1 Nisan 2012

İstanbul'da Yaşamak



İstanbul perişan ben perişan kimse yok işime karışan...

İstanbul'a ilk geldiğimde tek başıma hiçbir şey yapamıyor, metroya nasıl binilir, akbil nasıl kullanılır, yürüyen merdivenin sağ tarafı ile sol tarafı arasındaki fark nedir bilmiyordum.. Otobüste, metroda, metrobüste bir türlü oturamıyor, otursam da hemen birine yer vermek için kalkıyordum.

Aradan geçen 4 ayda -belki de daha fazla- birçok şey değişti. Misal, ben artık çok çok çok gerekli olmadıkça kimseye yer vermiyorum. Çünkü oturmak için birkaç durak yürüyorum yani bir emek sarf ediyorum bu bir, ikincisi birine yer verdiğimde o nazlanıyor ve başka biri benim ayırdığım yere oturuyor. Böylece hem ben hem de oturması için kalktığım kişi ayakta kalıyor ama başka biri oturmuş oluyor. Başımda idiot harelerimle dolanmak kalıyor geriye.

Önceleri insanlar neden birbirlerini iterek ilerliyor derken geçenlerde fark ettim ki ben de artık itiyorum insanları. Neden? Çünkü ben iten olmasam başka biri beni itiyor ve amacım neyse ona geç kalıyorum ya da hiç yapamıyorum. 

İnsanlara çarptığımda özür dilerdim. Artık özür dilemiyorum. Çünkü bana çarpan 545212544518552 kişiden biri bile benden özür dilemedi, üstüne aşağıladı ayak altında dolaştığım için.

Yanımda biri zor durumda kalsa işi gücü bırakır ona yardım ederdim; artık etmiyorum. Çünkü ne zaman böyle bir şey yapsam bunu yapan tek kişi ben oluyorum ve başıma bin tane iş geliyor.

Önceden arkadaşlık, verilmiş sözler benim için çok kutsalken ayaküstü kırk yalan söyleyenler yüzünden kimseyi önemsemiyorum. İyi niyetim öyle istismar edildi ki kralı gelse beni yeniden güvenmeye ikna edemez. Güvenip de yola çıkmam en azından.

Bunun gibi bir sürü şey öğrendim. 
İş güç ise yerli yerinde. Her şey mükemmel ilerliyor. Tek sorunum kendime zaman ayıramıyor oluşum. İşte bugün kendime ayıracak az bir zaman buldum ve onu da bloga yazı yazmak için kullanıyorum, çünkü blog benim!

Her gün yazı yazmayı, yazılanları okumayı, düşünce tartışmayı çok özledim. 
Etrafımda düşünce tartışacak kimsenin olmayışı da beni üzüyor ya neyse, gerçi vakit de yok zaten.

Naber Tanrı? 24 saat sana yetiyor mu? Bana yetmiyor.