31 Aralık 2011

Yaşasın Kötülük


Mimler gelmişti, 2012'den beklentilerimi yazayım dedim ama aklıma bir halt gelmedi, daha doğrusu bir halt istemediğimi fark ettim. Şöyle gönül alayım:

2012 az biraz normal olabilir. Sıradan, basit, stabil, default, normal, bir "yıl"ın olması gerektiği gibi..

Dünyaya da bunu gönderiyorum:

İyi seneler.

Giderayak bir de tavsiye: Ölen kişilerin ırklarını, düşüncelerini, yaşayışlarını unutun gerekirse. Sevmeseniz bile sevenlerinin olduğunu düşünüp saygı gösterin. Her gidiş yarım, eksik kalmış hayat demektir. Kalplerinizi bu kadar karartmayın.

29 Aralık 2011

Rhonda Byrne Halt Etmiş, Yaşasın Pippi Haşmet


Bakın size ne diyeceğim:

Arkadaşlar dünyaca ünlü bir insan olmama ramak kaldı. Ben bunun kitabını yazıp milyonlar satarım, kimseyi de tanımam şimdiden söyleyeyim.

Şu yazıya bakınız (ama gerçekten bakınız çünkü bu yazı "şu yazı"yla ilgili), ne demişim:
"Eve çıkmak mı, yok daha neler.? Hayatta eve çıkmam, hele de sıfır bir eve hayatta çıkmam. Çıkacaksam bile içinde hayat izleri olan eski bir eve çıkarım. Teraslı eve de çıkmam misal.. Bir de ev dediğin pahalı olacak. Ucuz ev mi olurmuş. hıh"


Eve çıkıyorum. Evin özelliklerine geçeyim mi, hazır mısınız?
Sıfır, iki katlı, tertemiz banyosu, tuvaleti, mutfağı var ve dahası terası var. Üstelik özelliklerine göre uygun da bir fiyatı var.

Ben size daha nasıl hizmet edeyim he, daha ne yapayım sizin için?
Secret'ı yapmaktan -ki zaten becerememişti kimse- kurtardım sizi. Artık ev hediyelerini kabul edebilirim sanırım. 

17 Aralık 2011

Büyük Konuş Büyük Lokma Ye


Tecrübemle sabitlediğim yeni bir şey var.

Millet "Secret yapın", "Evrene olumlu mesaj gönderin." diyor ya, hiiiç zaman kaybetmeyin böyle şeylerle. Olayı çözdüm ben.

İstanbul'a gelmeden önce neleri küçümsediysem, nelerle alay ettiysem hemen hemen hepsini buraya gelir gelmez yaptım. Şimdiye kadar asla kullanmam dediğim şeyleri kullandım, asla gitmem dediğim yerlere gittim, asla yapmam dediğim işleri yaptım. Herkesin gözünün önünde alay ettiğim her şeyi yapan bir insan oldum çıktım. Allahtan kötü şeyler değildi yoksa sıçıştı yeminle.

Buradan vardığımız sonuç ne peki?
Büyük konuşun! Sevgili mi istiyorsunuz? "Yok abi, ben daha da sevgili mevgili istemiyorum. Boş iş bunlar, hem etrafta adam mı var? Kafamı dinlerim bir süre." deyin, anında sevgiliniz gelsin.
Paris'e mi yerleşmek istiyorsunuz? "Paris mi yok daha neler, hayatta Paris'e yerleşmem. Bizim köy Paris'ten daha güzel. Aşk şehri diye kakalıyorlar size, siz de hemen inanıyorsunuz." deyin, çok geçmeden Paris'e düşsün yolunuz.
Örnekler çoğaltılabilir.

Olayı anladınız değil mi? Heh şimdi:
"Eve çıkmak mı, yok daha neler.? Hayatta eve çıkmam, hele de sıfır bir eve hayatta çıkmam. Çıkacaksam bile içinde hayat izleri olan eski bir eve çıkarım. Teraslı eve de çıkmam misal.. Bir de ev dediğin pahalı olacak. Ucuz ev mi olurmuş. hıh"




Güncelleme:
Bulduğum yöntemi gözünüzün önünde denedim, işte sonucu:
Yaşasın Pippi Haşmet

8 Aralık 2011

Ceylan Anne


Metrobüste her gün piştiğim için dün kalın montum yerine hırkamla gideyim işe dedim. Demez olaydım, bir yağmur başladı gün içinde of ki of.. Akşama kadar diner nasılsa dedim, maalesef dinmedi. İşten çıktım eve yürümek imkansız, hadi dedim dolmuşa bineyim ama o da mümkün olmadı trafikten. En sonunda tıpış tıpış geri döndüm ajansa. 

Oturduk FB-GS maçını izledik. İzlemez olaydım, normalde aboneliğim olmadığı için gizli saklı izliyordum maçları, adam gibi bir televizyonla adam gibi bir maç izleyecek oldum onda da yenildik. Gerçi güzel oynadı GS, yalan yok. Alex de teselli etti çok acı olmadı benim için. İki Galatasaraylı bir Beşiktaşlı ile birlikte izledim maçı, ne kadar çok alay edildi tahmin edersiniz. Üçüncüde de gözlerim doldu, yalnız olsam ağlardım herhalde. 

Maçtan sonra çıkmayı tekrar denedim, yağmur yine vardı ama trafik açılmıştı. Çok geçmeden minibüs geldi bindim metrobüse gittim. Metrobüste önce bir delikanlıyı kurtardım, fazladan para verdi ne diye aldım bilmiyorum, hiç almasam da olurdu. Vicdan azabı çekiyorum ama helal etti. Çocuğun yüzüne de bakmadım hiç, neden bazen yüzlere bakmıyorum bilmiyorum.

Sonra Zincirlikuyu'ya kadar geldim ama o da ne Avcılar gelmiyor, hep Edirnekapı. Kaza olduğu için seferler aksamış. Ben zaten panik bir insanım, yağmur var, üstümde doğru dürüst bir şey yok, sıçtım dedim. Yanımdaki hanıma sorayım bakalım nasıl gidebilirmişim dedim. "Ne olmuş, Bahçelievler'e nasıl gidebilirim?" diye sordum, o da Bahçelievler'e gidecekmiş ve İstanbul'un yabancısıymış. "Arkadaş ol bana beraber gidelim" dedi, girdi koluma. O oğlunu aradı ben kardeşimi aradım, yolları az çok öğrendik hadi bakalım binelim Edirnekapı'ya dedik. Kimse nereye kadar gideceğini bilmiyor metrobüsün. Edirnekapı'ya kadar geldik devamına gidemedik. Metroyla mı geçsek dedim ama uzun olacaktı iş. Beklemeye başladık. Kadıncağız, üşüdüğümü görünce çantasındaki polar montu çıkardı bana giydirdi. Fermuarı da kendi elleriyle çekti. Girdi koluma konuştuk, dua etti. O dua eder etmez Avcılar metrobüsü geldi. Bindik ve eve doğru yola çıktık. Sohbetimiz orada da devam etti. "Mont sende kalsın, içimden geldi lütfen kırma beni" dedi. O kadar içten söyledi ki kıramadım ve gerçekten baktıkça dünü hatırlayacağım bu hediyeyi almayı kabul ettim. Öyle güzel konuşuyordu, içimi öyle aydınlattı ki söyledikleri. Annelik hakkında yorumları, sevgiye dair düşünceleri... İnerken adını sordum, "Ceylan" imiş adı. Ceylan Anne var, aramızda ve bizimle. İçimi mutlulukla, inançla, sevgiyle doldurdu. 

Metrobüsten inip taksiye atlayıp eve yakın bir yere gittim. Oradan da yürüyerek annemi aradım, hemen anlattım bu olayı. Hoşuna gideceğini biliyordum, güzel şeyleri anlatayım da içi rahat etsin dedim. "Dışarı çıkmanın güzelliklerini gördün mü?" dedi bana. "Bak ne güzel insanlar tanıyorsun." dedi. Mutlu oldu annem. Ben de mutlu oldum. Eve geldiğimde de yüzüm gülüyordu, uyurken de. 

Bugün o pembe montla geldim işe. Baktıkça Ceylan Annemi hatırlıyorum, güzellik doluyor içime. 

27 Kasım 2011

Home is Where the Heart is



Merhaba sevgilim blog, 

Dün harika bir kahvaltıya davetliydim. İtiraf ediyorum mızmızlandım, hasta mı etsem kendimi gitmesem mi diye düşündüm bir an yalan yok ama ekip ruhu diye bir şey var değil mi? Atladım gittim iyi ki gitmişim, çok keyifliydi. Oyun bile oynadık bir ara. 

Sonra eve çıkacağım güzel insanla evlere bakalım dedik ama maalesef fiyatlar çok uçuktu götüm götüm uzaklaştık. Oradan metrobüse yürüdüm. Uzunca bir yol gittikten sonra metrobüse geldim. Lakin yer-yön duygum, bilgim sıfır olduğu için yanlış taraftan giriş yapmışım. Sordum yine "Öbür tarafa geçmeniz lazım." dedi bir cengaver. Geçtim hadi, diğer tarafta da emin olmak için sorayım dedim, "Diğer taraf, yanlış yerdesiniz" dedi cehepe kadın kolları kılıklı bir kadın. Cebimde para az, akbil bitmek üzere. Sinirden köpürdüm haliyle. Sonra sakinleşmek için kenarda dikilmeye başladım. Sakinleşince iki hanım kıza daha sordum. Doğru yerde olduğumu öğrendim. Bindim, eve geldim. Anahtarı unuttuğum için kapıda kaldım, Allahtan apartmanın kapısı açıktı. İçeride iki saat kadar oturdum. Bir ara kimliğimle kapının kilidini açmaya çalıştım ama maalesef bu konuda yeteneğim olmadığını kimliğimi haşat ederek öğrendim. 

Buz gibiydi, üşüdüm üşüdüm üşüdüm üşüdüm.. Ben neden bu kadar üşüyorum arkadaş.. UFO bana sponsor olsun, ayak ısıtıcı versin bana. 

Bir de bağlama çalan bir arkadaşım olsun istiyorum.
Hımm bir de "Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi"ne gitmek istiyorum. 
Bir de metrobüste kitap okumak istiyorum, otursam okuyacağım ama oturamıyorum bir türlü. Üç hafta oldu sanırım, daha oturarak gidebilmiş değilim. 

Bir cenabetlik var bende, hiçbir işim rast gitmiyor bu aralar. Hayırlısı bakalım.

Daha arkadaşlarımla buluşamadım, ne zaman buluşacağım bilmiyorum. Papatya Prenses geldi geçenlerde, kek yapmış elleriyle, pek güzeldi kek. Ellerine sağlık.
Bir de yine denk gelen hediyelerden birine sahip oldum. Evim neresi bilmiyorum dedim ve üzerinde "Home is Where the Heart is" yazan bir teneke kutum oldu. Teneke kutu hastası bir insan için seçilmiş mükemmel bir hediye. Papatya Prenses hediye konusunda yine beni benden aldı. 

Durum raporum bu. Menopoza girmek üzereyim sanırım, herkesin her hareketi batıyor. Çocuklar balkona top atsa keser miyim acaba? Yok o kadar değil ama metrobüste çıldıran kadın videosu ararsanız benimkine rastlayabilirsiniz yakın zamanda.

Metrobüs kurallarım var: 

Sakız çiğnemeyin. 
İkidir yanıma sakız çiğneyen birileri düşüyor. Allam çarp ağzına iki tane diyorum ama hemen vazgeçiyorum, şiddete hayır. Cak cak cak cak sinir oluyorum. Kulaklık taktım kulaklarıma, müzik de çalıyor, daha duyuyorum cak cak'larını düşünün.

Sevgilinizle fingirdeşmeyin.
Metrobüs kabusum bu benim. Ben orada uyanmaya çalışıyorum, kafam olmuş bir milyon, bunlar nereden buldularsa o enerjiyi öpüşüp koklaşıyorlar. Hormonlarını sevdiklerim.. "Ayyyşkımm yaae,bana bundan alsanaağ" Lan kadın bir dur sabah sabah adam yeni uyanmış zaten, ne masraf çıkarıyorsun herife. Adam da aynıymış meğer "Tameeem aşkııığğm sen ne istersen alııırıım" iyi aman alın alışın ama biz duymayalım tamam mı? Bak dellendim yine durduk yere. Aç var tok var sonuçta.

Telefonda konuşmayın. 
En azından uzun konuşmayın. Özelinizi bilmek zorunda değiliz.
Geçen gün yarım saat içinde adamın evlenmek üzere olduğunu eve eksik perde gittiğini duvarlarının mavi olduğunu, eşi ya da sevgilisi neyse işte onunla sinemaya gitme planları yaptığını, kadının gitmek istediğini ama adamın mecburen eşlik edeceğini, adamın sigortacı olduğunu, bir müşterisinden 15323685962022 kez gerizekalı, salak, manyak gibi ifadeler kullanacak kadar kadar nefret ettiğini öğrendim. Bir de hafızam kötü, kim bilir neler duydum daha. 
Dün de adamın birinden şunları öğrendim. Hakkari Yüksekova'da askerlik yapıyormuş. Pusuya düşürülmüşler. Şehit yokmuş ama bazı arkadaşları yaralanmış. "Bilmem kim orada götünü yayarken biz orada çatışıyoruz. Benim silahım şu, bize şu silahtan vermediler daha. El bombası var bir de. Ben mükemmel nişancı olduğum için beni özel göreve aldılar, farklı bir ekibimiz var bizim. Zaten Hakkari'ye de iyi nişancı olduğum için gönderildim." dedi.

Mümkünse hiç konuşmayın.
İki kişi tanıdık çıkacak diye aklım çıkıyor. Bağırarak birbirlerine doğru koşup sarılıyorlar. Hayatlarını özet geçiyorlar. Dinliyoruz işte biz de. Uyku sersemi oluyorum zaten her şekilde. Gözlerim kapalı dinliyorum, yapacak bir şey bulamıyorum.

Çok uzun boyluysanız oturun, domalın, çömelin bir şey yapın. 
Kısa boyluların önüne perde gibi gerilmeyin. Ya panik atak varsa o kısa boyluda he? Ya kendini mezarda gibi hissediyorsa.. Arada bazı yere bakın, görün bizi. 2 metrelik adam üstüme abanıyor arkadaşım, insaf insaf.. Bana kadar güç alacak birini mi bulamadın?

Terli ellerinizle oraya buraya tutunmayın.
Bazen tutunacak oluyorum ıyy ıslak! Yapmayın.

İnsanların yüzüne öksürmeyin, hapşırmayın, solumayın.
Kapatın ağzınızı bu kadar basit. 

İnsanlara salatalık fırlatmayın.
Geçen başıma gelen olaydan sonra bunu da ekleme ihtiyacı hissettim.

Saçınız sallım saçak ise başınızı çevirip durmayın.
Özellikle kıvırcık saçlılar saçlarına hakim olsa çok güzel bir yer olacak dünya, ahanda buraya yazıyorum.

Sırt çantanızı elinize alın, en azından onun bir parçanız olduğunun bilincinde olun.
Ağzımı bozmak istemiyorum ama bazıları var işte isim veremedim siz verin, sırt çantaları sanki onlara ait değilmiş gibi yürüyor. Madem beceremeyeceksin taşıma arkadaşım o çantayı. Çarpa çarpa geçiyor her yere, iki kişilik yer kaplıyor. Bir bak ben kaç kiloluk çantayı elimde taşıyorum değil mi yavrucuğum, neden 2 saatimi kilolarca yük taşıyarak geçiriyorum bir sor kendine ama ama ama..

Müziğin sesini ayarlayın, kulaklığınız var madem sadece kendiniz dinleyin. 
Sabah sabah Sezen şarkısı dinlemek istemiyorum misal ben. Bir yerden dumtıs üçyüzbeşyüz çalıyor, bir yerden Sezen çalıyor. Kafa daha işe gitmeden bir milyon oluyor. Kendiniz dinleyin, sadece kendiniz. O insanlar müzik dinleyecek teknolojik ürünlere sahip olmadıkları için dinlememezlik etmiyorlar, müzik dinlemek istemedikleri için müzik dinlemiyorlar. Amme hizmetine lüzum yok, yıpratmayın kendinizi.

Oturuyorsanız ve ayakta insanlar varsa gülmeyin.
Biliyorum görüyorum bazıları var, ben 100 kiloluk adamlarla mücadele ederken onlar oturmuş erkekler hakkında feylosof boku yemişcesine konuşuyorlar, gülüşüyorlar. Ay o bana bunu aldı, bununla buraya gittik hahahahahaha. Biz orada canımızla haklaşıyoruz bunların derdi daha hâlâ erkekler.. gıır.. Ayakta olanlar, sizden nefret ediyor. Ümüğünüzü sıkmak istiyor, bilginize.

Yine nereden nereye geldim, böyle bir yazı olmayacaktı bu. 
Bahçelerde et met koca kafalı haşmet!

25 Kasım 2011

Yol


Hayatımı tamamen değiştirmeyi ben istedim. İyi de ettim pişman değilim ama sürekli odama dönüp yatağımın içinde kaybolma istediğime engel olamıyorum. 
İlaçlarımı da bu yüzden almaya başladım yeniden. Bir de ilaçlarla deneyeceğim, bu istekten kurtulmam şart çünkü. Bir karar verdim ve arkasında durmalıyım.

Yalnız kalmak benim için gereklilik, ihtiyaç, olmazsa olmaz bir şey ve ben buraya geldiğimden beri yalnız kalamıyorum. Kafamı masaya koyup saçma sapan düşüncelerime dalamıyorum, ayakta rüya göremiyorum. Yalnız kaldığım tek yer metrobüs, düşünün ne kadar yalnızım. Herkes beni itip kakarken ben düşünmeye çalışıyorum. Oluyor mu olmuyor. Birçok arkadaşım bana "Sakın değişme, böyle kal." dedi yıllarca. Şimdi bu şehirde içimdeki iyi tarafımı kaybetmekten korkuyorum. 
Ben rahat, umursamaz bir insanım esasında. Dünyada var olan çoğu şeyi umursamadığım doğrudur. "Fark etmez." benim en çok kullandığım cümle mesela. Uzun zaman önce dünyadaki seçimlerin ya da herhangi başka bir şeyin pek de önemli olmadığını anladım. Bu benim için hem iyi hem kötü. İçimde kötü hırs yok, iyi hırsı da çok güzel değerlendiriyorum ama fazlasına gerek yok. Alt tarafı bir koltuk, yarım saat hadi bir saat olsun oturacağın bir koltuk için başka bir insanı, üstelik ihtiyacı olup olmadığını bile bilmeden nasıl itip kakabiliyorsun? Basit şeyler değil mi bunlar, önemsiz şeyler değil mi? Ben neden önemseyip kalp kırmamaya çalışıyorum. Misal son zamanlarda başıma gelen en sinir bozucu şeyi anlatayım:
Evden İstanbul'a geliyordum. Gündüz yolculuğu yapmak zorunda kaldım ama geceden de uykusuzum. İstanbul'a yaklaştığımızda hava da kararmıştı ben de o kadar uğraşıp azıcık sızmayı başarmışım. Öndeki kadın koltuğu şaaak diye bir indirdi dizime.. Bu şekilde uyandığınızı düşünün. Koltuğun arasındaki su şişesi patladı, dizim su oldu ve kadının kocası kadını uyardı, kadın koltuğu geri çekti. Bu kadar; ne bir özür ne bir üzüntü cümlesi... 
Saçını başını yolmak istedim tabii ama yapmadım. Neden "Ne gerek var?" insanıyım çünkü. Bir şey söylesem ben sinirli insanım ayarlayamam kalp kırarım, o cevap verir iş büyür.. Ne gerek var?

Sessiz insanım, kavgayı gürültüyü, ağız dalaşını sevmem, hiç sevmem. Göze de alamıyorum zaten, ayarsız insanım. Biriyle yumruk yumruğa kavga edemem mesela, direkt yok etmeye odaklanıyorum çünkü. 

Özetle, milyonuncu kez de duyduğuma göre normal bir insan değilim. Bana normal bir insan olmadığımı söyleyen bir milyonuncu kişi olan iş arkadaşıma geçen gün ödülünü verdim. 

Babamı özlüyorum bazen. Aylarca eve gidemeyeceğimi biliyorum. Babamı özlüyorum evet, çok şey yaşayamadan gittim sanki ya da bana öyle geliyor. Gerçi bunun sorumlusu ben değilim ama yine her şeyde sorumluluk arayan biri olarak kendimi suçlamaya çalışıyorum. Ne şu an babaannemin beni özlediği için ağlamasında ne babamla annemin bensiz kalmasında suçum var. Biliyorum.

Şimdi yolları istediğim dönemlerden biri. Ben yol insanıyım esasında. Hiçbir yer bana evim gibi gelmiyor, geçenlerde "Erkek olsam evsiz olurdum." dedim evet erkek olsam her şey çok daha farklı olurdu benim için. Neden "erkek olsam" gibi mide bulandırıcı bir öbek seçtim bilmiyorum. İğrenç oldu, söyledikten sonra da utandım işin aslı.
Yollar evet, yol insanıyım ben. A şehrinden B şehrine saatte 90 km hızla giden bir aracın içinde olmak isterdim şimdi, ya da daha hızlı olsun 120 ile gidelim fark etmez. Benim için hiç fark etmez. Kaza geçirip öleceğimi sanmıyorum nedense, "Bana bir şey olmaz, olsa bile umurumda değil." insanıyım. 

Blogda böyle şeyler yazmazdım fazla, ama yalnız kalamamaya devam edersem daha çok okunacak bu yazılar. Maalesef! 

Bence uyumak asıl hayat, çok şeyi kaçırıyoruz millet. Yanlış tarafa çalıştık, bilginize.

24 Kasım 2011

İçten Ses

Sevgili hayat, 
Blogumda nadiren bozarım ağzımı ama arkadaşım sen benden ne istiyorsun, ne istedin.!? Tamam dünyaya gelmeden önce sorduğun saçma salak sorulara "He evet lan havalı olur ben en iyisi tutunamayan olayım" demiş olabilirim de sanki her söyleneni yaparmış gibi bunu neden yaptın hemen!?
Çocukluğumda sıçtın ağzıma, tek laf etmedim. Arabesk çocuğum ben, kader dedim geçtim. İlk gençliğimin de içine sıçtın, ona da kader dedim ama sevgili dümbelek suratlı öküz boklu piç sen neden benim "Tamam artık oldu bu iş, okul da bitti, kendi düzenimi kurar bakarım hayatıma" dememe engel oldun onca zaman. Hani mantıklı tek laf et, susacağım söz. Yetişkinden sayılıyorum malum güya yetişkinim ama bu sefer de bambaşka bir dertle yüzleştirdiğin için beni, işi gücü bıraktım bununla uğraşıyorum. Arkadaşım, valla bak teee burama kadar geldi ki boyum kısadır burama kadar gelmesi aslında kısa sürmeliydi ama sana bana ona şuna güzellikler yaptım ve aha anca bu kadar dayanıyorum. 
Ya gel adam gibi düzelt beni ya da bir siktir git artık gözünü seveyim git şöyle bir ferahlanayım artık. Du yu andır stend mi? 

*
Gel desem gelmez artık biliyorum. Gideyim desem, evimi bilmiyorum. Bana ait bir yer, bir insan (insanlar insanlara ait olabilir mi?), bir kedi yok anlıyor musun, sıkıysa gülümse!
Ben evet geçmişte çoğu kişinin karşılaştığında perişan olacağı bir sürü saçmalık yaşamış, defolmanın ucundan kıyısından birkaç kez değil fazlaca dönmüş biri olabilirim ama şunu anladım ben o kadar da güçlü değilmişim. Geçmişte, çok geçmişte her şey su yüzüne çıkmadan önce nasılsam şimdi de öyle olmak istiyorum ama dönemiyorum. O günlerde giydiğim pantolonları şimdi de giyebiliyorum aslında ama yok dönüşüm bundan ibaret. 

Evet delirdim, bu sabah kendi kendime konuştuğum için insanların bana garip baktıklarını fark ettim, az önce de felsefi cümlelerle kendi kafamı sikerken adamın biri söylediklerimi duydu. Tamam bu içmiş deyip benimle ilgili fantaziler kurmaya başlamıştı ki köşeyi dönerek gözden kayboldum. İşte ben şimdi şu anda tamamen bunu istiyorum. Köşeyi dönüp gözden kaybolmak.. O sikindirik roman cümlelerinde olduğu gibi..

Pasta?

Uyumak, rüyalarım.. Bütün dünyam rüyalarımdaydı. Rüyalarımda yeni şeyler üretip hiç gitmediğim yerlerde gezebiliyordum. Yani siz olmasanız da ben yaşıyordum. 

Pasta?

Hazmedemediğim şey insan oluşum. İnsanlardan bu kadar uzakken onları bu kadar kusurlu bulurken kendi insanlığımdan kendimden de nefret ediyorum. Sevmediğim özellikleri saymaya başladığımda çoğu için "İyi de, x kişisi de benim için böyle düşünüyor zaten" diyebiliyorum. Bu da benim insanlığa, insanlara uyum sağladığım anlamına mı geliyor? Sanırım öyle, batmak!

Bilim kurgu sevmem, masal sevmem, tarih sevmem, yalan sevmem. Onlar da beni sevmiyor. Lakin, çocukluğumdan beri istediğim şey, yanımda minik gizemli bir şey gezdirmekti. Bunu istiyorum, kimse göremesin varlığını ama o hep benimle olsun. Hiç bırakmasın beni, hep sevsin hep güvensin, beni en iyi o tanısın, en çok ona güveneyim...
Yok!

Evim neresi, nereye gitsem her yer yabancı.. Orhan Pamuk, mükemmel bir şey yapmış ama bilerek ama bilmeyerek.. Bir kitap okudum bütün hayatım değişti. Benim hayatım değişmedi ama ait olduğum yeri buldum. Evimi buldum sanki. Ne saçma, bir kitap için böyle cümleler kuracağım aklıma gelmezdi. Zavallılık boyutları artırılıyooor..

*
Bir "şey" arıyorum. O bir "şey" gelecek bana, olmadı ben ona gideceğim. Bir "şey" olacak, bir "şey"im olacak. Biliyorum, görüyorum, dönence!


***Akşam yazdımdı bunu***


Sabah ekleme: 
Dursun koyun çocuğunuzun adını!

19 Kasım 2011

Civan İsimli Bir Doktor Olsa da Gülsek Biraz

İstanbul'a geldim, hayatım şimdilik burada devam ediyor.
Kardeşimde kalıyorum yine şimdilik, önümüzdeki ay para bulabilirsek süpersonik bir insanla eve çıkacağım. 

Hayatım metrobüste geçiyor sanki. Ofis mükemmel, hiçbir sıkıntım yok. Verilen işleri yapıp kendimi dinç tutmaya çalışıyorum. Çalışmak, bir işe yaramak harika bir duygu. Çok girişken bir insan olmamam benim için biraz sorun oluyor ama inat ettim hem hastalığımı yeneceğim hem işi öğreneceğim. Şimdilik gözlem yapıp bana verilen işleri yapmaya çalışıyorum. 

* AKP'ye oy veren İstanbullulara kızmayacağım bir daha. Çünkü burada insanlar sürekli çalışıp geri kalan zamanını yolda geçiriyor. Eve geldiğinde uyumadan önce de televizyonu açarsa dizilerle karşılaşıyor. Haliyle hayatı yolda geçen birinin en büyük sorunu yol oluyor ve bunun iyileştirilmesi onların hayatını tamamen iyileştireceği için diğer şeyleri umursamamaları normal. Umursamak da değil aslında eğer doğru kanaldan, doğru gazeteden, siteden haberleri kontrol etmiyorsa her şeyden bihaber olması da doğal. İroni yok, gerçek düşüncem bu. 

* Geçen hafta sonu boş günümde arkadaşla buluşmak için evden çıktım, metrobüs tıklım tıkıştı yine. Sorun değil ben bile alıştım bu sıkışıklığa. Bir durakta iki velet indi, iner inmez ellerindeki meyve sebze çöplerini küfrederek metrobüstekilerin kafalarına atıp Bacaksız gibi güldüler. Kimsede inecek hal de yok, çeksek kulaklarını. Bir de kapının karşısındaki kişi olarak hıyarı en çok bana atmış oldular. Sevgili veletler, o gün elimden kaçmış olabilirsiniz ama şimdi söylüyorum: Aferin lan, çok iyi yaptınız. Aklıma geldikçe gülüyorum halime. Zibidiler sizi.!

* Dün akşam metrobüste hamile kaldım sanırım. Bu endişe ile inmiş otobüs beklerken amcanın birine sarılmak suretiyle çocuğumu düşürdüm nasıl rahatladım anlatamam. 

* Aynebilim ile eve gitme çabasındayız. Akbilini kaybetmiş başkalarından rica ediyor hep. "Aa olur mu elalemden isteme, ben hallederim" dedim, para vermeye kalktı, küfrettim. Peki sonra ne oldu? Ayn'ı geçirdim kendim kaldım öbür tarafta. Ayn, başkasına para verip beni oradan kurtardı. Benim gibi bir deli daha var mı derken hayatımın kadınıyla karşılaştım resmen. Çok mesudum!

* Kan tükürsem de kızılcık şerbeti içtim diyen olduğum için şimdiye kadar iki kişilik özelimdeki sorunlarla ilgili konuşmadım, konuşacak değilim. Sadece, ayrıntılarını bilmediğiniz hayatlar hakkında konuşmamak lazım deyip bu konuyu açmadan kapatıyorum. 

* İş yeri hakkında bir şeyler söylemek için çok erken belki ama daha önceki tecrübelerim sayesinde anlayabiliyorum. Evet burası iyi bir yer. Birbirinden cici insanlarla çalışıyorum. Gerginlik, kıskançlık, ego olan yerlerde çalışamıyorum, barınamıyorum.  Neyse ki istediğim sıcaklıkta bir yer buldum ve harika gidiyor. 

* Geçen gün ofiste doğuşing yapalım dedik, dedik de biz bu kadar yayılacağını bilemedik. İnternet için çektirdiğim ilk fotoğrafla gazetelere çıkmayı başardım. link. Allahtan ekipten bazılarının görselini alıp bazılarını bırakmışlar yoksa mynet'e de çıkacaktım.


Özetle ben mutluyum, dilerim hayatım böyle güzel devam eder de son senelerdeki üzüntülerimin acısını çıkarabilirim. 

12 Kasım 2011

Hayat

Perpetual Gloom ile ayrılma kararı aldık. Ortak arkadaşlarımızın çokluğundan dolayı bildirme gereği duyuyorum.
Sıkıntı yok, konuşup anlaşarak evlere dağıldık.
Bilgilere..

9 Kasım 2011

3


911.08 tarihinde tanıştık Jackie Chan vesilesiyle. 3 yıl geçti beraber. 
3 yıl benim için de onun için de aynı kişiye değer vermek açısından düşünüldüğünde imkansız bir süreydi. "Bu insanlar nasıl senelerce beraber olabiliyorlar?" diyen biriydim ben ama doğruyu bulduğunda "3 sene mi oldu, alla alla ne zaman geçti o kadar zaman" deniliyormuş.

Zor bir şey yaşadığımız. Hayatın kendinde biriktirdiği birçok sorunla baş etmek zorunda kaldık 3 sene boyunca. Vazgeçmeyi düşündüğü, vazgeçmeyi düşündüğüm zaman oldu, yalan yok. Yapabildik mi, hayır.. Yapabilecek miyiz, hayır..

Bu üç sene, şimdiye kadar yaşadığım en sorunlu dönemimdi. Gloom için de bu böyle. Sanırım bir denge var, bir taraf düzeldiğinde diğer taraf bozuluyor. Biz birbirimizi bulduğumuzdan beri sorunlarımız eksik olmadı. Görüşmek, buluşmak zor oldu. Bundan sonra da bir sürü sıkıntımız olacak biliyorum, ama birlikte atlatacağız yine. 

Bu 3 sene içinde sadece üzülmedik elbette. Bolca güldük, bolca eğlendik, bolca bilgi paylaştık, bolca şey öğrendik. 

Ona şöyle demiştim 26.07.09 tarihinde, yineliyorum:

"...Ve evet sen varsan Tanrı da var, seni ancak bir Tanrı yaratmış olmalı, rastlantıyla açıklanamaz varlığın ve sen beni seviyorsan Tanrı da beni seviyor, sevmediği birine veremeyeceği kadar anlamlı bir hediye varlığın."


Daha çok, daha huzurlu güzel yıllara..

7 Kasım 2011

Bindik Bir Alamete


Arkadaşlarım sayesinde iki iş görüşmesi ayarlayıp evdekilerle canhıraş mücadele edip İstanbul'a gittim. Gittim ama yine saçma sapan şeyler beni buldu. Otobüse bindim güzel güzel. Önce "O koltuğu boş verin biz size şunu verelim" dediler, "Peki çiftleri birbirinden ayırmayayım madem." deyip tekli koltuğa geçtim. Geçmez olaydım, iyilik yapayım dedim burnumdan geldi. Cici cici gidecektim güya ama daha şehirden bile çıkmadan ön koltuğuma bir "şey" oturdu. Tam olarak ne oturdu bilemiyorum. Kendine fazla güvenen tın tın kadınlardan biri.. O binerken yüzümün şekli 9gag'lık bir foto olurdu, kimse yakalayamadı sanırım. 
Arkadaş, bir insan parfümü anca üzerine dökerse bu kadar kokar, yeminle başka türlü yakalanmaz o koku. Parfüm de her yerde satılan yalama olmuş iğrençlikte bir koku. Nasılsa alışırım dedim ama ne mümkün, başıma ağrı girdi kokunun keskinliğinden. Bir de uyumaz mı bu? Dürtüp "Ben de uyusam mesela yıkansanız şuralarda" desem olmaz, korkarım ben carlıyor hemen herkes.
Mola oldu, hanımefendi daha uyuyor. İndim otobüsten bir sigara içeyim dedim. Çakmağımı ararken muavin sigaramı yakmak istedi, normalde kabul etmem böyle bir şeyi ama aklımda kötülük var ya kabul ettim:
-Şey, siz bu otobüsün muavinisiniz değil mi?
-Evet
-Ya bir şey desem size, ön koltuğumdaki kadın çok pis kokuyor. Gözünüzü seveyim bir çare bulun şu işe, migrenim tuttu, yolculuk zehir oldu. 
-Kolonyalı mendil versem?
-Valla bilmiyorum, yıkasak daha güzel olur ama kolonyalı mendil yöntemini deneyebiliriz belki.

Evet, seviyeli bir kullanma eyleminden sonra mola bitti ve yolculuğa başladık. Otobüs hareket eder etmez, 5-6 tane ıslak mendil verdi muavin bana. Hanımın koltuğunun bana bakan tarafını bir güzel sildim. Köşelerine de mendil sıkıştırdım. İyi insan muavin, diğer muavine de anlatmış durumu. Tam orta kapının orada oturuyorum, adam her geçişinde elime kolonya dökmeye başladı. Abartmıyorum, yolculuğun ikinci yarısı boyunca her 15 dk'da bir kolonya döktüler elime. Sohbet etmeye çalışıyor bir yandan, ben de kolonyadan mahrum kalmamak adına:
- Evet evet migreni tetikliyor keskin kokular. He demek sizde de sinüzit var tüh tüh evet baş ağrısı zor bir şeydir. 
gibi default cevaplarla inene kadar oyaladım bunları..
Anca inince kurtuldum o iğrenç kokudan. 

İş için görüşmeler var ama ben "Parfüm kokusundan uyuyamadım, başım da ağrıyor" dersem "Hımm demek öyle, güzel güzel.." deyip beni geri gönderirlerdi. Ertesi gün sabahın köründe kalktım. Hemen erken saatte sözleştiğim yere gittim. Eğlendik, güldük, güzeldi. 
İkincisine gittim akabinde. Bulana kadar heba oldum. Hep merak ettiğim bir yerdi, gördüm, soruları cevapladım. Döndüm. 

Bu işlere alışkın değilim. 3 sene içinde devlette çalıştım sadece. İş görüşmesi, özgeçmiş nedir bilmeyen insan hoop görüşmeye gidiyor. Bu nedenle pek hoşlandığımı söyleyemem durumumdan. Eleştirdiğim, hoşlanmadığım için vazgeçtiğim şeylerin benden beklenilmesi gibi garip durumlar yaşadım, aslında yaşamadım ama hissettim diyelim. 

O günden sonra benim İstanbul'a yerleşme durumum söz konusu oldu. Kardeşim beni istemedi desem ayıp olacak biliyorum ama anlatmasam da olmaz sanki. İlk bir iki ay eve çıkamayacağım haliyle ve kardeşimin iki arkadaşıyla beraber kaldığı evde kalma çabasındaydım. Tabii gerekli görüşmeleri yapacak, kabul etmezlerse seçenekler oluşturacaktım kendime. Diğerleri bir şey demezken kardeşim bariz istemedi beni. "Sen yapamazsın İstanbul'da, tanımadığın insanla eve mi çıkacaksın, geçinemezsin, ...." gibi bildiğim bahaneler sundu. Ailem de benzer bahaneler sunmuştu zaten. Benimle dertleri ne anlamıyorum. Kardeşim gitti, eve çıktı, işsiz kaldı, aileden destek aldı, kimi zaman almadan idare etti, kimse ona "Yapamazsın" demedi. Benimle dertlerini çözebilmiş değilim. Bir tek neden geliyor aklıma, fazla taviz vermiş olmam. Kalpleri kırılmasın, annedir babadır ayıp olur gibi gibi... Beceriksizim onların gözünde. 
Kardeşim beni istemeyince kalbim çok kırıldı ve sıçayım böyle işin içine diyerek eve dönmeye karar verdim. Herkes soruyor "Ne oldu birden, neden dönüyorsun?" Anlatamıyorum ki, utandım doğruyu söylemeye, geçiştirdim: "İstanbul'dan ürktüm, yapamayacağıma karar verdim."
Akşam, evdeki diğer kızlar "Gel sen istediğin kadar kal bizde" dediler, "Bu evden çıkman için iyi bir fırsat." gibi gibi yüreklendirici bir şeyler söylediler. Onlar öyle deyince kardeşim de "Heh ben de onu diyordum." dedi. Evet, öyle demiş hıımm. (Zaten bedava da kalmayacağım, maaşı alınca normal ücret neyse ödeyeceğim.)

Bilet aldım, atladım geldim eve ama yine yolculuk yine yolculuk. İki yolculukta toplam 5-6 kez İncir Reçeli'ne maruz kaldım. Otobüsteki film listesine eklemişler. Yan koltuklardan görüyorum, öndekilerden yansıyor derken bir dolu sahnesini izledim mecburen. İkinci yolculukta akıllanıp sabaha kadar kendi seçtiğim filmleri izledim, gözlerimi camlardan kaçıra kaçıra. 

Bavulumu topladım, iki gün sonra gidiyorum İstanbul'a.. İçimde bir sıkıntı var, dört günde alıştım eve sanırım. Yollar, erken kalkmalar, egolar korkutuyor beni ama yapacak bir şey yok. Hayata çıkmam lazım artık, geç bile kaldım. 

97A'larda, 97T'lerde görüşürüz.

3 Kasım 2011

Bas Çığlığı!

Elif Savaş Felsen, Facebook üzerinde güzel bir etkinlik düzenliyor. 


Etkinliğin adı: ÇIĞLIK!


Etkinlik herkese açık bir etkinlik. Cinsiyetiniz katılımınızı etkilemiyor. Kadın, erkek hepimiz çığlık atıyoruz. 
Dileyen çığlık videosunu paylaşıyor, dileyen çığlık atarken çekilmiş bir fotoğrafını.. Hiçbirini yapamıyorsanız bir film karesi, bir tablo ya da buna benzer bir görsel ekleyebiliyorsunuz.
Çığlıklarımız birleşecek!

"Çığlık protestosuna var mısın? Türkiye'de ezilen, dayak yiyen, öldürülen, tecavüz edilen, çocuk yaşta evlendirilen, hakarete, işkenceye uğrayan, okula yollanmayan, kimliği bile çıkarılmayan, insandan sayılmayan kadınlar için gırtlaklarımız boşalıp ciğerlerimiz sökülene kadar, avaz avaz, haykıra haykıra, ağlaya ağlaya çığlık atacağız! Ve sesimiz duyulana kadar da susmayacağız! Tüm kadınlar için bas çığlığı!"


Etkinlik sayfası için tıkla!

18 Ekim 2011

Geçmişte Bir Dört Ayın Özeti

Aslısın ile konuşurken aklıma düştü, neden yazmadığıma şaşırdım. Halbuki o dönemde sık sık yazı yazmıştım. Heh tamam şimdi hatırladım, blogu kapattığım döneme denk gelmişti bu olanların çoğu.

İki sene önce ücretli öğretmenlik yapmak zorunda kaldığım bir dönem olmuştu. Blog arşivinde ayrıntılar var. Bu dönemde çok şey öğrendim öğretmenlikle ilgili. Şüphelerimden arındım. Evet, öğretmenlerin durumu gerçekten içler acısı.. Çocuk teslim etmek için gözü karartmak lazım. Sırf o öğretmenlere çocuk teslim etmemek için çocuk yapılmaz o derece.

Köyde kalacak başka bir yer olmadığı için lojmanda kalacaktım ve bir ev arkadaşım olacaktı. Herkes düzenini kurmuş, kimi tek başına kalıyor yayla gibi evde kimi orada tanışıp evlenmiş, ev arkadaşı eziyetinden kurtulmuş. Bana da lojmanin en pis evinin en pis odası kalmış. Zaten ücretliyiz ya hani, kimsenin umurunda değilim. 

Köye gittim, bütün apartman indi karşıladı, tanıştık bir benim salak ev arkadaşım çıkmadı evden. Yerleşirken mecburen çıktı yanımıza. Annemle tartıştı, neymiş efendim koridora halı serilmeyecekmiş, temizlemesi zor olurmuş. Uğraşma dedim anneme, bıraktık ama hanımefendinin derdi bununla bitmedi. Önce geldiği için evi kendi alanı saymış, mutfağa ocak koymuşmuş bu nedenle mutfağı o kullanacakmış. Yine uğraşmayın dedim anneme, çünkü tersim pistir uğraşırsam da anneme ters bir şey söylerse yaşı büyük falan demem indiririm yere, böyle de çirkefim. 

Ortak kullanmamız gereken odayı mutfağım yaptım. Ama oda deyince yani pislik her yer. Döküntü bir kanepe var, yerler leş gibi, her yerden böcek fışkırıyor. Annemlere gelmeyin demiştim ama onlar gelmese kalacağım yeri düzeltmemin imkanı yoktu. Bir sene diye kandırdı zaten milli eğitim beni, köyde öğrendim bir dönem görev yapacağımı. Annemler olmasa sırf kandırıldığım için geri dönecektim. Şartları umurumda değildi ama salak yerine konmaya da tahammülüm yok. 

Bir iki hafta sonu annemler ziyaret ettiler sürekli. Eksiklerimi getirdiler. Evde buzdolabı yoktu, annemler evdeki mini buzdolabını getirdiler, halılar kilimler perdeler.. Kaldığım oda bir şeye benzedi sonunda.

Ev arkadaşım olan denyo, 40-45 yaşlarında, açık öğretim işletme mezunu, kendini fakir olarak tanıtan ama sonradan öğrendim ki apartman sahibi, sorunlu bir kadındı. 
Başta beni istemediği her halinden belli olan bu kadın, babamın beni arabayla köye bıraktığını görünce ne hikmetse bana yaranma çabasına girdi. Birkaç kez sayemde evden alınıp köye bırakıldı. Sonuncusunda babam çok hızlı gelince korktu bir daha gelemedi. 
Kadın huysuz arkadaş, ev arkadaşı hayallerimi öldürdü resmen. Bir gün kulaklıkla müzik dinliyorum o rahatsız olmasın diye. Uyanmış kapıma geldi: "Müziğin sesini kısar mısın?" "Kulaklıkla dinliyorum zaten." "Geliyor o ses bana." "Peki" dedim kapattım. Ertesi gün anlaşıldı ki müzik sesi üst kattan geliyormuş. Boğasım geldi yeminle. 

Bir gün banyoya giriyordum. "Delik tıkanıyor, saçlarına sahip çık." minvali bir şeyler söyledi. Alla alla dedim çünkü suyla beraber giden saçı nasıl durdurabileceğimi bilmiyordum, banyo boyunca bunu düşündüm. Sonra "Saçını atmadın değil mi deliğe?" dedi. "Hayır ben anlamıyorum ki akan suya elek mi tutayım nasıl tutayım ben o saçı?" Saçımı tarayıp tarağa gelen saçı deliğe attığımı sanmış salak, bunca eziyeti bundan çekmişim, kendisi yapıp deliği tıkamış sonra da beni uyarıyor. Ek bilgi delikte kapak yoktu.

Halıyı yanlış serdiği için üst kattaki erkek öğretmenleri çağırıp halının yönünü değiştirtti bu kadın. Hasta.!

Mutfakta yemek yapmama izin vermeyen bu kadın, babam buzdolabı getirdikten buzdolabını da benim yemek pişirdiğim alana koyduktan sonra pek bir cana yakın oldu. "İstediğin zaman kullanabilirsin sen de" demeye başladı. Salak kadının yüzünden o yattıktan sonra yemek yapıyordum. Ee yıkanacak sebzeler var mutfaktan başka yerde yıkamıyorum napiim. Her neyse işte, ihtiyacın olduğunda buzdolabını kullanabilirsin dedim. Yığdı ne var ne yok.. Kurban dönüşünde üst kattaki öğretmen kurban eti getirmiş herkese. Ben uyuyormuşum. İkimizin hakkını almış benim buzdolabına koymuş. Ben kırmızı et yemiyorum, hele kurban eti hiiiç. Sabah muhtemelen geç kalmışım ki buzdolabını açmadan okula gitmişim. Öğlen gelip dolabı bir açtım. Allaaah her yer kan revan içinde. Buzluktaki buzlar kıpkırmızı olmuş. Üstten alttaki sebzelerimin üzerine kadar buzdolabında ne var ne yok kıpkırmızı.. Bağırdım çağırdım artık, söylene söylene temizledim buzluğu. Yardım etmeye çalıştı, engel olmadım yapsın bana ne? O kadar bağırmak kesmedi beni, odama girip sinirden ağladım. Gitti sebzelerim meyvelerim ben yiyemedim öyle kanlı kanlı.. 

Kadın çıkarı olmadan hiçbir şey yapmıyor. İyiliğine bir şey yapayım düşüncesi yok kadında, haliyle bendeki duyguları da öldürdü. Normalde herkesin her işini elimden geldiğince hallederim ama salak yerine konmak insanı sinir ediyor. Plan hazırlama zamanı geldi, "Sen yazar mısın?" dedi. "Gel, yaz bende, sorun değil." dedim. Oflaya poflaya geldi, oturdu ama iki kelimeyi iki saatte yazıyor. Harfler silikmiş de ben yazar mıymışım? İğrencim ya, "yaz yaz alışırsın" dedim. Yarıda bıraktı gitti nihahaha.. 

Sırf kadınla karşılaşmamak için geceleri ayakta kalıp okula uykusuz gidip eve gelince uyumaya başladım. O uyurken ben uyanıyordum. 

Bu kadar kötü niyetli bir insan olunca da nerede akrep varsa bunu buldu. Ben bir tane bile akrep görmedim ama 3 kez akreple burun buruna geldi. 

Akrep çıkmadı bana ama benim başım da görünmeyenlerle dertteydi. Bir gün okula gideceğim evden çıkarken akrep korkusundan çizmeleri ters çevirdim. Anaaa çizmelerin birinden bir dolu su aktı. Sadece birinde bulaşık suyu gibi köpüklü bir su. Aktı desem ne yerde su var ne diğer çizmede. Sadece birinin içine su dolmuş. Kadına sordum bilmiyorum dedi, o da şaşırdı. Tabii şimdi tek şüpheli de o olunca panikledi. Onun yaptığını düşünmüyorum, kimse o kadar salak olamaz herhalde. Neyse aklım ermedi ama fazla da büyütmedim. Zaten dibimde mezarlık var, sabaha kadar köpekler uluyor. Olabilir böyle şeyler dedim. 
Aradan biraz zaman geçti, köyde bakkal olmadığı için haftanın iki günü market arabası geliyor. Pazar günü ben uyurken gelmiş az kaldı yetişemiyordum, hızlıca çıkayım evden dedim. Pabuçlarımı giymemle coşmam bir oldu. Yine sadece birinde bolca kireç. Ne etrafta kireç var ne diğerinde. Boşalttım ama kireç bu, tamamen gitmedi. Çorabım kireç oldu. O bir şey değil, uzunca bir zaman kireçli kireçli giymek zorunda kaldım o ayakkabıyı. Olayı eski blogumda anlatmıştım. 

Kaldığım yerin pisliğinden dolayı bir de enfeksiyon kapmıştım. Yüzümün bir tarafı komple şişti ama ne şişme. Dudaklarımın içinde baloncuklar oluştu, dudaklarımı kapatamıyordum. Köydeyim, doktor yok, vasıta yok bir yere kımıldayamıyorum. Yan komşunun evinden hastaneyi aradım. Doktor diştendir dedi eğer sabaha kadar inmezse görmemiz lazım dedi. İyi madem dedim. En uzun geceydi resmen. Sevdicek, sabaha kadar beni bekledi, ölmeyeyim diye. Adamcağız endişeden ölüyordu resmen. Halim yok ama yatamıyorum, yattığımda daha da şişiyor. Şansıma ertesi gün pazartesiydi, haftanın iki günü köyden ilçeye araç gidiyordu. Erkenden bindim gittim. Kaç saat yol sürdü bilmiyorum, hastaneye acilden girdim. Beni dinlemedi bile doktor, bastı 2 tane iğneyi, diş dedi yolladı. Diş hastanesine gittim, dişten olmadığını öğrendim. Başka bir hastaneye gittim. Sonunda biri akıl edip cildiyeye yolladı. Beni dinleselerdi ben en başından beri cildiye diyordum zaten. Gittim, bir sürü ilaç krem bilmem ne verdi. Bir hafta rapor verdi. Yatmadan uyu dedi. Dedi de dedi. Bu da köy anısı olarak kaldı.

Şunu da salak bir başka kadına yazmıştım. 3. sınıfın derslerine giriyordu kadın. Parmak kadar çocukları ödevlerini yapmadığı için dövüyordu. Onun sorunlu öğrencilerini bile ben sahiplenip kulübüme aldım ve sorunlarını azalttım. "Kalite ayrıntıda gizlidir." diye bir söz var ve ben onu pek severim. Öğretmenler odasında yüksek sesle konuşma, kocasını kıskanma, sen otururken başka yer yok gibi önüne oturma, koca kanepeye yayılma diğerlerini yere oturtma, sen öğrencilerinin oyununu videoya çekerken kendi öğrencilerini azarlayıp benim öğrencilerimi de korkutup videonun içine etme... Neleeeer neleeer... 

Şöyle şeyler de oldu:

Öğrencilerle aram ise mükemmeldi. 2. sınıfların dersine giriyordum. Çocuklar ilk geldiğimde soru sorduğum zaman ağlıyorlardı. O kadar korkuyorlardı. Sonra beni eleştirmeye bile başladılar. Harika yetiştirdim. Ellerinden kitap düşmüyordu. Şiir yazıyor, beste yapıyorlardı. 
Aramızda küçük bir sır olmuştu. Gececi olduğum için bazen zamanında uyanamıyordum. "Okula gelince benim camı tıklatın, aramızda sır olsun bu." dedim. Öyle sevindiler ki buna.. Her gün camımı tıklatmaya başladılar. Gözünü üç dört çocuğun kocaman gülümsemesiyle açmak harikaydı. 
3 kız 2 erkek olmak üzere 5 öğrencim vardı. Oynamadığımız oyun kalmadı. Dersleri derseniz zehir gibi öğrendiler. 
Başlarda ellerini yıkamayı, arkadaşlarıyla nasıl konuşmaları gerektiğini bile bilmiyorlardı. Hepsini öğrettim hepsini. Arkadaşlarıyla alay eden birilerini gördüklerinde hemen müdahale ediyorlardı. Diğer çocuklar benim öğrencileri kıskanıyorlardı hep. Çünkü biz birlikte öyle çok eğleniyorduk ki. Ee hangi öğretmen takım elbisesiyle yerden yüksek oynarken bağırırak okul duvarına zıplar değil mi ama? 
Velilerle görüşmelerimizden de anladığım üzere verdiğim ödevleri yapmayan öğrencilere kızmama sadece nedenini ve nasılını düşünmelerini isteme yöntemim işe yarıyordu. "Bizim çocuk hiç ödev yapmazdı, ders çalışmazdı, şimdi kitap düşmüyor elinden." diyordu veliler. Sınıf kitaplığındaki bütün kitapları okudular resmen. Sırf bir tanesi bir dönemde 60 kitap okumuştu. Öylesine göstermelik de değil hani, zorlamıyordum çünkü. Gelip anlatıyorlardı okuduklarını belli etmek için. 
Bir gün sınıfta tokamı bırakmışım, öğrenciler tokamı koklayıp "Mis gibi öğretmen kokuyor." demişler. Sonradan öğrendim. 

Dönem sonunda benim öğrenciler iyice zıvanadan çıktı :) Son haftaydı, zil çaldı sınıfa girdim. Sıralarını kalorifere çekmiş, ayaklarını uzatmışlar hem ısınıyorlar hem de resim yapıyorlardı. "Öğretmenim, siz gidin öğretmenler odasında bir çay için, biz resim çalışıyoruz" dediler, beni kovdular sınıftan.
Bir keresinde de sadece bir teneffüste müzik kitabındaki bir şiiri besteleyip benim için hazırlamışlar. Sınıfa girer girmez birlikte söylediler. 
Son bir iki gün kalmıştı, çok duygusallaşmıştım haliyle. Teneffüste oturmuş çocukları izliyordum. Öğrencilerim geldi, sırtımı sıvazladı biri "Üzülmeyin öğretmenim, siz gidince de seveceğiz biz sizi." dedi. Hepsi birden sarıldılar bana. 

Şu duygu bambaşka bir duygu. Kıymetini bilmeden derse girip çıkan yapması gerekenin sadece yazılı kısmını yapan öğretmenlere ne desem bilemiyorum. 

Devlet öğrenci sevgimi kullanıp ücretli kölelik yaptırmıyor olsa yine her şartta her yere gider yapardım görevimi ama işte, kendimi kullandırmak çok kötü. 

Bu güzel anılarla kaldı öğretmenliğim. Bu da bana yetti.. 
Köyden:

Balkonum:

Kullanamadığım mutfak:

Koridor:
Başka bir şekilde kesinlikle yanından bile geçmeyeceğim tuvalet:
İğrenç banyo: (askıdakiler ve diğerleri bana ait değil)
Mutfak olarak kullanmak zorunda kaldığım oda (yere serili olanlar da bana ait değil)
Odam: