"Talih diye okumuştum bir yerde, kör değil cahildir. Talih diye düşündüm, istatistik ve olasılık bilmeyenlerin tesellisidir."
"Tren yolunu geçtim, ara sokaklara girdim, dökülüp asfalta yapışmış sarı yaprakları ezdim. Birden içimde derin bir iyimserlik yükseldi. Hep böyle yürürsem, hızla yürürsem, hiç durmazsam, yolculuklara çıkarsam, sanki kitaptaki dünyaya varacaktım. İçimde ışıltısını hissettiğim yeni hayat, uzakta bir yerde, belki erişilmez bir ülkedeydi, ama hareket ettikçe ona yaklaştığımı, en azından eski hayatımı arkada bırakabildiğimi seziyordum."
"Ama korkuyordum da... Niye? Bir kitap okuyup hayatı kaymış benim gibilerin başlarına gelenleri işitmiştim de ondan. 'Felsefenin Temel İlkeleri' diye bir kitap okuyup bir gecede okuduğu her kelimeye hak verip ertesi gün Devrimci Proleter Yeni Öncü'ye katılıp üç gün sonra banka soygununda enselenip on yıl yatanların hikayelerini duymuştum. Ya da 'İslam ve Yeni Ahlak' ya da 'Batılılaşma İhaneti' gibi kitaplardan birini okuyup bir gecede meyhaneden camiye geçip buz gibi soğuk halıların üzerinde, gül suyu kokuları içinde elli yıl sonra gelecek ölümü sabırla beklemeye başlayanları da biliyorum. Sonra 'Aşkın Özgürlüğü' ya da 'Kendimi Tanıdım' gibi kitaplara kapılanları da tanımıştım. Bunlar, daha çok burçlara inanabilecek tıynette insanlar arasından çıkardı, ama onlar da bütün içtenlikleriyle 'Bir gecede bütün hayatımı değiştirdi bu kitap.' derlerdi. Aslında, bu korkutucu manzaraların sefaleti de değildi aklımdaki: Yalnızlıktan korkuyordum. Benim gibi bir budalanın büyük bir ihtimalle yapacağı gibi, kitabı yanlış anlamış olmaktan, yüzeysel olmaktan ya da olamamaktan, yani herkes gibi olamamaktan, aşktan boğulmaktan ve her şeyin sırrını bilip bu sırrı öğrenmeyi hiç mi hiç istemeyenlere bir ömür boyu anlatıp gülünç olmaktan, en sonunda dünyanın benim sandığımdan da zalim olduğunu anlamaktan ve güzel kızlara kendimi sevdirememekten korkuyordum. Çünkü kitapta yazılanlar doğruysa, o sayfalarda okuduğum gibiyse hayat, öyle bir dünya mümkünse, niye hala herkes camiye gidiyor, kahvede laklak edip pinekliyor ve her akşam bu saatte sıkıntıdan patlamamak için televizyonun başında oturuyordu, bu hiç anlaşılmıyordu."
"'Küçükken gece yarıları' demişti bir keresinde, 'evde herkes uyurken yatağımdan kalkar, perdeyi aralar, sokağa bakardım. Sokakta bir adam yürüyor olurdu, bir sarhoş, bir kambur, bir şişman, bir bekçi.. Hep erkek olurdu onlar. Korkardım, yatağımı severdim, ama orada, dışarıda olmak isterdim.'"
"Meleğin gözleri her yerdedir, her şeydedir, her zaman oradadır. Gene de, biz zavallılar bu gözlerin eksikliğini çekeriz. Unuttuğumuz için mi, irademiz gevşediği için mi, hayatı sevemediğimiz için mi? Yol aldıkça, şehirden şehre gittikçe, bir gün bir gün bir otobüsün penceresinden melekle göz göze geleceğimi bilirim. Onları görebilmek için bakmasını bilmek lazım. Bu otobüsler insanı istediği yere en sonunda götürür. Otobüslere inanıyorum. Meleğe de bazen, hayır her zaman inanıyorum, evet her zaman, hayır, bazen."
"Şehir merkezlerindeki lokantaların en gösterişli yerlerini sessizliğin huzuruyla sarıp sarmalayan bütün o akvaryumlar, içlerindeki balıklarla birlikte birdenbire sanki, gizli bir emir uyarınca yok olmuşlardı. On dört yılda, yalnızca ana caddeleri değil, tozlu arka sokakları bile sayısız pleksiglas panonun bağıran harflerinin pıtrak gibi saracağına kim karar vermişti? Kim şehir meydanlarındaki ağaçları kestirmiş, Atatürk heykellerini hapishane duvarı gibi saran beton apartmanların balkonlarındaki demir korkulukların hep aynı biçimde olmasını emretmiş, çocuklara gelip geçen otobüsleri taş yağmuruna tutmalarını söylemişti? Otel odalarını antiseptik bir zehir kokusuyla kokutmayı akıl eden, Anglosakson mankenlerin uzun bacaklarının arasına kamyon lastiği aldıkları takvimleri bütün ülkeye dağıtan, asansör, döviz büfesi, bekleme odası gibi yeni mekanlarda kendilerini güvenlikte hissedebilmek için vatandaşların birbirine düşmanca bakması gerektiğine karar veren kimdi?"
Orhan Pamuk - Yeni Hayat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder