Joseph Campbell'in Yaratıcı Mitoloji- Tanrının Maskeleri adlı kitabından, ilginizi çekeceğini umuyorum:
"Uygarlıkların uzun, engin tarih içinde doğup batması, onları destekleyen mitos yasalarının bütünlük ve ikna ediciliğinin işlevi olarak değerlendirilebilir. Çünkü uygarlıkları harekete geçirici, kurucu ve dönüştürücü güç, yetke değil esindir. Mitolojik inanç, bir bütün ve simgeler örgütüdür. Önemini dile getirmek olanaksızdır. Esin enerjisi onun sayesinde canlandırılır ve bir odağa yönlendirilir. Mesaj, kalpten kalbe beyin yoluyla geçer ve beynin ikna edilemediği yerde mesaj geçemez. O anda yaşama ulaşılamaz olur. Hala yerel mitolojilere inanan kimseler hem toplumsal düzenle hem de evrensel uyumla barışık bir deneyim yaşamaktadırlar. Belirlenmiş işaretlerin artık anlam ifade etmediği kimseler içinse -veya anlam ifade etse bile amaç dışı etki ve sonuç doğuruyorsa- kaçınılmaz olarak yerel toplumsal bağlardan kopuş duygusu ve yaşamın ne olduğuna ilişkin beynin anlamlandırma çabasında bir kuşku ortaya çıkacaktır. Toplumsal biçime zorlanan birey yaşayan ölüm düşüncesini biçimlendirmekte katılaşır. Eğer uygarlığın önemli sayıda bireyi aynı durumdaysa geri dönülmez bir eşik açılmış demektir."
Aynı kitapta Spinoza'dan da bahsediliyor:
" 'Bir devlet için onurlu insanların saklayamadıkları farklı görüşleri bulunması nedeniyle suçlular gibi sürgüne gönderilmesi kadar büyük talihsizlik olabilir mi? Hiçbir suç işlememiş, kötülük yapmamış aydınlanmış insanların düşman gibi görülmesi, öldürülmesi ve darağacının kötülük yapanların dehşetinin otoritenin tasarlayabildiği bütün rezillik işaretleriyle halka hoşgörü ve erdemin en önemli örnekleri olarak sergilendiği sahneler haline gelmesinden daha kötü bir durum olabilir mi? '
Bunlar kendi sinagogundan kovulmuş sürgünde bir Yahudi'nin, Benedict Spinoza'nın sözleri. Alman romantiklerden Novalis onu 'Tanrıyla Esrimiş Adam' olarak tanımlayacaktır. Dinsel kıyımların korku saldığı bir dönemde yazı yazarak, dediği gibi 'Felsefe yapmakta mükemmel özgürlüğün sofu dindarlık ve devlet huzuruyla uyumlu olabileceğini göstermenin ötesinde böyle bir özgürlüğün yok edilmesinin kamu huzurunu ve dindarlığın kendisini tahrip edeceğini de ortaya koymaktadır.' Spinoza, Avrupa tarihinde aydınlanmanın ilkeleri ve doğruluğu adına cesur ve muhteşem direniş sergilemiş insanlardan biridir. Yazıları kendi zamanında 'dinden dönmüş Yahudinin ve şeytanın cehennem ateşini canlandırdığı' alet olarak ilan edilmiştir. Kitabı Mukaddes'i birbirine karşı kullanan çılgın insanlar dünyasında -Fransız Kalvinistler, Alman Lütherciler, İspanyol ve Portekiz engizisyoncular, Hollandalı hahamlar ve sayısız benzerleri arasında- Spinoza, Kitabı Mukaddes hakkında şunu açıkça ifade etme cesaretini göstermişti -gerçekte herkes tarafından açıkça biliniyor olmalıydı ama-: 'Kitabı Mukaddes, mükemmel değildir, bozulmuştur, hatalarla doludur ve kendi içinde çelişkilidir. Oysa Tanrı'nın gerçek sözü kitapta yazan değildir, insanın kalbine ve zihnine kazınmıştır.' "
Yine başka bir alıntı:
"'Akılsız yüreğinde 'Allah yoktur.' dedi. ' Ama başka bir tür akılsız daha var, daha tehlikeli ve kendinden çok emin; kalbinden şöyle geçiriyor ve bunu bütün dünyaya ilan ediyor: Benimkinden başka Tanrı yok"