Ah Soner Ah Soner.. Emre Aydın fotoğrafıyla yabancı hatun kaldırma mücadelene tesadüfen şahit oldum. Am not yani, dahası değil.
29 Eylül 2010
25 Eylül 2010
Merhaba, Ben 25 Senelik Komşun
Annesiyle samimi olduğumuz komşumuzun oğluyla bugün ilk kez konuştum, 25 senede ilk kez.. Komşuluğumuz daha uzun tabii de benim ömrüm 24-25 işte. Adamın yüzünü ilk kez yakından gördüm lan, alla alla.
Vay arkadaş..
Bizim mahallede kız-erkek durumları böyle işte..
Bugün de konuşamıyordum gerçi de selam verdim, o da ilk kez durdu, halimi hatırımı sordu ve o tabii olmazsa olmaz sorumuz "KPSS ne oldu?"..
Falan filan yani, iyi birine benziyordu evet.
Gerçi ben bunu polise şikayet edecektim zamanında, ama sağ olsun annemler "Sen karışma milletin işine" dedi. Bu salak, annesini dövmüştü, annesi de sinir hastası bir kadın zaten. Sinirden oturup ağlamıştım, kapısına dayanacaktım ona da izin vermediler. Ertesi gün mahallenin imamına şikayet etmiştim, çocuk namaza gidiyordu da belki bu durumla ilgili iki kelam eder dedim. Ehi..
Ne zamandır ses gelmiyor evden, artık dövmüyor demek. Zaten kaç sene oldu, hüff, eve gelince aklıma geldi, yoksa belki selam da vermezdim. Öhöm..
21 Eylül 2010
İletişim Sanattır
Bana malzeme vermiyorsunuz, gözüm hep dışarıda oluyor ama olmaz ki böyle.
Şu ademceğizdeki kendine güvenin yarısı bende olaydı, ah olaydı..
20 Eylül 2010
Terlikle Canım Terlikle Terlikle Canım Terlikle
Çıplak ayak görmekten nefret ederim. En sevdiğim kişinin ayağını göreyim, soğurum ondan. Bu nedenledir ki, çorap ve terlik konusunda çok hassasım. Rengarenk çoraplarım, patiklerim vardır. Zaten ayaklarım da çok üşüyor, öyle çorapsız gezmem hiç. Bizim evde de çorapsız gezen yoktur, hatta annem üst üste üst üste giyer.
Terlik de bizim için önemlidir ama benim için çoook önemlidir. Misafirliğe giderken terlik götürenlerdenim ben, ya yoksa fazla terlikleri, ya öyle çorapla kalırsam..
Yukarıdaki gibi şeker terliklerim var benim. Yaz kış bot giyen biri olan ben, yaz kış burnu kapalı terlik giyerim, sokakta da terlik giymişliğim yoktur. Kumsalda bile bot giydiğim için alay edilmişliğim var ama.
Düüüünyanın ennn mükemmel adamı ilan edilmiş bir adamı sokakta terlikle göreyim, hele de o terliğin burnu açık olsun, hele de o terlik parmak arası olsun. O adam gözümde adam değildir. Böyle salak bir şeyim işte..
Burnu açık ayakkabı da giydiremez kimse bana.
Bayramlık ne istersin dediklerinde "Teeeerlikkk" diyorum. Terliksiz adım atmam evin içinde. Çok bağlıyımdır terliklerime..
Asıl konu şu, terlik benim için huzur demek galiba. Mesela sevdiceğim bana terlikle evlenme teklif etse uçarım sevinçten. Böyle de anormal bir sevgim var terliğe. Ama süslü olmayacak, yukarıdaki kadarı kafi.
Pofuduk terlikler de olur ama çok rahat edemem onlarla.
Benim çocuğum olursa çok şanslı olacak, çünkü benden terlik yeme olasılığı yok, bunun için bile çıkarmam terliklerimi evet evet çıkarmam. Ama uzaktan kumanda fırlatabilirim simasına, onu bilemiyorum işte..
Ayt, millet banyoda nasıl çıplak ayakla dolaşıyor anlamıyorum. Ben hayatta çıplak ayakla öyle yerlere basamam, banyo terliğim de ayrıdır benim. Benim terliklerimi kimse giyemez, ben de kimsenin terliğini giymem. Türk filmlerindeki hamam sahneleri beni tedirgin ediyor arkadaş, milletin giydiği takunyaları giyiyorlar, bazıları da çıplak ayakla basıyor yerlere, bazıları da yatıyor herkesin yattığı yere. Öğğğh..
Evet, çıplak ayak gezme çocuğun olmaz diyen annemin bu olaylarla hiiiiçbir ilgisi yok. Bu tamamen benim saçma özelliklerimden biri. Bunu da söyledim, bundan da kurtuldum.
18 Eylül 2010
KPSS İptal Edilince Biz de İptal Edilmiş Sayıldık mı?
KPSS hakkında yazmayacaktım değil mi? Siz de inandınız hemen hıh
Evet KPSS saçmalığının ikinci oturumu iptal edilmiş, aman da ne güzel.
Millet sevineceğimi falan sandı herhalde, bir sürü mesaj, "Hadi yine iyisin", "Gözün aydın" Lan arkadaş, ne ayacak gözüm, ders çalışacağım tekrar, üstelik bir bok olmayacağını bile bile ders çalışacağım. İptal edilmesi kötünün iyisi olurdu, oldu. Bu sikindirik sınavın varlığı saçma. Kaldırılsın artık yetti be..
İlla söyleyeceğim bunu. "E yapan yapıyor sen salaksan sınavın suçu ne?" diyen öküzler olabilir.
O öküzlere şu örneği vereyim ben,
şimdi sen yıllarca beden eğitimi dersi gördün, müzik dersi gördün değil mi? Heh şimdi sen matematik okumuş birisin. Seni müzikten, resimden sınava alıyorlar ve başarılı olursan öğretmen oluyorsun. Alan bilgin var, öğretmen özelliklerine de sahipsin ama müzikte resimde başarısızsın. Senin bölümünden birileri de var ki, ne alan bilgisine sahip ne de öğretmenlik becerilerine ama müzikte harika. Bu sınav evet öğretmen vasıflarına sahip olanları ayırıp onların atanmasını sağlıyor diyebilir misin?
Dersen zaten bu konuda bir bok da bilmiyorsun demektir.
Örgü örme ile ilgili sınava alsınlar herkesi, güzel örgü örebilenlerin atamasını yapsınlar. Yine KPSS ile aynı sonucu verecektir. İlla birileri yapar ama önemli olan işe yarayıp yaramadığı ve bu sınav işe yaramıyor.
KPSS bu işte.
Mağdur arkadaşlar adına bile sevinemedim. Sınavın kaldırılması için güzel bir vesileydi bu olay ama olmadı. Boktan sınav aynen devam.
Velhasılı kelam üzülmedim de sevinmedim de. Eğitim bilimlerinin iptal olacağı belliydi zaten. Ben yine sözümden dönmüş değilim. Seneye eğer yine KPSS olacaksa girmeyeceğim arkadaş ya da hadi girdim diyelim çalışmayacağım. Eğitim iptal oldu ya hani, öylesine gireceğim buna o kadar.
Bu KPSS puanlarından da bir halt anlamıyorum ayrıca. 88 mi 89 mu ne netim var GK GY sınavından ve eğitim bilimlerinin tamamını doğru yapsam bile atanmama yeter puanı alamıyorum.
Ne güzel değil mi?
Ho ho ho.!
Bu sabah internetten sıkıldım, Farmville'den ve diğer oyunlardan sıkıldım. Şimdi ne yapacağım bilmiyorum, yeni eğlence bulmam lazım. Bilgisayarı falan kapatıp gidesim var.
Bir de eğer bu sınav olayı olmasaydı dikiş kursuna gidecektim ne güzel. Evden uzaklaşacaktım, halamların evine yerleşecektim bir sene için. Planlarımın birilerinin gerzeklikleri yüzünden iptal olmasından bıktım artık. Her şeyi erteliyorum, sınav geçsin, puanlar açıklansın, iptal edilecek mi o belli olsun, yerleştirmeler belli olsun, ikinci atamalar belli olsun, sonra her şey sil baştan. Her sene aynı şey.
Hüff dikiş kursuna ne zaman gideceğim ben peki?
Bu arada Farmville oynamak için ekleştiğim arkadaşlardan birinin adı Kristal Anne. Hani anneler günü için ödül verecekseniz ve bu ödüle bir isim arayacaksanız ve aklınıza bu isim gelecekse gelmesin, kapılmış bu isim, olmaz, tamam mı?
15 Eylül 2010
Okuyom Ben Yaa
Elindeki (cebine girmeden) bütün parasını kitap almak için harcayan ve kitaplığını halka açmasına az kalmış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki: "Kütüphanecilerden, kitapçılardan tis tis tiskiniyorum.!"
Kütüphaneye koyacağın adamda azıcık kitap sevgisi olacak, kitaplardan yararlanmak isteyen cici bebelere karşı anlayış olacak. Amaaaa neeeerde..?
Kitap serüvenimi de anlatayım ben aslında.
Cin Ali'den başlayalım. Babam vicdanını rahatlatmak için kardeşimle bana sürekli bir şeyler alırdı. Okul öncesi hep oyuncak alan babam, ben okula başladıktan sonra ayakkabı, kitap ve müzik aletlerine taktı kafayı. Birinci sınıfta Cin Ali serisinin eve girdiği günü hatırlıyorum. O on kitap beni benden almıştı, büyülenmiştim sanki. Hayatın anlamını bulmuştum.
İlkokulda da tam bir kitap kurduydum. Öğretmen, en çok kim kitap okuyacak yarışması yapardı ve ödül olarak da ona kitap hediye ederdi. Üzerinize afiyet bütün ödülleri silip süpürmüştüm. Artık öğretmen, sınıf kitaplığından aldığım kitapları listelemekten yorulmuş, "Aldığın zaman kendin yaz" demişti. Zaman içinde sınıf kitaplıkları yetmemeye başladı. Babama kitap sipariş ediyordum ama isim vermediğim için "Karadeniz Fıkraları" alıp geliyordu. Etrafımda bana kitap tavsiye edecek kimse yoktu. Öğretmenin elinde bir kitap görür görmez isterdim. Kadıncağız benden bıktı, okulda kitap okumak yerine örgü örmeyi tercih etti. Dördüncü sınıfta araştırma inceleme okuduğumu çok net hatırlıyorum. Bir de 200 küsür sayfalık roman deneyimim olmuştu. Bana aşık çocuklardan biri romanı kıskanıp kapağını yırtmıştı. Şu olayın "kahramanı" olan göbeli ve ana sınıfı öğretmenimi öldürmek isteyişimi saymazsak öldürmek istediğim ilk kişi buydu. Yani sayarsak üçüncü oluyor evet. Sinirden şemsiye kırmıştım sırtında. Öhöm..
Ortaokul yıllarımda ise sınıf kitaplıklarını bitirdikten sonra okul kütüphanesine yöneldim. Her teneffüs açmıyorlardı sinir oluyordum. Bizim okulunki yetmeyince yandaki okulun edebiyat öğretmenini kafalayıp o okulun kütüphanesine dadanmıştım.
Bir de ders kitapları var tabii. Mal bir insan olduğum için ders kitaplarım alınır alınmaz Türkçe kitabını açıp bütün metinleri okurdum. Bir gecede kitabı bitirip bütün bir dönem herkese özet geçerdim.
Kitap yüzünden birçok kez abidik gubidik insanlarla papaz oldum. Bunlardan biri de ortaokuldaki Türkçe öğretmenimdi. Fondötenden yüzünün rengini yıllarca anlayamadığımız şapşi kadınla sınıfın ortasında kavga ettik, gerçi o bağırdı ben sadece laf soktum ama olsun, kavga sayılır. Olay şöyle oldu efenim: Bu gerzek, okul müsameresi düzenleyecekti, birkaç oynak hatunu aldı amigo kız dansı gibi bir şeyler düzenledi. Kavga olan derste de işte, sınıfı bırakıp kalorifere götünü verdi, o öndeki iki amigo ile konuşmaya daldı. Sınıf curcunaya başladı, konuşanlar, oynayanlar... Ben de çıkardım kitabımı, okumaya başladım. Kadın birden bir bağırdı:
"Ne yapıyorsun sen?" diye,
"Kitap okuyorum öğretmenim"
"Dersteyiz ne kitabı, ne kadar saygısızsın sen, burada ders işliyoruz görmüyor musun?"
"Ders işlemiyoruz öğretmenim, siz ısınarak arkadaşlarımızla konuşuyorsunuz."
"Ben hayatımda senin kadar saygısızını görmedim, teneffüste müdüre gidiyoruz."
"Gidelim tamam"
Müdüre gitmedi. Neden? Çünkü göt olacağını biliyordu haspam. O müdüre gitmedi ama bütün sınıf teneffüste "Helal olsun sana, sen haklıydın" dedi, havam oldu.
Yine ortaokul yılları ama bir yaz tatili. Evdeki kitaplar bitip para da bulamayınca ilçe kütüphanesine gideyim dedim. Hay gitmez olaydım. Bütün kütüphane ansiklopedi dolu, okuyacak başka kitap yok. Aslında var ama seçiciler için değil, bildiğin gazetenin yanında verilen aşk romanları.. Ben kütüphanede kitap seçip bir yandan da kendimle konuşup isyan ederken -kendi kendine konuşmak benden sorulur-, adam babamın arkadaşı olduğu için bana "torpil" geçmeye karar verdi. "Bak madem sen okumayı seviyorsun, sana şu odanın kapısını açabilirim, ama buradan kimseye bahsetmek yok." dedi. Önce "aha kesin sıçtık, oramı buramı ellemesin şimdi" derken kapı bir açıldı; arkadaş, cennete düştüm sanki.. Ağzına kadar kitap dolu, bir sürü önemli yazarın kitabı, araştırma, inceleme, psikoloji, şiir.. Bir yandan adam gelmesin sapık gibi zaten diye endişelenirken bir yandan da kitaplara gömüldüm. İlk on-on beş kitabımı seçtim ama iki kitap mı ne alabiliyorduk, fazlasını sonraya bırakıp çekildim. İçim içimi yiyor ama, adamın yaptığı çok sinir bozucu, kendi kitapları gibi saklıyor orada, bir yandan da kapı bana açıldı'nın şımarıklığı...
Off adam kesinlikle öküzdü. Kendi odasının sobasını yakıyor, kitapların olduğu bölümde ders çalışan, araştırma yapanları öyle soğukta bırakıyordu. Dümbelek kafalı..
Bu adama üniversitenin ilk yılında işim düştü. Dede Korkut lazım oldu bana, ama sürekli bende olması gerekiyordu, bir dönem kadar. Yeni basımları beğenmediğim için eski basım istedim ve kütüphaneye başvurdum. Dedim hacı böyle böyle. Kütüphaneci, kitapların yerlerini bilmediğini için aradım taradım iki tane Dede Korkut buldum." Bakın madem sizde iki taneymiş, bana bir güzellik yapma imkanınız var mı acaba? 15 gün değil de mesela 2 ay kalsa bende." Kabul etti, iki ay sonra getirirsin, derslerin daha önemli, zaten burada çok da başvurulan bir kitap değil hem bir tane daha var aynısından" dedi. "İyi" dedim ayrıldım. Aradan 20 gün geçti, babama şikayet etmiş beni. "Kızın kitap aldı getirmedi, söyle teslim etsin." demiş. Gururum iki paralık oldu babama karşı. Ertesi gün koştur koştur verdim kitabı. Bir daha da ilçe kütüphanesine uğramadım.
Lisede 70'ine merdiven dayamış hızla tırmanmaya çalışan bir teyzeydi kütüphanecimiz. 4. kattaki kütüphaneyi her teneffüs inatla ziyaret ederdim. Öğle araları da eve gitmez, kitap okurdum. Haliyle kütüphaneci teyzeyle arkadaş oldum. Artık beni kendi evladı gibi seviyordu. Hatta öyle çok seviyordu ki, beni oğluna almaya kalktı. Evet evet bildiğin, evlenme amaçlı tanıştırmak istedi bizi. Ben iki teneffüs üst üste uğramasam üşenmeden yanıma geliyordu. Son sene emekli oldu da yırttım bu işten.
Üniversiteye onca kütüphane deneyimi yaşayıp ağzının payını almış bir insan olarak başladım. Uzun zaman kütüphaneye uğramadım ama bulmaya mecbur olduğum ve başka hiçbir yerde bulamayacağım kitapların bizim okulun kütüphanesinde olduğunu bilmek yenilmeme sebep oldu. Birkaç kez sakin sakin gittim, işimi hallettim. Genç bir çocuk vardı, çok anlayışlıydı sağ olsun.
Bir gün yine işim düştü ve gitmeye mecbur kaldım. Konu anlatımım olacaktı yarın ve hoca yeni vermişti konuyu. Son saatlerimdi ve işim çok acildi. Gittim koşa koşa, aradım taradım, kaynakları buldum. Kütüphaneciye haber vermek için odaya bir girdim, aaa herif yok. O gitmiş, yerine öğrenci işlerindeki öküz gelmiş. "Benim bu kitaplardan çok acil fotokopi almam lazım" dedim. Kitapların isimlerini falan söylemeye başlayacaktım ki, kucağında 20 kilo kitap taşıyan benden öğrenci kimliği istedi adam. -Tamam haklı olabilir ne var alla alla-
"Bakın çok acil işim, ismimi, bölümümü, sınıfımı söyleyeyim kimliği çıkaramıyorum şimdi" dedim. "Fotokopi yan odada zaten" diye de ekledim. "Yok illa kimlik göreceğim." dedi. Kitapları bırakamadım çünkü bıraksam bir daha alamayacaktım, kimliği çıkardım zar zor, biraz uzaktaydım masaya, elimle vermek yerine "birazcık" attım adamın önüne.
"Sen kendini ne zannediyorsun.? Sen nasıl atarsın bunu bana?" diye bağırmaya başladı. Sinirliydim ama aklımın ucunda yoktu kavga etmek. "Adam haklı, ya başkası gelse çalsa kitapları" falan diye sakinleştirmiştim kendimi. "Atmadım" dedim önce sakince açıkladım, "Uzakta olduğum için öyle geldi size, affedersiniz". Yok, herif azarlamaya devam etti, haliyle bende de zaten konu anlatımı yüzünden gerilmiş kayışlar koptu.
"Ben kendimi biliyorum da siz kendinizi ne zannediyorsunuz acaba? Sizce akıllı insan işi mi bu güzel havada kütüphanede elinde kilolarca kitap varken kütüphaneciyle kavga etmek? Ne sanıyorsunuz bizi acaba, öğrenciyiz biz, hem de sıradan öğrenciler değiliz, öğretmen olmak üzere olan öğrencileriz. Hırsız muamelesi yapamazsınız siz bize" diye pöykürdüm. Adam bu sefer iyice coştu, pembe kafa kağıdımı istedi, "Bölüm başkanına şikayet edeceğim seni" dedi. O an ben iyice havalandım çünkü bölüm başkanı üzerinize afiyet bana hayrandı. -Kadın erkek olarak değil yanlış olmasın- İyice gaza geldim, çıkardım kimliği "Alın buyurun" dedim. "Nereye şikayet ediyorsanız edin, hatta kimlik sizde kalsın, hatıra diye saklayın" dedim. Adam memlekete baktı, meğer o gerzek herifle aynı ilçedenmişiz, ilçe de küçük bir yer olunca "Sen hemşehrimmişsin, kimin kızısın sen?" dedi. Nefret ettiğim soruların başında gelen bu güzel soruyu da duyunca adamdan daha da bir tiksindim. "Size ne, verdim işte kimliği, dekana mı gidiyorsunuz bölüm başkanına mı gidiyorsunuz, çıkmadan yetişin koşun koşun" dedim. Yok illa olmaz demeye başladı, "Sen hemşehrimmişsin, bir daha yapma böyle şeyler, akıllı ol" dedi. "Alsanıza hey yarabbim, sadece tehdit mi ediyorsunuz siz, işiniz gücünüz mü yok, gidin diyorum, şikayet edin, lütfen şikayet edin." Gitmedi adam, kimliği bana geri verdi. Odadan çıktım, kitapların olduğu bölüme geçip aldığım kitapları yerlerine yerleştirdim. Çıktım gittim, çıkış o çıkış daha da uğramadım.
Daha sonra bölüm başkanının odasındaki bir muhabbette anlattım böyle böyle oldu diye. İlgileneceğini söyledi ama ilgilenmemiştir, ki önemli olan ilgilenmesi de değildi, sadece bilmesi yeterliydi.
Okulun arkasına ikinci el eşya satan bir yer açılmış, bir sürü de kitap satıyorlar. Allaaaah, bursu alınca koştur koştur git sen, bütün bursu oraya ver sonra bütün ay babandan para dilen.. Bir de azar işit, elinde kitaplarla eve gelince. "Harca, harcama demiyorum, harca ama yemeye içmeye harca, kitaba verme bütün paranı."
Her zaman yaşlı bir adam duruyordu, bir gidişimde oğluna rastladım. Ben kitaplara hasta hasta bakıp "Bu da benim olsun, bu da benim olsun" derken çocuk da bana bakıyormuş. "Bu dükkan sizin gibi kitap aşığı birini görmedi." diye iltifatlar etmeye başladı. Bana yanında çalışmayı teklif etti. Bir sürü kitap hediye etti. Hazır maymun etmişken kitapları sayfa sayısına göre değerlendiren dükkan sahibini iyice kazıklayıp ayrıldım oradan. Evet bunu da araya sıkıştırdım.
Uyuz oluyorum kütüphanecilere, kitapçılara.. Sahafların iyisine lafım yok ama bazı eşşoğlueşekbeşdonugevşekler el yazma eserleri turistlere sayfa sayfa satıyor. Birçok destan maalesef bu şekilde yok olup gitti efenim. Köylerden topluyorlar sonra da sayfa sayfa satıyorlar.
Hatırlayabildiklerim bunlar, kitapla ilgili bir sürü başka anım da vardır kesin, belki bir yazı daha çıkar sonra.
Öptüm çüzz.
9 Eylül 2010
Delirttiniz Ulan Beni
Evet, artık cümle alem öğrendi Farmville oynadığımı.
Sadece Farmville değil aslında, zilyon tane oyun oynadım son bir haftada. Dün coştum kaldırdım hepsini, Farm kaldı. Güzel muhabbetler de dönüyor artık. Dünyaya açıldım, süpersonik İngilizcemle dünyayı ele geçiriyorum şu sıralar. Oraya buraya "Add me, pls" yazıyorum sağ olsunlar addiyorlar, öyle anlaşıyoruz güzel güzel. İsimlerindeki karakterleri bile göremediğim bir sürü arkadaşım var. Çok merak ediyorum kendi isimlerini söyleyebiliyorlar mı acaba ya da en azından görebiliyorlar mı..
Bugün babam yine odamı boş bulup dalmış, ben aşağıda saf saf televizyon izliyordum, "Yanımıza gelmiyorsun" diyorlar, üzülüyorlar bensiz diye. Heheyt ben aşağıdayken adamceğiz odama girmiş, kullandığım ve kullanmadığım pedlerimi görmüş, oraya buraya fırlattığım iç çamaşırlarımı da tabii. Ayak seslerini duyup odama çıktım. Enee baktım özelim kalmamış. Sinirlendim tabii. "Baba bakın bu sarı şey, ped oluyor." dedim. "Hani merak ettiyseniz" diye de ekledim. Oralı olmadı adam. Sonra bu çöpteki sarılar ise kullanıp attığım sarıp sarmaladığım pedler, hani kafanız karıştıysa açıklayayım dedim" dedim. Evet dedim dedim. Sonra gaza geldim, "Genç kız odası burası, öyle habersiz girilmez ki aaa" dedim. "Genç kız mı?" dedi, bir de "nihahaha" diye ekledi. "Genç kız odası" dedikten sonra aslında bende de bir şimşek çakmıştı ama yine de babam dalga geçmez nasılsa diye düşünmüştüm, öyle olmadı. Artık cümle alem biliyor, karta kaçtığımı. Minyonluk falan da kurtarmıyor artık.
Heh ne anlatıyordum ben.. Babam böyle kendi odasına internet çekmeye karar verip benim odamdaki interneti kurcalayıncaaaaa bağlantımın içine etti. Uğraştı yapamadı ve gitti. Kaldım dımdızlak. Şu an beni hayatta tutan, oyalayan tek şey internet, ama benimle çok ilgili ailem bunu göremiyor işte.
Bir süre sinirden gözümden birer ikişer damlalar aktı, ağlamadım lan, kendiliğinden aktı onlar. Sonra minik bir telefon görüşmesi yaptım, moralim yerine geldi. Bir de soda içip geğirince bütün sorunları halledecek bir Temel Reis oldum. Kabloları tekrar kurcalamaya başladım. Bu arada aklıma domateslerim geldi. Hemen Papatya Prenses'e mesaj gönderdim, "Domateslerimi toplar mısın?" dedim. O, domateslerimle uğraşırken ben de interneti kurcalamaya devam ettim.
Uğraşa uğraşa yaptım sonunda. Pippi'nin Çiftliği'ne bir girdim, bir baktım enee domuzlarım yok. Arıyorum tarıyorum, yok domuzlar. Gtalk sağ olsun, hemen sordum papatya'ya, "Naptın domuzlarıma çabuk söyle, kesip kasaplara sığır eti diye mi sattın, çabuk söyle" dedim.
Ciddi ciddi satmış domuzları. Açıklaması şu:
- Domuz pis hayvan ya, ne yapacaksın domuzları. Hem annen duymasın domuz beslediğini.
Düşündüm haklı aslında. Anneme durumu anlattım, papatya'yı bağrına bastı hemen.
-Aferin ona, domuz beslediğini duysam internetini keserdim senin. Domuz pis hayvan, adını anma şunun.
dedi, adını anarak dedi, domuz dedi, annem domuz dedi.
Önceden domuz kelimesi geçmezdi bizim evde. Biz çocukken beş harfli diye bahsederdik domuzdan. Çünkü, babaannemin tabusuydu domuz.
-O beş harflinin adı anılınca evdeki bütün kap kacak pislenirmiş.
derdi. Artık umursamıyor. Gerçi ömrü hayatımda kaç kez domuz dedim bilmiyorum. Büyük büyük büyük dedemin domuz avlarından ve çektirdiği fotoğraflardan bahsetmediğim sürece lazım olmuyordu o kelime, ta ki Farmville oynayana kadar.
Ayt neyse çiftliğin son hali bu:
Gelişiyorum, büyüyeceğim daha.
Sonracığıma bir de geçen şöyle bir şey oldu:
Kadının ismindeki karakterleri bile göremiyorum, Japon kendisi. Ne anladı da beğendi çok merak ediyorum.
Eveeet, daha oruç tutacaktım güya ben, bir baktım ramazan bitmiş. "Şeker Bayramı" değil "Şükür Bayramı" bu efendim. Bir de bu bayram da söylemezsem çatlarım:
"Bayram gelmiş neyime, anem anem garibem"
Ohh şimdi oldu.
Ah bir de "Deliye her gün bayram" var. Bir de "Bugün bayram erken kalkın çocuklar" var. Var da var..
Yarın zıbaracağım yine, şeker sevmiyorum, evde misafir sevmiyorum, kıymalı börek sevmiyorum, tatlı kurabiye sevmiyorum, ellerini öperken yüzüklerini burnuma burnuma çarpan menopoz teyzeleri sevmiyorum, yeni gelinleri sevmiyorum, "Aaa ne güzel ojelerin var senin" diyen veled-i zinaları sevmiyorum, harçlık da vermiyor kimse.. Özetle, işimdeyim gücümdeyim arkadaşım. Tarla torba beni bekler.
Sıradaki sigaramı size armağan ediyorum.
Öptüm çüzz.
8 Eylül 2010
Papalı Yelpaze
Obamalı seccadeden sonra iyi oldu bu, değil mi?
Canımdan çok sevdiğim biriciğim babam, menopozdaki annemin talebiyle ona bir yelpaze almış. Evet yukarıdaki yelpaze annemin menopoz yelpazesi olacaktı ama olamadı..
Annem sinir krizinin eşiğinden döndü.
-Evimde papanın ne işi var, biz gavur muyuz.? Çekin şu adamı başımdan. İnsan bir bakar almadan önce. İmam falan olsa neyse, papa ya, bu ne ya, bu ne ya..?
şeklinde ünleyerek evi birbirine kattı.
Yok etme sözü vererek elinden zor kurtardım papayı. Güya yok edeceğim, ha hayt, böyle malzeme yok edilir mi? Ben menopoza girince kullanacağım bunu.
Saygı ve sevgiyle.. Esenlikler dilerim.
3 Eylül 2010
Burası Benim Evimmiş Meğersem
Onca zaman ne Facebook'a doğru dürüst uğradım ne de herhangi bir oyun alışkanlığım vardı.
Son zamanlarda haleti ruhiyem oturaklı olmadığı için anormal anormal şeyler yapmaya başladım. En son marifetim de bu oldu işte.
Onca zaman Farmville oynayanlarla dalga geçtim. "Ehi ehi 'Bu Toprağın Sesi' başlamış, koş koş" dedim, "Toprak vergisi, ürün vergisi veriyor musun bakem sen" dedim. "Baytar bir tanıdığım var domuzlarına grip aşısı vurduralım" dedim. Sinir ettim, uyuz ettim milleti.. Ünlü feylosof İbrahim Tatlıseks'in de dediği gibi Allah cezamı verdi. Yukarıdaki kıç kadar tarla benim.
Bir bok olduğu yok, gördüğünüz üzere öylece ortalıkta perişan oldu domuzlarım, koyunlarım. Ne yapmam gerektiğini de pek anlamış değilim. Millet oraya küçük bir NY kuruyor, ben de işte böyle patlıcan, ananas falan ekiyorum.
Zaman konusunda sabırlı bir insan değilim, aceleciyim. Saatler geçiyor, yaprak kımıldamıyor çiftlikte, uyuz oluyorum. Öyle sürekli bir iş çıksın da yapayım diyorum ama neeeerdee.. Kimse benim gibi şapşalak biriyle komşu olmak da istemiyor. Efsa var işte, onun hediyeleriyle geçiniyorum. Ahaa efsa hediye dağıtıyor, yardır kızım diyerek havada kapıyorum. Komşum ol dedim birkaç kişiye, kimse iplemedi, kaldım dımdızlak.
Herkes oynayıp sıkıldığı için kimse de oynamıyor artık. Önceki senelerde habire davet gönderiyorlardı, sitititgit diyordum şimdi de millet bana diyordur herhalde.
Öyle işte, derdim dünyadan büyük yani. Yapabileceğiniz bir şeyler varsa ya da bu oyunu hala oynayanlardansanız beklerim efendim.
Bir Bakar mısınız?
Sizi bir yazıya yönlendireceğim.
Koruk Teyze için bir şeyler yapabilirim derseniz, aşağıda mail adresi bulunan Burcu Tüzün arkadaşımız ile iletişime geçebilirsiniz:
burcu.tuzun [at] gmail.com
2 Eylül 2010
Doğum Hikayesi Dediğin Böyle Olur
Çocuğum olsun istemiyorum ama olur da hani bir gün öyle bir halt yersem, hiiiiç çalışmayacağım arkadaş, 9 ay büyüteceğim popomu. Annem hiperaktifi hiç durmadan çalışmış. Kaynanam beni sevsin diye didinmiş durmuş. Sevmiş mi, yoo, 26-27 yıldır daha sevdiğine dair bir bulguya rastlanmadı.
Bir keresinde eve yatılı misafir geliyor, hem de çocuklu. Annemin karnı burnunda, yine "Aaa bu karnım neden büyük acaba?" demeden çalışıyor, çocukla uğraşıyor, misafire hizmet ediyor. Sen misin bize hizmet eden diyen veledi zina da çıkıp annemin karnına yani bana uçan tekme savuruyor. Kendisi şu anda 29-30 yaşlarında olmalı. Senin ağzını yüzünü kıracağım, bir bulayım da. Kill bill listesi yaptım kendime. Kronolojik olarak gidersek ilk Bill sensin. Ama gördüğün gibi bana zarar veremedin. Öldüm de geldim ulan!!
Annem bu tepiği yemiş evet ama ben şu an iyiyim, herkese buradan el sallıyorum.
İşte annem harıl harıl haldır haldır çalıştığı için ben içeride boş durmamışım. "Lan bu dünya ne kötü bir yer, daha çıkmadan sopa yedik, bir de çıksak demek ki ohoo" diyerek hemen bir plan yapmışım. Beslenme kordonunu alıp kendimi ona dolamışım efendim. İntihar da diyebiliriz buna. Annem sancılanıp doğa beni annemin karnından atmaya karar verdiğinde ben içeride bununla uğraşıyordum işte. Ebem olan kadın, ki kendisi babamın da ebesiymiş, ebe kadın beni dışarı çıkarmaya çalıştıkça ben gelmem de gelmem, pışşşşııık diyerek kendimi asmışım annemin karnında. Planım da güzel işliyormuş aslında, kadın beni çekecek, o çektikçe kordon daha da dolanacak ve ben bu lanet dünyaya gelmek istemeyen anarşist bebek olacaktım. Yalnız hesap etmediğim şey ebenin fazla inatçı ve tecrübeli oluşuymuş. Saatler süren mücadelenin ardından nur topu gibi bir Vadaaaaa'sı olmuş annemin. Kordon boğazıma dolandığı için mosmormuşum çıktığımda.
Korkudan beni çamaşır suyuna basmış olacaklar ki, şimdi de bembeyazım.
Bu da böyle bir anımdı işte.
1 Eylül 2010
Ay Ne Bilim Aaaa
Aynebilim adlı arkadaşım, radyo programı yapıyor. Bu aralar böyle Ayn hastası bir insan oldum. Nedense bilgisayarımda çaldığım şarkılar radyoda çalan şarkıların lezzetini vermiyor. Aynı şarkı radyoda olunca, daha bir zevkli oluyor. Hele bir de program yapan kişi sevimli, sempatik olunca oooh tadından yenmez oluyor. Çok hoş bir sesle efendim şurada bulunuyor kendisi: http://aynebilim.com/aynfm/
FriendFeed profilinden de yayın saatlerini veriyor şimdilik her an çıkabilir tadında devam ediyor programlar. Aklınızda bulunsun yani, canım sıkıldı ne yapsam dediğinizde ilk iş aynfm'e bakmak olsun. FriendFeed hesabınız varsa yayındayken şarkı isteğinde de bulunabilirsiniz.
Özellikle söylemem gereken bir şey var cumartesi akşamı "Saklambaç" var. Hem de ödüllü bir oyun bu. İzdivaç şeysi. Soruları soran kadın dinleyici ile kazanan erkek dinleyiciyi buluşturuyor ayn. FriendFeed'e gelin siz de, demin de söylemiştim sana sana sana sana, güzel oluyor.
Evet blogun eski yazıları tamamlandı. Canı sıkılanlar, beni merak edenler ve eski yazılarımın tekrar okumak isteyenler için yaptım bunu. Onca yazıyı taradım tekrar, çok çok gereksiz olanları atladım falan derken üç gün sürmüş olsa da bitti. Ziyaretçi açısından bir artısı yok kesinlikle, eski tarihli olduğu için Google iplemeyecek. Bu yüzden işte kıymetinizi bilin sevgili dostlar, sadece sizin için yaptım. Yorumlamak isterseniz yorumlayın da, ben cevaplarım yine.
Bir de etiketler var:
Yafta bölümü blogumda öylesine olan bir şey değil. Seri gibi devam eden yazılar barındıyor aslında bu blog. Bu yüzden ilginizi çeken bir konu olursa linkini verdiğim bu yazıdan konuyla ilgili bütün yazılara ulaşabilirsiniz.
Bir de ben bu blogu çok seviyorum:
Evet sayın seyirciler, reklamları izlediniz. Şimdi sizi, "Bir Yemin Ettim ki Veremem" adlı ödüllü filmimizle baş başa bırakıyoruz. İyi seyirler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)