24 Ekim 2012

Hiçsizliğe - Turgut Uyar


HİÇSİZLİĞE

Tanrı sen ne kadar güzelsin
bir hiç olarak
ormansın belki bilmiyorum
belki ormanda bir ağaçsın şuncacık
bir pazartesi günüsün
insanları dupduru edemeyen
bütün karayollarında ve demiryollarında
gider gelirim bütün dünyada
ama biliyorum Kırşehir'de mezarsın
bir kilisesin Kapadokya'da
sözgelimi yumurtada zarsın
ustasın sabahları yapmada
en katı yoklukları koyarak insanın içine
aşkamüstlerinde biraz gaddarsın
sular ve zamanlar kararırken

ne yapalım
bari bağışlayalım birbirimizi

Turgut Uyar

20 Ekim 2012

Bir Dalda İki Kiraz


Biri al, biri beyaz.

Az önce sigara içerken 10 sene sonra var olup olamayacağımı düşündüm. Zor. Çok zor geliyor, 10 yıl daha yaşamak, yaşayabilmek.

10 yıl önce 16 yaşımdaydım. 16 yaşımda Lise 1'e gidiyordum sanırım. 16-26 yaş arasında liseyi bitirdim, üniversite okudum, sigaraya başladım, işsiz kaldım, sınavlara çalıştım, büyükbabamı kaybettim ve başkalarını, hastalandım, şehir değiştirdim, iş buldum, iş değiştirdim, hayatımın en büyük yalanıyla tanıştım, 5-6 ev değiştirdim, alkole alıştım, saçımı kestim kısacık, kilo aldım, kilo verdim...

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15 belki 16, 17 adam sevdim. Birini biraz fazla sevdim. Ben hep biraz fazla severim. 

Evlilik hayalleri kurdum, kızımın adını belirledim. Evlilikten tiksindim ve erkeklerden ve kızımı belki oğlumu yok ettim içimden. Adını da sildim hafızamdan.

Hayatımı oturup çizemedim belki, belki bunu hiçbir zaman yapamayacağım.

Şimdi önümde sadece 10 sene olduğunu düşünmek bile... Tekrar benzer acılar yaşamak... O kadar güç bulamıyorum kendimde. Artık mutlu insanlara bakıp "Ne güzel, hep mutlu olsunlar." diyen yaşlı bir teyzeyim. Kedim yok henüz, belki ilerde adı Susam olan bir kedim olur, olursa güzel olur.

Ölümden korkuyorum. Nedenini bilmiyorum, ölümden neden korkar insan? Geride bırakacağı manalı tek bir parçası bile yokken neden korkar ölümden insan? 

Hiç. Aslında hayatımın özetidir HİÇ. Nietzsche falan sikimde değil de, hani içim pek bir HİÇ dolu. Az heyecan, bol susuş. Konuştuğum zamanlar nadir, nadir heyecanlanıyorum. Onlarda da susmam gerek, biliyorum. Geçmişin manası yok, geçmiş manasız.

Erik ağacına çıkışlar, deli gibi erik yiyişler... Bisiklete binişler, tavuk besleyişler, inek sevişler,  kütüphanede delirmeler, bol kitap alışlar, bol kitap okuyuşlar, gülüşler, gülüşler, içten sarılışlar, sarıldığında dinlenişler, koşuşlar, ağlayışlar, yürüyüşler, fotoğraf çekişler...

Sikimde olmayan Nietzsche'nin bahsettiği kişilerdenim belki de. Hayattaki çürümeyi gördüm ve artık eskisi gibi değilim, olamıyorum. En iyi halimde bile heyecan vermiyor hiçbir şey bana. Baktığım zaman hayatıma değer katan her şeyin aslında bomboş olduğunu gördüm ben. Bilinçsizce gördüm, bilinçli gördüm, üzerine düşündüm, düşünmedim; biliyorum hepsini ama artık.

Yaşam... Büyükbabamın bana veda eden gözlerini gördüm, döndüğümde yoktu artık. Ayaklarını öptüm, ellerini öptüm, yüzünü sevdim... Tepki vermedi. Sonra biz onu toprağa koyduk, büyüsün yeşersin diye. Yeşermedi. 

Aşk... Siktir ediniz.

Şimdi nasıl bir hayatım var ben de bilmiyorum. Şu an Araf'ı biliyorum ben. İki hayat arasındaki Araf'tayım. O klasik çizgiden, kimine mutluluk veren çizginin öbür ucundan diğer tarafa geçiyorum. Diğer taraf o la la! Artık klasik hayalleri olan biri olma ihtimalimi çöpe atıyorum. Sabah nerede uyandığımı bilemeyecek hale gelmek istiyorum. Bile bile, bile isteye. Kimine göre ayıp, günah, olmaması gereken... Böyle düşünen insanlar şanslı insanlar, hepsini sevelim. Onlar da biraz sevilsinler. 

Arkadaşlar... Üniversiteden bu yana iki arkadaşım oldu sadece, hepsi bana uzak, uzak!

Biliyorum. Her şey bende, benimle. Bir karara bakar her şeyi tepe taklak etmek... Belki yüzü tersinden daha güzeldir, ben hiç görmedim yüzünü. Benim param hep dik geldi belki de. 

Hiç mutsuz değilim. Hayatımda hiç olmadığım kadar stabilim ben. Mide bulandırıcı. Depresyona girmemek güzel artık ama neşelenememek de bir o kadar acı. Üstelik hiçbir şeyle güzel olamayan bir kafam var. Çok içsem, kussam sonunda sadece uyuyorum. Uykunun amına koyiim.

İçimde hep bir anne özlemi var. Sarılıp sarıldığımda beni anladığını bildiğim bir anne özlemim var. Kimse veremedi bana bunu, annem bile.

İçimden konuşuyorum yine. Dışım bilmiyor bunların hiçbirini, bilmesin, bilmesinler.

Sorun yok, geçti, hepsi geçti. Yazdım ve bitti. 

2 Ekim 2012

Esenlikle Fenerbahçe



Hiçbir zaman çok güçlü bir taraftar olamadım. Maçlara gidip tezahürat edemedim. Benzer heyecanları yeni yeni keşfederken futbolla ilişkimin tek değer'i olan Alex'in gidişiyle futbolla ve çocukluğumdan beri destek verdiğim kimi zaman ağlatan kimi zaman çığlık attıran Fenerbahçe ile ilişkim sona erdi. Bu düşünülerek verilmiş bir karar da değil; çok içten, yok olmuş sevgim.

Eve gelirken Galatasaray taraftarlarının maç için duyduğu heyecanı gördüm, tezahüratlarını, coşkularını bildim. Önceden pek hoşlanmazdım, ne de olsa Galatasaray, ezeli rakip değil mi? Bu kez üzerimdekilere baktım, Fenerbahçe'ye dair herhangi bir iz var mı diye. Utandım, çok utandım o an Fenerbahçeli olmaktan.

Alex gibi güçlü bir oyuncunun kim bilir hangi sebeplerden takımdan gönderilmesi, en çok da bu şekilde gönderilmesi beni her şeyden soğuttu. Davalar, iddialar, mahkemeler... Söylenen her şeyi sineye çekip destekledim takımı ama şimdi savunulacak bir taraf yok. Alex de gidebilirdi, giderdi ama bu şekilde değil. Ağlayarak, ağlatarak değil.

Aykut Kocaman gitsin, Aziz Yıldırım gitsin demiyorum. Kişilerle değil meselem. Artık kim giderse gitsin, hatta Alex geri gelsin utancım bitmeyecek.

Fenerbahçe taraftarını, hem de takımı bunca zaman zor şartlarda desteklemiş, desteklemeye devam etmiş bir taraftarı bu şekilde 'ödüllendirmek' için onları yok saymak gerek. Eh yapacak bir şey yok, kimin eline geçmişse artık takım, taraftarın takımı olmaktan çıktığı bariz. 

Hoşça kal Fenerbahçe.
Seni değil ama Alex'i özleyeceğim.

Ha bir de Lefter'e durumu açıklayabildiniz umarım.
Esenlikle!