla ve elde var sıfır!!
Kumar.! Hayat kumardan ibaretmiş aslında. Hak, hukuk, adalet çerezlikmiş sadece. 
Ağlıyorum evet, neye ağladığımı da bilmiyorum ya da ağlamam neyi değiştirecek.? Gerçi susmanın da bir faydası yok bana.. 
Ağlarken midem bulanıyor. Kusacak gibi oluyorum ama kusamıyorum da, çok garip. 
Keşke diyorum artık.. Eskiden keşke dememeye gayret ederdim şimdi ise keşke dememenin ikiyüzlülük olacağını düşünüyorum evet, keşke yıllarca ders dinleyeceğime gezip tozmama baksaymışım. Keşke ev işlerinde anneme yardım etseymişim, keşke gecelerce aptal dersler yüzünden uykusuz kalmasaymışım, keşke ödev yetiştireceğim diye kendimi paralamasaymışım, keşke son derslerde okuldan kaçıp erkenden eve gelseymişim, keşke "O kadar saat ders mi olur, seni mi bekleyeceğiz?" deyip beni servisten atan servis şoförüne ve diğer okullardan arkadaşlara "Haklısınız" deseymişim, keşke keşke keşke... Keşke ana sınıfında ertesi gün yapacağımız pamuktan kardanadamı nasıl yapacağımı bilmediğim için geceden ağlamaya başlamasaymışım. Keşke keşke keşkeeeeee!!
Ana sınıfı da dahil okula gitmeseymişim keşke. Gitmeseydim de şu halde olurdum muhtemelen. Bir farkım var mı, yok.. 
Ne yapacağımı şimdi de bilmiyorum, o zaman en azından ne yapacağımı bilmediğimi bilmeyecektim. Bence fark yok. 
Yarın o malum gün evet.
Öğrencilerimi özledim ben! Beni o aptal okuldan öğretmen geldi diyerek sepetlemeselerdi  devam ederdim  sonuna kadar, o üç kuruşla yaşamaya. Çünkü öğrencilerim vardı, çünkü bir işe yarıyordum. 
Yarın yarın yarın!!
Her sene o malum günümü kutlayan kişi sayısı azalıyor. Önceden hediye bile verirdi ailem. Artık onlar da kesti umudunu. Saçma bir şey olduğunu fark ettiler sanırım.
Geçen sene yazdığım yazı bu blogda hala. Link falan vermiyorum, çok mühim değil. Ne kadar mutluydum o gün. Önceki gecesi ne kadar heyecanlıydım. İlk ders nasıl nasıl nasıl gururluydum. Öğrencilerimin elimden alınması... Hayat!
Yarın o malum gün.. ve ben evde olacağım, okulumda değil.!!
Öğrenci döven, öğrenciye hakaret eden, kopyayla torpille öğretmen olan "öğretmen"ler görevde olacak, ben olamayacağım. 
Sağ ol  Tanrı! Sen varsın ve bunları görmüyorsun öyle mi? Nasıl telafi etmeyi düşünüyorsun bu olanları? Yok yok sen kal öyle.. Yıllardır böyle gelmiş böyle gider değil mi? Sen de alıştın sanırım..
Çocukken her ülkenin tanrısı başka diye düşünürdüm, sanırım o zamanki düşüncem doğru olanmış. Sen Türkiye'nin tanrısı olmalısın, bu kadar susan, bu kadar bakan bir tanrıya başka bir şeyi layık göremedim ben. 
Özür dilerim..!
Umurumda değil şu saatten sonra bana dünyayı versen. O kadar zaman çektiğim sıkıntıyı ben biliyorum ve sahip olduğum yeni hastalıkları ben yaşıyorum. Her şeyi telafi etsen bunu telafi edemezsin. Edemezsin!!
Sana gelmemek için ölmem bile ben. Çağırma, gelmeyeceğim.!

13 Kasım 2010

Romantik Çiftçi

Bilgisayarım o kadar hantal o kadar yavaş o kadar intihara sürükleyici ki allam allam, kabus bildiğin. Hele bir de internet bağlantısı yavaşsa, çıldırmamak elde değil. Ben de tutmuyorum zaten, mütemadiyen çıldırma halindeyim.
Evet ne kadar yavaş olabilir ki bir bilgisayar? Buuu kadaaaar:


Bunu özellikle yapmadım, alttaki gölgelerden de anlaşılabilir zaten herhangi bir kesme işlemi yok pippimde. Böyle kaldı 3-4 dakika kadar, yüklenmedi, o bana baktı ben ona baktım.. Ebru Gündeş misin mübarek, tipe bak.. 

Ne ki bu ki?


Adını bilemiyorum ama boyunluk diyelim hadi. 
Boynum azıcık açık kalsın hemen boğazım yanmaya başlıyor, ben de işte böyle bir çözüm buldum. Atkı değil bu, daha kısa; boynu, tasma kolyeler gibi sarıyor. İğneyle ya da büyük bir çıtçıtla tutturulabilir. Çok basit ördüm, iki ters iki düz ile gayet de sade ve güzel oldu. Çıtçıtın olduğu kısma da bebekli tokanın bebeğini almak suretiyle süs yapmış oldum ehi.

He manken kafası bulamadığım için hazır bir fotoğraf ekliyorum, şundan işte:


Gelelim cadının orada ne işi olduğuna.. Memelerini göstereceğim size. 


Bunu yapanda nasıl bir fantezi varsa şöyle büyük ve dik meme mi olur arkadaş, o kadar büyükse kesin sarkar meme dediğin.. Bana ne, sarksın işte.! Hey yavrum hey..

11 Kasım 2010

621942783613492866120025916364



Performansımda düşüklük var değil mi, çünkü yazacak kadar iyi değilim. İki sene öncesi hatta geçen sene ne kadar güzelmiş her şey. İçimdekiler tükeniyor. Bünyeyi dinlendirme çabasındayım ama mümkün olmuyor tabii bu. 

Geçen hafta bir haber okudum ve yine nevrim döndü. Okuduğum andan beri iki satır yazayım diye uğraşıyorum ama işte ne demeli, nasıl tahammül etmeli bilemiyorum. Yok saysam içime atıyorum o kadar, kimsenin haberi olmuyor. Gerçi yazmışım ne olacak değil mi, kaç kişi okuyacak, neyi değiştirebiliyoruz ki? Öğrenilmiş çaresizlik dedikleri var ya hani, heh ondan işte durumum, durumumuz. 

"KPSS’nin iptal edilmesine neden olanlardan 7 kopyacının mülakatla eleman alacak olan TRT’ye başvurduğu ortaya çıktı. Başvurularda, Bayındırlık Bakanı Mustafa Demir, 119 net yapan Harun Aydın’ın referansı oldu."
Söyleyecek bir şeyim yok gibi aslında. Sadece bilinsin diye yazdım. Haberi başka kaynaklardan da okudum. Bir haber sitesinde uzun uzun inceleme yapılmış. Kişilerin geçmişlerine dair bilgiler de vardı. Fazla ayrıntı verdiği için linki eklemiyorum ama kopya skandalına neden olan grupla yakın bağlantılı bir geçmişi var kişilerin. Zaten kopya konusunda adı geçen kişiler bunlar. Linkini verdiğim haberde yedi kişiden bahsediliyor, diğerinde iki ama iki kişinin de adı, geçmişleri, puanları ve kopya soruşturmasında adı geçip geçmediği vs ayrıntılı şekilde bildirilmiş. Bir de şu bilgi verilmeli: TRT, bu malum haber sitesinin ayrıntılı haberinden sonra herhangi bir açıklama yapmadan bir hışım kapatmış efendim sorgu sayfasını. 

Bildiğim kadarıyla konuyla ilgili bir gelişme yok, olması şaşırtırdı zaten. 
Öyle işte. Daha daha nasılsınız?

5 Kasım 2010

Her Yazıya da Başlık Bulamam ki Canım aaa



Bu blogda daha bir tane mim yazabildim. Başlayalım bakalım hadi hayırlısı..
Evet ikinci mimi mimim mimimimimimimi KabaKulak göndermiş. Çok eğlenceli de bir blogu var efendim, mutlaka takip edin, pişman olmazsınız. 
Mim konusunda çok tecrübeli biri olarak mimi açayım. KabaKulak, en yakınımdaki kitabın 55. sayfasından ilk paragrafı yazmamı söylüyor. En yakınımdaki kitap ve ilk paragraf kısmını ben salladım şu an. Daha önceki mimler böyle geliyordu, alışkın değilim çok özgür bırakan mimlere.

Bir dakika, alayım kitabı.
Buldum, evet: "Şaman ve Türk Dünyası" - Ali Faik Demir, Nebahat Akgün Çomak. Yeri geldi söyleyeyim, Nebahat Hanım'la bir vesileyle tanışmıştım. Mükemmel bir insan. Fırsat bulursanız tanışın derim. 
Paragrafı yazıyorum efenim:
"Şamanizm, Lamaizm ile ciddi bir rekabet içinde olmuştur. Bununla birlikte Moğolistan'daki Şamanist geleneği diğer bölgedekilerden ayırmak gerekir. Moğolistan'daki Şamanizm'le ilgili olarak Arap seyyah Rasid-ud Din'in yazdığı 'Moğolların Gizli Tarihi' adlı eserde bu bölgedeki bin yıllık Şaman geleneği anlatılmaktadır. Kuşkusuz Orta Asya'daki Şamanizm, yakın bölgelerle de etkileşim halindedir. Örneğin Kuzey Amerika'daki Eskimolar ile Sibirya'daki Eskimoların Şamanizm anlayışları aşağı yukarı aynıdır. Aynı şekilde Moğol Şaman geleneğiyle, "Bönpo"ların Tibet Prebudist dini, Nepal, Güney ve Güneydoğu Asya'daki farklı dinler arasında bir benzerlik görülmektedir."

Yazı için görsel ararken şu yazıya denk geldim, ekleyeyim dedim.  

4 Kasım 2010

CHP'de Neler Oluyor?


CHP, yıldızı parlayan parti hem de seneler sonra. Senelerdir yıldızının neden parlamadığı ise aslında belli: Koltuk Sevdası ve o koltuk sevdalılarının partinin olduğu yerde saymasını istemesi. 
Önder Sav'ın parti içinde bu kadar güçlü olduğunu partiyle çok da içli dışlı olan biri olmadığım için Deniz Baykal'ı koltuğundan edip yerine Kılıçdaroğlu'nu getirmesiyle anladım. Atladığı bir şey vardı ama "Küçüktü kıyamadım büyüdü yenemedim" misali, Kemal Kılıçdaroğlu büyüdüğünde onu yenememe olasılığı.. 
Kılıçdaroğlu'nu kişi olan seven bir insandım ta ki partinin başına bu şekilde geçene kadar.. İpleri Önder Sav'ın elinde olan bir kukla gibiydi çünkü, soğudum adamdan yalan yok. 
Bir uyarı aldı parti ve ipler koptu. Zaten minik bir etkiye bakıyormuş bu tepki. Velhasılı kelam dönülmez bir yola girildi. Kılıçdaroğlu, eğer dürüst bir çekişme olursa her şekilde alır istediğini ama ne kadar dürüst olur bu çekişme onu bilemem. Önder Sav'ın siması güven vermiyor çünkü bana. 
Şimdi Kılıçdaroğlu'nu zor bir dönem bekliyor. Parti ya tamamen yerle yeksan olup yine eski durgunluğuna dönecek ya da tamamen çıkıp en güçlü parti olacak. İkisi de imkansız değil, ikisine de aynı oranı veriyorum. İş tamamen Kılıçdaroğlu'nda.
Şimdi Kurultay olur mu olmaz mı ne olur, nasıl olur bunu kestiremiyorum ama olursa Kılıçdaroğlu'nun istediğini alması mümkün. Bir de Deniz Baykal faktörü var bu olayda. Önemli bir isim kendisi hâlâ, iki tarafın da Baykal'ın desteğine ihtiyacı var ve eğer o birini seçecekse bu tabii ki Önder Sav olmayacak; Baykal, Kılıçdaroğlu'nun seçecek ama şartı da olacak. Kendi seçtiği isimlerin kendi seçtiği görevlere getirilmesini isteyecek. Kılıçdaroğlu bunu kabul eder mi? Edebilir, hatta eder de ama şu saatten sonra Kılıçdaroğlu'nun partinin iplerini bırakması olası değil. Bundan sonra ipler onun elinde ve kim ne derse desin CHP'nin ihtiyacı olan şey de bu. Ha yine de şu arada bir bölünme şart mıydı, bence değildi yine de olan oldu ve yola bakılması lazım. 

AKP'de olup CHP'de olmayan şeyin ne olduğunu da herkes görmüş oldu sanırım: Birlik bütünlük.. AKP, Erdoğan gibi kontrolü tamamen elinde bulunduran bir lidere sahip. Milletvekilleri, bakanlar ondan izin almadan açıklama dahi yapamıyorlar. Her şey her şey her şey Recep T. Erdoğan'ın elinde. Bu da AKP'yi güçlü kılıyor işte. Bu güç, AKP'nin kendimiz gibi olmayanları hırpalayalım fikriyle birleşince toplum için tehlikeli oluyor ama partiyi aşağıdan yukarıya bütün halinde tutmak için de bu şart. Hemen hemen bütün partilerin başına gelen bu bölünme kazaları, AKP'nin başına gelmedi, geleceğini de sanmıyorum. Yeni kurulmuş bir parti, özel seçilmiş insanlar, güçlü bir lider ve işte AKP'nin bölünmeme sebebi. CHP ise özel bir parti, yıllardır öyle ya da böyle dik durmuş bir parti ve çeşitli görüşlerden insanlar barındırıyor içinde işte bu da bölünmeye sebep oluyor. Önder Sav taraftarları, Kemal Kılıçdaroğlu taraftarları, Deniz Baykal taraftarları.. Eee? 
Bence Önder Sav'ın Bodrum'a yerleşip domates ekme vakti gelmiş. Deniz Baykal ise partide destekçi olarak devam etmeli ama partinin kontrolü sadece ve sadece Kılıçdaroğlu'nda olmalı. Bir de böyle denenmeli zira diğer bütün seçeneklerde başarısızlığa ulaşıldı.
İzleyip görelim neler olacağını merakla bekliyorum..

Hazır partilerden bahsetmişken MHP'den de bahsedeyim. Bu aralar iyice dağıttı MHP, bana kalırsa daha uyumlu olmalı. BDP, bu aralar daha ılımlı, güzel güzel, yapıcı yorumlar yaparken MHP hâlâ neden bu kadar uyumsuz anlamıyorum. Bazı şeylerin şimdiye kadar seçilmiş yolla yapılamadığı görüldü işte, yapamadınız, olmayacağı da belliydi zaten. Şimdi TR mis gibi bir fırsat yakaladı. Dik başlılığın alemi yok, güzel bir orta yol için biraz olsun uyumlu olup olumlu açıklamalar yapabilir. Düşmanca açıklamalar yapmanın ne MHP'ye ne BDP'ye ne de herhangi başka bir partiye faydası var. BDP, bunu anladı sanıyorum, sıra MHP'de. Siyasi kavgayı bir kenara bırakıp AKP'ye CHP, MHP ve BDP birlikte destek verip sorunu çözme adına güzel işler yapabilirler. Zaten herhangi bir partinin tek başına halledebileceği bir sorun değil bu, bu yüzden CHP ya da MHP hatta BDP bile tek başına iktidar olsa istediği gibi istediği zamanda çözemez bu sorunu diğerlerinden destek almadan. Bu yüzden işte hazır bu kadar yaklaşmışken ne yapılması gerekiyorsa birlikte yapılsa da durulsa artık bu kötü hava.

Öylee işte parti meselelerinde pek ahkam kesmişliğim yoktur benim ama söyleyeyim dedim, bakarsınız biri okur da "Aaa Pippi böyle düşünüyormuş, dikkate alalım yazdıklarını" der, birilerinin işine yararım.

31 Ekim 2010

ÖSYM'nin Teknoloji ile İmtihanı


Bir sınavı daha geride bıraktım efenim. Hemen izlenimlerimi aktarıyorum.
Sevgili sınavgiriciler, dandik kalem konusunda haklıymışım. Gazetenin verdiği kalemlerden iki adet sınav kalemi verdiler. Kağıt mendil yoktu sadece incecik "bir" peçete vardı. 3-4 adet Olips (tane olarak) vardı. Yarım litrenin daha azı var ya hani mini su şişesi, heh ondan da su vardı. Bir kalemtıraş, bir de kalitesiz silgi vardı. Bunları bilin bundan sonra böyle imiş. Sınava kağıt mendil de almadılar iyi ki akmadı burnum hıh

Parmak kadar çocukken bile sınavlara tek başıma giden bendeniz, mecbur kaldım bu sefer, babamla gittim sınava. Çanta alınmıyordu çünkü. Böyle bir garip oldum, sadece kimlik ve sınav giriş belgesi ile girdim. Ben giderken milletin bir kısmı geri dönüyordu. Yüzüklerini, kolyelerini çıkarttırmışlar, birilerine bırakma çabasındalardı. Hatta emanet edecek kimsesi olmayanlar gömdüler efendim. Evet bildiğin gömdüler alyanslarını. Komediydi resmen. Süper bir üst arama olması gerekiyordu değil mi bu kadar hassaslığa.? Ha haaa, neeerdeee... Bir tane kadın bir tane de erkek polis koymuşlar kapıya, öylesine bir ellediler o kadar. Hatta kadın sadece ceplerime bir de takı taşıyıp taşımadığıma baktı. Çorabıma süpersonik bir cihaz yerleştirmiş olsam hayatta anlamazlardı, hatta ne süpersoniği bildiğin 3310 hatta artırıyorum walkman koy, hiiç çakmazlardı. Salonda 3 tane gözetmen vardı, salonda kopya çekmek zor olurdu herhalde. 
Hayır anlayamadığım şey şu, 1234 şifreli bir sistem kullanıyorsunuz malum sorular sistemden çalındı, bu kadar yaygaraya ne gerek var? 

Olması gereken buydu elbette bu kadar önlem alınmalıydı hatta bu bile yeterli değil ama işte zoruna gidiyor insanın yarım yamalak iş yapılması. "Aaa teknoloji çok gelişmiş biz milletin alyansını almayalım sınava" demeleri garip. Şifreni 1234 yap sonra milletin alyansına şüpheyle bak. ehi..

Sınavı yine birincilikle bitirdim, en birinci ben çıktım. Bu millet onca zaman ne yapıyor sınavda anlamıyorum. 1 saat mi ne vardı, verip çıktım. Çıkışta ikinci bir "Beyin Bedava" olayı yaşanmasın diye gazetecilere açıklama yapmaktan kaçındım ama meraklı teyzelere "Sorular çok kolaydı, herkes yapmıştır." dedim.
Beni beklemesi gereken babamı koyduğum yerde bulamadım. Bir tane bakkal buldum, telefon ettim babam gelince versem olur mu parasını dedim, tamam dedi kadın. Çağırdım babamı ama beyimizin gelmesi yarım saat sürdü. Her neyse işte sonra da doğruca eve geldik. Kapese hakkında hâlâ bir şey bilmeyen aile eşrafının geri kalan kısmı, beni 5-6 gibi bekliyorlarmış. Sınava yetişemedim de geri döndüm sandılar sağ olsunlar. 

Bu sene girdik bitti. Seneye girmeyeceğim. Sonraki seneye bakarız artık. Yaşama sebebim oldu KPSS, adeta onun için yaşıyorum. Kazanmak gibi bir gayem de yok, öyle giriyorum çıkıyorum, işim bu.

Ayt bu arada, sınav giriş kuyruğundaki kızlar "Ay ben 40 almıştım şimdi 40 da alamazsam ne yapacağım?" diyorlardı. Ağızlarına ağızlarına çarpacaktım giriş belgesini. 

İşte böyle efenim. Biraz özgürleştim artık. Şimdi ev hanımı olacağım. Örgü öreceğim, evlilik programı izleyeceğim, dizi izleyeceğim, günlere gideceğim. Huzur bunlardaymış arkadaş, onca sene boşuna kasmışım kendimi, yok okuyacağım yok büyük kadın olacağım yok şöyle yok böyle. Hayat el hareketi çekince anladım ki çok saçmaymış bunlar. Öyle işte..

30 Ekim 2010

Sevgili KPSSzedeler Dikkat Dikkat

Yazmasam vicdan azabı çekerdim. Benim gibi sersemgillerden değil herkes, nasılsa biliyorlardır ama olsun hatırlatmakta yarar var.
Özet geçiyorum.
-Yanımıza neler alacağız? 
*Sınav giriş belgesi. 
*Kimlik ya da pasaport. (Ehliyet yok verilen bilgide, ehliyete güvenerek gitmeyin, kimliğiniz mutlaka olsun yanınızda.) 
*Bir adet vesikalık fotoğraf.

-Yanımıza neleri almayacağız?
Kalem, kağıt, silgi vb kırtasiye malzemeleri olmayacak yanınızda. Aslında yanınızda hiçbir şey olmayacak yukarıdakiler haricinde. Devlet bizi düşünmüş ve kalem, silgi vesaireyi kendisi verecek. Su da verecek, şeker de verecek.
Yanınıza saat almayın, kolunuzda da olmasın tabii. Sınav salonlarında duvarda saat olacakmış. Yüzük dahil herhangi bir takınız olmayacak. Üzerinde metal zımbırtılar bulunan kıyafetler giymeyin. Madeni para olmasın üzerinizde. Cep telefonu olmasın, herhangi başka bir elektronik cihaz olmasın. 
Kızzzlar çantaları da almıyoruz yanımıza. Ayrıca emanet de edilmiyormuş kapıda, sorun olmasın hiçbir şekilde taşımayın bunları.

Sınavda ölseniz bile dışarı çıkmayın, sınav bitmeden sınav salonundan çıkanlar bir daha geri gelemeyecek imiş efendim. Çişinizi sınava girmeden yapın. İshalseniz Allah kolaylık versin.

Yalnız benim kafama takılan bir şey var. Kağıt mendille ilgili herhangi bir şey okumadım. Ya burnumuz akarsa o ne olacak? Kağıt mendil veriyorlar mı? Yanımızda götürsek almazlarsa içeri, göt gibi kalırız valla. Bu konuda bir bilgisi olan varsa bana da söyleyiversin bir zahmet.

+++ Haber
Bu gece itibarıyla yaz saati bitiyor efenim. Yatmadan önce saatleri geri almayı unutmayın, yarın sorun yaşamayın. 

***

Sınava daha önce de söylemiştim çalışmadım, öylesine bir konu tekrarı yaptım o kadar. Yine denemelerde 100-110 net yapıyorum bu da demek oluyor ki sınavda 30 yanlış garanti eheh. Neyse umurumda da değil. Umurumda değil ama bugün bir stres başladı. Başım ağrıyor çok şiddetli, gece de muhtemelen uyuyamayacağım. Hadi hayırlısı ne diyeyim.
Saçma bir sistem falan demeyeyim hadi bu sefer; çalışan, emek veren herkese başarılar diliyorum. Öptüm kuzuşişlerim.

26 Ekim 2010

Adı: Melis (Daktilo Sesi) Yaşı:1 (Daktilo Sesi) O Bir Ölüüüüüü (Daktilo Sesi)

Şimdi neden dana kadar görseli koydum, çünkü Solmaz'ın beyin sulanmış garanti. Yazdığı yer bir kişinin hesabı değil, Farmville hayvancıklarını paylaşma mekanlarından biri. 
Neeeyse gelelim Melis'e.. 
Melis isimli arkadaşlar varsa özür dilerim ama bu isimden gerçekten tiksiniyorum. Böyle bitkigiller isimlerinden zaten haz etmem bir de melisten hepten nefret ederim. 
Ayt neyse demem o ki Melis diye 1 yaşında çocuk mu olur arkadaş!?. Melis dediğin 17'lik hatun ismi. Böyle sırnaşık, cilveli falan. 
Bir de yavrum Melis ölmüşsün, Allah rahmet eylesin de şu işten çıkarın nedir senin kuzucuğum? Yani bunca çabayı harcama sebebin ne kuzuşişim? İki gerizekalı bunu oraya buraya yazınca aramıza geri mi döneceksin? Bir de mesela şu var merak ettiğim: Öpüleceksin derken? Yani 1 yaşındaki çocuk ne ara coşmaya başladı, öpmek, sevmek, çıkma teklif etmek.. Öbür taraf bozmuş seni Meliscim, valla bak. Döneceğini bilsem oraya buraya yapıştıracağım hani sırf seni o kötü yoldan kurtarıp evinin bebeği yapmak için ama dur dur istemem istemem, senin adın Melis. Kal canım sen orada. Evet. 

23 Ekim 2010

Pippimin Annesi


Sevgili Oğlum,
Ben de çoğu ebeveyn gibi duygulardan söz ederken kızım olduğunu hayal ediyorum. Kızlar daha iyi anlar ya hani böyle şeyleri, ama endişelenme, seni ben yetiştireceğim adam etmesini bilirim. Duygusal pandam benim. Şimdi uslu bir çocuk ol, anneyi üzme ve kız ol bakiim, hemen ol, şimdi ol, hadi çocuğum..

Heh aferin yavruma..

Sevgili Kızım,
Bu aralar seni özlüyorum. Aslında bir köpek alacaktım eve ama seni hayal etmek daha mantıklı geldi, koltuğuma işemiyorsun çünkü hayallerimde. 
Bu aralar annen mal oldu yavrum. "Yine mi?" dediğini duyuyorum, akıllı ol! Anneye mal denmez, heykel olursun. Ama bir gerçek var: benim mal olduğum.. 

Yine KPSS var, bir hafta kaldı. Herkes çalıştığımı zannediyor ama ben çalışan halimi bilirim, bu hal o hal değil. Bakıyorum evet ama inan sikindirik taylar bile daha önemli geliyor şu an. Hiç olmazsa emeğinin karşılığını sanal da olsa alıyorsun. Tay demişken onu da anlatayım, Farmville diye bir oyun var. Ya boş insanların ya dinlenmek isteyen insanların ya da kafasını dağıtmak isteyen insanların başvurduğu bir sürü saçma salak oyundan biri. Bir iki ay oldu başlayalı ama 53. seviyedeyim. Bir sürü abidik gubidik hayvanım var. Hiçbiri senin yerini tutmuyor tabii. Bir de lanet bir bilgisayarım var, 6-7 sene oldu alalı, daha format yemişliği yok, ama bana kafayı yedirmişliği var. Artık son demlerinde biliyorum, Farmville'i bile açamıyor, sürekli hata veriyor oyun. Ben de hep babana küfrediyorum işte. Neeeyse..

Sonracığıma çocuğum ne diyordum KPSS.. Ben malım evet ama bencil değilim, aslında bencilim ama bilemiyorum şimdi, seni muhtemelen doğurmayacağım evladım, içimde tutacağım seni böyle. Çünkü gelme gittt gelme gittt, Mahmut Hoca! Buralar hiç iyi değil, gerçekten.. Hükümet denilen bir şey insanların kendi kendini yönettiğinin iddia edildiği bir sistemin bilmem bir şeysi işte.. 25 senelik kısacık ömrümde daha işe yarar bir hükümet görmüş değilim, 80'i geçmiş babaanneme sor o da görmemiş. Aslında kimse memnun olmamasına rağmen neden öyle mal malak bekliyoruz bilmiyorum. Hani illa bir başkan seçeceğiz. Şimdi normalde seni bir şeyden sorumlu yaptıklarında, o sorumlu olduğun şeyin başına bir şey gelecek olursa başka kimsenin başı yanmadan sadece senin başın yansın diyedir. Amaaaa gel gör ki iş ülke yönetmeye gelince hiç böyle olmuyor. Ülkenin poposu çimdikleniyor ama kimse oralı değil, ohş sesleri var sadece. 

Bak çocuğum bu da iki nokta: ".." Üç değil, bir değil iki olacak. Tamam mı? Sırayla gidiyoruz biz çünkü.. Hemen aradaki farkı anlatayım sana, cümle bittiğinde tek nokta koyuyoruz, cümle aslında bitmiş ama şekil itibarıyla bitmemişse falansa ve filansa üç nokta ama cümlenin sonunda küçük de olsa bir off çekiyorsan, dertliyim dertli manasında iki nokta. Anlaştık mı? Heh tamam.
Farmville diyordum ya hani, onu deme sebebim şu, kpss diye sikli soklu bir sınav var. Anana yapılabilecek tüm fantezileri yaptı kendisi, kendi kendine.. Evet çocuğum bu salak sınava girmek zorundayım, kazanmak zorundayım ama şu kazanma kısmına bir türlü gelemedim. Gelemeyeceğim de herhalde, bundan sonra girmeyi düşünmüyorum çünkü. Şimdi sınava kalmış bir hafta, benim çalışmam lazım değil mi? Haayır.. Artık zaten öğrenmişim kitaplarda yazanları.. Bakıyorum geçiyorum, beyin bedava ne de olsa, biliyorum evet ama sınavda neden olmuyor onu bilmiyorum. Bir hafta sonraki sınavda soruların hepsini doğru yapsam bile atanamıyorum biliyor musun? Şimdi canımı dişime takıp çalışsam aptal olmaz mıyım? Olurum. Şu bir hafta bitsin, sana patik öreceğim çocuğum. Bir hafta.. Omuzlarımdaki yükten bir süreliğine kurtulacağım. Dinlenemeden diğer sınava çalışacaktım bir de yeak ya pııışıııık.. Sınavdan sonra halamın yanına gideceğim, örgü öreceğim, dikiş dikeceğim.. Belki düzelirim he, ne dersin?

Normal bir anne olmak isterdim, gerçekten isterdim ama olamayacağımı biliyorum. Senin de kafanı karıştıracağım, psikolojini bozacağım. Çok gülen bir kadınken bir dakika sonra tek bir noktaya dalıp gitmiş bir kadın, üç dakika sonra sen "Anneeee, çorabımı bulamıyorum." dediğinde, "Lavabo deliğine baktın mı?" diyecek bir anne.. Daha fazlası değilim işte. 
Şimdiden düzenli olarak kullandığım üç ilacım var: Kalp, migren ve sinir için. Sence anne olmayı hak ediyor muyum? Bence hak etmiyorum.
Sadece annelik duygusunu tatmak için anne olacağım öyle mi? Peki sen ne olacaksın? Eğitim sistemi, parasızlık, işsizlik, çevre kirliliği, sabit fikirliler, deprem, sel, aşk.. Bunların hangisinden koruyabilirim ki seni?
Kendimi koruyamıyorum ki ben biriciğim, seni nasıl korurum. Bir gün bana bakıp "Beni ne diye doğurdun?" diyeceğini biliyorum, ve ben anneme benzemediğim için bunu senelerce unutmayıp öldüğümde de vicdan azabıyla öleceğimi biliyorum. Kötü değil mi?
Bir de ne kadar tembel olsam da tek bir işe odaklanıp onu mükemmel yapma gibi saçma bir özelliğim var. Şimdi diyelim ki sen geldin. Ne olacak? Saldım çayıra mı diyeceğim? Diyemem ki.. Peşinde gezeceğim, dünyanın çirkinliklerini gördüğüm için ve hayattan bir sürü deneyim puanı biriktirmiş biri olarak sana her şeyi anlatacağım. Sen anneni küçümseyeceksin, offlayacaksın, pofflayacaksın, sıkılacaksın benden, hatta belki nefret edeceksin. Sonra benim sözüm doğru çıkacak yine, uyardığım bir konuda çuvallayacaksın, ağlayacaksın, üzüleceksin.. Ben de seyredeceğim öyle mi? Ağğğzının ortasına bir tane çarpacağım, "Anne sözü dinlemezsen böyle olur işte" diyerek benden daha da nefret edeceksin. Tamam şaka, ama sonunda yine seni teselli etmeye kalkacağım, bu sefer de eğer bana benzemiş olursan haklı çıkan ben olduğum için benden nefret edeceksin. Yani annen gibi her şeyden nefret edeceksin çocuğum. 
Seni okula göndermek istemem ben mesela, ne işin var okulda çocuğum gel yamacıma, beyin fırtınası yapalım. Okul, insanları tek tipleştiriyor, yok ediyor, öldürüyor. Karşılığında da hiçbir şey vermiyor. Hiçbir şey.. Sümüklü arkadaşlarını arıyorsun sonra Facebook'ta. 

Ahh.. Sana daha çok çemkireceğim. Kafam karıştıkça sana geleceğim. Seni dünyaya gelme ihtimalinin olmasına bile pişman edeceğim yavrum. 
Rahmime gelme tamam mı? Çünkü gelirsen kopamam senden. Dünyada ne kadar pislik varsa hepsini yaşayacaksın demek çünkü bu.. Gelme git, gelme git, Mahmut Hoca!!

22 Ekim 2010

Zannedersem Bir Eksiğim Kalmadı


Ben dün sokağa çıktım sonunda. Anneannem sağ olsun biraz para vermiş benim için anneme. Ben de ne zamandır beklettiğim şeyleri almaya gittim. 
Ivır zıvırı geçersek aslında tek ihtiyacım bir kot pantolondu. Giy çıkar olayını sevmiyorum, bir de devir teknoloji devri malum, kamera olayından da korkuyorum ama kot da başka türlü alınmıyor, malum bacak kadar boyum olduğu için ölçü şart. 
Birkaç sefer daha kot alma girişimim olmuştu ama taşlanmamış ve boru paça olmayanını bulamadım. Giymeyin arkadaşlar artık şunlardan lütfen, bitsin bu işkence. Dön dolaş dön dolaş kaç kilometre yol yürüdüm bilmiyorum ve tabii taşlanmış kot satan kaç dükkanda tartışma çıkardım onu da bilmiyorum ama en sonunda aklıma eski bir dükkan geldi ve doğruca oraya gittim. 
İnanılması zor benim için, hatta inanmak için sürekli kota bakıyorum hâlâ, evet valla almışım işte duruyor yanımda. Boru paça değil ve taşlanmamış.. O eski dükkan da olmasa ne yapardım bilemiyorum. Dükkan eski, taa ben lisedeyken reklamları dönen Love yazan bir kazak vardı, bunları böyle çift olarak alıp sevdiceğinle giyiyordun. O zamanlar bende para olmadığı için dükkana girip öyle aval aval bakıp çıkmıştım. O kazağı hazırlık sınıfındayken görmüş olsam, bakalım kaç sene olmuş, ıımm, 10 sene olmuş. 10 senedir kazağın yeri bile değişmemiş, kazak aynı yerden bana bakıyordu ama almadım tabii, üzerinde Love yazan kazağın bende ne işi var allasen?
Pantolonu giydim, ölçü verdim, çıkardım. Üst katta bir terzi varmış, oraya gittim paçasını kestirmek için. Terziyle sohbet etmeye başladım:
-Ben de dikiş öğrenmek istiyorum, aslında dikiyorum da ama elimde dikebiliyorum, makine kullanmayı bilmiyorum. Siz dikiş kursuna gittiniz mi?"
-Yok, Allah vergisi bir yetenek benimki, bir de bir terzinin yanında çalışmıştım daha önce.
-Hımm..
-Öğrenci misin?
-Hayır, öğretmenim.
Aslında ben hiçbir zaman öğretmenim demiyorum. Çünkü değilim, birkaç dönem yaptım ama değilim işte. Tam ekleyecektim, "atanamadım ama" diye sonra bir anda vazgeçtim. Denemek istedim, sonuna "Ama atanamadım"ı eklemezsem tepkiler nasıl oluyor merak ettim. Eveeet kadının gözleri ışıdı birden:
-Aaaa, gerçekten mi? Ne kadar güzel.. Çok genç gösteriyorsun.
Çocuk gibisin diyecekti, diyemedi tabii kadınceğiz.
-Liseli zannediyorlar beni.
-Ama gerçekten çok genç gösteriyorsun. Nerede öğretmenlik yapıyorsun?
- xxx'de.
Buradaki xxx, geçen sene görev yaptığım yer. Yalana başlayınca devamını getirmek zorunda kaldım tabii. Allahtan kadın, bu cuma günü burada ne işin var demeyi akıl edemedi. 
Yalnız çok kötü oldu bu güzel tepkiyi almam, sanırım bundan sonra bu konuda yalanlar söylemeye başlayacağım. Çünkü bıktım artık atanamama muhabbetinden. "Ama atanamadım" deyince hep ama hep aynı şeyleri duyuyorum:
"İnşallah bu sene olur"
"Allah emeklerinin karşılığını versin."
"Fakültede kalsan"
"Yüksek lisans yapsan"
"Sözleşmeli olsan"
"Dershanede başlasan"
"Özel okulda çalışsan"
Dua kısmı güzel ama herkes samimi olmuyor maalesef bu konuda, insanların tepkilerini yorumlama konusundaki engin başarım beni üzmekten başka bir işe yaramıyor maalesef.
Diğer öneriler de sırası ile geliyor. Bir de örnek verenler var:
"Benim yeğenim de çalıştı kaç sene, bu sene atandı."
"Kardeşim de bilmem nerde öğretmen"
"Amcamın gelini de çalışıyor bakalım, bu sene olur inşallah"
Hey allam, siz söylemeseniz ben de tek başıma debelendiğimi düşünecektim. 
"Öğretmenim" deyince bunların hepsinden kurtuldum. Bundan sonra tanımadığım insanlarla konuşurken bu yalana başvuracağım, yalanın rengi umurumda değil, beni bu dertten kurtarması yeterli. 

Sonracığıma işte paça işi de bitince ucuzcu bir dükkandan depresyon hırkası aldım kendime. Bir de annemin yün siparişleri vardı onları da alıp eve geldim. 
Alışmışım yıllarca, adım başı tanıdığa, adım başı arkadaşa rastlamaya. Ama işte evden dışarı çıkmadığım için uzun zamandır, herkesten her şeyden uzak kaldım. Bir iki tanıdık haricinde kimseye rastlamadım. 
Off fakültedeki arkadaşlarımı özledim, onlarla beraber gezdiğimiz, oturduğumuz yerlere baktım, duygulandım.
Keşke okulu bitirmeseydim diyorum, keşke.. Öğrencilik gibisi yok. Off salak ben.

Kişiye Özel Not: Sevgili kardeşim libripens, canım benim telefonunu açaydın sana nasıl yorum bırakacağını söyleyecektim ama açmadın. Zaten kontörüm de yok, anneme ikide bir "Beni neden aramıyor ablam" diyormuşsun, deme, annem bana kızıyor sonra. Şimdi yorum kısmına tıkladıktan sonra bir ufak pencere açılacak, yorumunu yaz sonra aşağısından adı/url yazan kısmı seçeceksin, adı yazan yere nasıl görünmek istediğini yazacaksın, libripens mi yazarsın, pippi'nin kardeşi mi yazarsın bilemem. url kısmını ise boş bırak. Sonra yorumunuzu yayınlayın'a tıkla, tamamdır. Benim keyfim ne zaman gelir de bloga bakarsam o zaman onaylarım yorumunu, herkes görebilir, ben onaylamadan sen de göremezsin yorumunu nihahaha.. Öptüm yanağındaki çukurundan. 

14 Ekim 2010

+ Velet Yazısı Uyarmadı Demeyin

Aslında ne yazacağımı çok da bilmiyorum. 
Şeyden başlayalım ımm simgelerden, sembollerden.. Bir gruba dahil olma gereksiniminin insana neler yaptırabileceğinden falan ne bileyim işte..
Tee Hunlarda bile var olan bir gariplikten bahsedeceğim size. "Kazıma" diyebiliriz buna, Scarification. Üst derinizi yüzerek vücudunuza kalıcı iz bırakma. Sadece Hunlarda değil tabii Afrika milletlerinde de var bu gelenek. 
Misal şurada bir şey var bakabilirsiniz, burada da var, burada da var, burada da. Yazılarda bu işlemin hem tarihi serüveninden hem de tekniklerinden uzun uzun bahsediliyor. 

Şimdi gelelim + velet kısmına, yani görsellere. 
Bunlar geçmişten örnekler olsun. Peki bugün nasıl oluyor bu, yapılıyor mu hâlâ.? Evet efenim, bugün de yaptırılıyor bu. Aslında biz bunu farklı şekillerde görüyorduk zaten. Sevdiğinin adını orasına burasına kazıyor millet bunu biliyoruz ama scarification dediğimiz şey böyle nasıl desem off ki off, kıpırdamayın. Şöyle bir şey bırakıyor ardında. 


İşlem esnasında nasıl görünüyorsunuz?


İşlemin ardından:


Bir süre sonra:
4 yıl sonra:

Anladığım kadarıyla beyaz tenlilerde çok da etkili olmuyor, yara iziniz de beyaz oluyor çünkü. Bence beyaz tenliler boşuna yaptırıyor bunu, gerçekten güzel durmuyor.


Eveeet efendim. Aradan 4-5sene geçtikten sonra çok da güzel durmayan bu kazıma işlemini yaptırmak bana mantıklı gelmedi. Hani gerçekten güzel dursa anlayacağım ama hayır, güzel de durmuyor. Bence boyayla yapılan bildiğimiz dövme daha mantıklı, en azından fark ediliyor. Görmek için kişinin burnuna girmeye gerek yok. 

Psikolojisini bozduklarımdan özür dilerim. 

13 Ekim 2010

Ekolojik Din


Link
Dovaya zararsız ekolojik din İslam. Herkese tavsiye ederim, amin.
Yalnız Troll nickinden de tahmin edileceği üzere arkadaş sanırım sahte ama olsun, ben öyle de böyle de güldüm. Temennim sahte olması, gerçekse hiç komik değil lan valla değil. Aaa!!
ve lütfen bu güzel haberi atlamayalım, haber yorumdan daha güzel, üstelik sahte falan da değil, bildiğin haber yani. Allam sana geliyorum.!

12 Ekim 2010

Oku



Merhaba merhaba..
Size bir şey söylemem gerek değerli yasa yapar sevgili ve çok değerli insanlar, bakın şimdi bu söyleyeceğim şeyden sonra hayatınız anlam kazanacak.
Hayvanlar dediğimiz "canlılar" var. Hani bit beyinlilerce hakaret olarak kullanılıyor hayvan kelimesi. Heh hayvanlar var ya hani, onlar canlı biliyor musunuz? 
Canlı, yani canı var. O can, acıyor. Onlar da doğuyor, büyüyor, ölüyor ya da sizin lanet eğitim sisteminizin ürünleri tarafından öldürülüyor. 
***
Ufuk Günaydın, sadece bir örnek. Artık herkes adını ezberlediği için yazmakta sakınca görmüyorum, ki zaten çocuk değil bu adam, sikeyim işareti, herifin adı bu, ne yapalım armut mu diyelim. Neyse işte bu adam, sadece bir tanesi.. Sokağa çıktığımızda bu ve buna benzer bir sürü "canlı" ile karşılaşmamız mümkün. Siz zannediyorsunuz ki, çevremde böyle insanlar yok. Olmaz olur mu, her gün selam verdiğiniz insanlar mesela..
Evinizdeki örümceği "Aaaa bu beni kesin öldürür." diyerek öldürüyorsanız siz de canisiniz. Evinize giren fareden kurtulmak için bulduğunuz en kolay çözüm onu zehirlemekse siz de canisiniz. 
Onlar canlı arkadaşlar, yani canları var. Tiksindiğiniz farenin, korktuğunuz yılanın canı var. Belli bir döngü içinde onlar zaten ölüyor, sizin müdahale etmenize gerek yok. Kendinizi ne zannediyorsunuz gerçekten bilmiyorum.

Ufuk dedik sadece bir örnek. Bakın mesela (+bilmemkaç diyelim sonra bikbiklemeyin) video bu. Bunu yapan da Ufuk gibi biri. Bir sürü "insan", Ufuk gibi maalesef..

Şimdi ben yine her zaman söylediğim yere geleceğim. Sokayım sizin Fizik dersinize, biyoloji dersinize, Tarih dersinize.. Herkes geçti o derslerden de ne oldu arkadaşım, ne yetiştirdiniz, elinizde ne var? En en en öncelikli olan, "sevgi"yi, "saygı"yı öğretemedikten sonra havuz problemi çözmüş bu adam, neye yarar? Alın size test çocukları bunlar!! Alın size dershane gülleri bunlar.. Eğitim hani? Üniversite öğrencisi bu adam. Yani üniversite sınavını geçmiş, ne oldu, ne var elimizde.?
Ailede öğretilmemiş, neden, çünkü o aile de bu sistemin ürünleri. Okulda öğretilmemiş, neden, çünkü o "eğitimciler" de bu lanet sistemin ürünü.. Kendisi araştırmamış, ilgilenmemiş, bakmamış, görmemiş, neden, çünkü o da bu sistemin ürünü..
Bu Ufuk'un suçu olduğu kadar hepimizin de suçu. Sadece Ufuk değil, öğretmenleri, ailesi de cezalandırılmalı. Ama durun, bir dakika, Ufuk cezalandırılmadı ki!! 
300 lira verdi bir cana kıymanın bedeli olarak ve salıverildi. Pitbull'unu da kendisi gibi "eğitme"yi başarmış. Aslında iki canlının katili Ufuk. 

Şimdi, yasa yapmayı pek seven büyüklerimiz,
Hayvanlara zarar vermek bu ülkede bu şekilde cezalandırılıyorsa, ben hanginizden başlayayım öldürmeye.? Anlaşılır lisan, sizin üslup bu çünkü. Evet mesela Ufuk benim gözümde bir mendil, öldürsem mesela 100-200 lira ile yırtabilir miyim bu işten? Soru yani, mantıklı bir soru bu. 
Elimizde temsil var çünkü, bu soruyu sorma hakkı doğuyor.
Ben sizin gibi değilim, öldüreceğimden değil de işte ne bileyim, merak ettim vereceğiniz cevabı. 

Evet evet..
Devlet büyüklerimizin de çok önemli işleri var malum, ne insan canı için ne hayvan canı için ne doğa için ayıracak vakitleri var.
Güzel, ne diyelim..
Yurt dışında böyle bir olay olsaydı Ufuk, hapis cezası alacaktı birkaç sene. Evet, bana kalsa elbette Ufuk'un hapis yatmasına izin vermem. Ufuk'un eğitilmesi lazım. Ufuk'un geç de kalınmış olsa "adam" edilmesi lazım. Lazım da lazım.. Hapis cezası kafi değil, neyi düzeltebilirsin hapis cezasıyla. Senelerdir işliyor bu sistem de ne oluyor, kim vazgeçiyor suç işlemekten, kim cayıyor.? Ki hapis cezası bile almadı Ufuk, para verdi ve gitti. Bu kadar, evet hepsi bu.!

16 Ekim 2010 tarihinde 14:30- 17:00 saatleri arasında Taksim'den Tünel'e kadar yürüyeceğiz. Birilerinin dikkatini çekebilmek için.. Hayvanların canlı olduğunu söylemek için... 
Hayvan dostlarınızla gelin, birlikte yürüyelim.

Ufuk, pişmansan, sen de katıl bu yürüyüşe.. Git bak orada bir sürü "insan" olacak, yardım iste, "Beni eğitin" de. Arkadaşlarını da getir yanında. Onlar da yardım alsınlar, lazım çünkü gördüğümüz kadarıyla.
Selametle.


Not: Dilekçe için buna bak
Not: İmza toplanıyor efendim, o da burada.

11 Ekim 2010

Alo Ne Koyiim

Merhaba, yine bir gereksiz, işe yaramaz, ne oldum değil ne olacağım de konulu yazıya daha başlamış bulunuyorum.

İlk telefonum 3310 idi.
Ben aldığımda bu telefonun pahalı bir şey olduğunu bilmiyordum. Servisteyken babam aradı, telefonu bir çıkardım herkes "Oooo 3310, inanmıyorum" diye bağırmaya başladı. Deli mi ne millet anlamadım. 
Neyse işte ben bunu 3 sene kadar kullandım. Kendi bestelerimi yaptım, zil tonu atadım. Sevdiğim şarkıları şeyttim, zil tonu yaptım. Güzeldi, "Günün Birinde" ve "Dönence" ilk zil seslerimdi. 
Bir keresinde bayram çikolatasını cebime koymuşum, sonra da telefonumu aynı cebe koymuşum, çikolata eriyip 3310'la gerdeğe girmişti. Mis gibi çikolata kokuyordu telefonum. 
Hiçbir arızası olmadı. Odaya girince atardım yatağa, bazen fazla şiddetli atardım hatta, duvara çarpıp araya düşerdi hiçbir şey olmazdı. Merdivenden fırlattım bir şey olmadı, duvara fırlattım bir şey olmadı. Nasıl bir şey yapmışlarsa bir bok olmadı telefona. Sonra baktım bunun bozulacağı yok, babama verdim babam da yenisini aldı bana. Çok kullanışlı bir telefondu, keşke diyorum vermeseydim babama, çünkü babam birkaç ay kullandıktan sonra üzerine rakı dökmek suretiyle bozdu telefonu.

İkinci telefonum 3200 idi.


Gerçekten çok eğlenceli bir telefondu kendisi. Götünde ışığı vardı, en sevdiğim özelliği buydu. Tuşlarını da seviyordum. 3310'dan sonra iyi geldi açıkçası, 3310 kadar rahat olmasa da kolaydı tuş kullanımı. Bir de bunun küçük bir aleti vardı, onunla kapak tasarlıyordun. Kendi kapağını kendin yap. Çok sanatsal çalışmalara imza atmıştım kendisiyle. 
Ben bunu kullanırken kardeşim kendi telefonunu kulağından çaldırmayı başardı. Babam ona yeni telefon aldı, ama babam elektronik aletler konusunda paraya kıymaktan çekinmediği için gidip son model bir şey aldı. Kardeşim de yine çaldırırım ne yapayım ben bunu dedi ve onu bana verdi, kendisi de 3200'ımı aldı. İkinci telefonu olarak hâlâ kullanıyor bunu.

Üçüncü telefonum, kardeşimin bana verdiği 6230i efenim.
Hâlâ bu telefonu kullanıyorum. Bakalım kaç sene olmuş.. ımmm 5-6 sene olmuş evet. Bir sürü şey geldi bu telefonla başımıza, daha aldığımın ilk ayı, 8-10 metreden dereye düşüyordu son anda benden yana kaydı da kurtuldu. Merdivenden attım yine bir şey olmadı, oraya buraya çarpıyorum sürekli, bir şey olmuyor. Bir şey olmuyor arkadaş telefona.. Gerçi memnunum, yeni telefon istemiyorum zaten. Şarkı da dinleyebiliyorum kendisiyle. Hafıza kartı da var. Benim için araması, mesaj göndermesi, bir de bir iki şarkı olsun çalması kafi. Aslında bir de 3200'daki gibi götünde feneri olsa ömrü billah vazgeçmem bu telefondan ama işte, yok, bunun götünde fener yok. Evet, kendisi şu an yanımda selamı var. "Yaşlandım ama ölmedim" diyor. 
İnşallah hiç bozulmaz da bir beş sene daha kullanırım, çok seviyorum çünkü telefonumu.

Evet efenim, yine bir gereksiz, işe yaramaz, ne oldum değil ne olacağım de konulu yazımı daha bitirirkene küçüklerin burnunu siler, büyüklerin sakalını çekerim. Öptüm çüz.