17 Ağustos 2010

17 Ağustos 1999


Ortaokuldaydım, yaz tatiliydi. Bursa'da olan yakınlarımın dışında İstanbul ve civarında kimseyi tanımıyordum. Akrabalarla zaten ailem ilgileniyordu, çocuktum daha. O geceki karanlığı hiç unutmuyorum. O geceki karanlık kadar zifiri bir karanlık görmedim ben. Deprem saatinde kaldırdı annem bizi yanına aldı. Çok karanlıktı her şey. Sessizlik vardı çok derin bir sessizlik. Olanların boyutunu tahmin edemediğimiz için uyumaya çalıştık. Ne zaman ki sabah oldu ve televizyonu açtık, gördüklerimiz...

Yıkılan apartmanlar, hiç ölmeyecek sandıkları sevdiklerini kaybeden insanlar...
"Sesimi duyan var mı?" diye bağıran insanların bağırışlarıyla birlikte hıçkıra hıçkıra ağlayışlarım.
Annemle babama yalvarmıştım nolur ben de gideyim yardım ederim diye, 13 yaşındaki ben nasıl gidecektim ama istedim çok. Yardım etmeliydim.

Değirmendere, o kadar güzel bir yerdi ki cennetten bir köşe gibiydi gözümde. Sahilde oturup çay içtiğim çay bahçesi sular altında kaldı, karşıdan çekirdek aldığım bakkal sular altında kaldı, parkın içindeki heykeller sular altında kaldı ve hayatlar ve insanlar...

Olayların üzerinden zaman geçtikçe herkes kendine göre yorumlar getirmeye, çeşit çeşit teoriler atmaya başladı. "Marmara'nın altında bir deprem yaratma cihazı denenmişti, bu cihazın denenmesi için de "önemli" adamlar yurt dışından o malum askeri tesislere gelmişti. Ama olay umdukları gibi olmadı, cihaz her şeyi mahvedecek büyüklükte bir deprem oluşturdu. Sessizce örtüldü olayın üstü.." diyenler oldu. "Allah uyarı gönderdi, ceza verecek hepimize. Namusuyla yaşayanlara hiçbir şey olmadı bak. Allah kime zarar vereceğini biliyor" diyenler oldu.

En çok yaralayansa yıllar içinde başka ülkelerde olan daha şiddetli depremleri görmek ve nasıl sakince atlattıklarını izlemek oldu. Bir sürü ıvır zıvır meseleyle uğraşan güzide ülkem iş insan hayatını düşünmeye gelince ı ıhhh.

Ben sık sık düşünüyorum, ya yine bu kadar büyük bir acı yaşamak zorunda kalırsak. Şimdi bütün arkadaşlarım uzakta. Kime nasıl ulaşırım bir daha.. Bu lanet makine önümden kalktığında kaybedeceğim insanlar var hayatımda. Ya sonra..

Depremden sonra arkadaşlarını kaybeden insanların hikayelerini çok dinledim. "Depremden sonra bir daha ondan haber alamadım." cümlesiyle başlayıp yine bu cümleyle bitiyordu.

Bir gece birlikte uyuduğun insanı sabah yanında bulamıyorsun, onun nefes almayan bedeniyle yan yana bekliyorsun saatlerce, yaşamaya devam etmek için.
Hayat değil mi? Hayat...

Cezasını hâlâ çekmemiş insanlar var. 
Her şeyden geçtim hani, yakın geçmişte bu kadar büyük bir yıkıma şahit olmuş insanlar nasıl olur da depremi görmezden gelmeye devam edebilir.? Ucuz olsun, aman paramız gitmesin diye en sevdiğini gözden çıkarabilir. Depreme karşı önlem almak sadece kendimiz için değil, hiç tanımadığınız herhangi biri için bile yapılması gereken bir şey değil midir? 
Hangimizin anısı yok ki depremle ilgili, hangimiz bir yakınımızı  kaybetmedik ya da yakınını kaybetmiş birine rastlamadık.
Susuyoruz evet hatırlamak acı veriyor. Ama unutursak da olmaz, yok sayamayacağımız kadar büyük bir acıydı bu, ve bitmiş bir acı değil, hep tekrarlanan bir acı.
Önlem şart. 

Aslında uzun bile yazdım. Geçen yıl okuduğum bir yazıyı paylaşmak için yazmıştım bu yazıyı. 
Okunması gereken bir yazı:
http://blog.sets.subicon.net/2009/08/17-agustos-1999-deprem-guncesi.html

Sen Yenisin Galiba Volume III

Üniversite öğrenciliği başlı başına bir yorgunluktur. Nasıl bir hayat yaşanırsa yaşansın illa derse yorgun, uykusuz gelinir.
Çalışkan bir öğrenciysen ders çalışmaktan, çapkın bir öğrenciysen eve attığın karşı cins yüzünden, gezme meraklısı bir öğrenciysen geceleri geç saatlere kadar sokakta sürtmekten velhasılı kelam illa bir sebepten derse uykusuz gelirsin.. Hele ki o dersler sabahın köründeyse kaçarı yok..
Yüksek ihtimalle gidilmeyebilinir de ama derse gidiliyorsa uyuma ihtimalidir yüksek olan.

Derse gidildi.. Hocamız ağır adımlarla içeri girdi.. Ders anlatmaya başladı.. Ama o da ne.. Göz kapaklarınız, göz kapaklarınıza ne oluyor.?. Eyvah ki eyvah uyumak üzeresiniz..
Dersi dinlemeli mi uyumalı mı..? Yoksa dersi dinliyormuş gibi yapıp uyumalı mı? Yoksa uyumamaya çalışıp dersi mi dinlemeli?

Öncelikle uyumamak için yapılması gerekenlerden bahsedelim..
Hocanın bilumum yerleri inceleme altına alınabilir.. Mesela hocanın pantolonunun fermuarının açık olup olmadığı kontrol edilebilir. Ayrıntılara dikkat etmek lazımdır. Sevabına bu bilgiyi uyumamaya çalışan diğer arkadaşlarına söylemelidir kişi, sosyal sorumluluk bunu gerektirir. Yine aynı şekilde hocanın sütyen numarası tahmin edilmeye çalışılabilir, saçlarına odaklanıp dip boyasının geldiğini anladıktan sonra saçını en son ne zaman boyattığı düşünülebilir.. Fantezi kurulmasını önermiyorum, çünkü sınıf ortamı malum, pek uygun değil bunun için. Hoca olmazsa sınıftaki diğer seçeneklere yönelinebilir.. Misal kim ne giymiş, kime nasıl makyaj yakışıyor, kim kime benziyor, kim kimle ne yapıyordur..

Bu yöntemler tatmin etmezse göze tuz dökmek de işe yarayacaktır ama onun yerine ben uyurum arkadaş diyenler için uyuduğunu gizlemekten bahsedelim biraz..

Bu yazıya ihtiyaç duyan öğrencilerin arka sırada oturangillerden olduğuna eminim. Ön sırada uyumuyormuş gibi yapmak çok zordur.. Şahsen beni aşar bu durum..
Öncelikle kendine yakın bulduğu bir arkadaşın yanına oturmuş olması önemli.. Arkadaşın omzuna başını koyup kitabı da önüne açıp okuyormuş pozisyona geldiğinde hocanın bunu anlaması zordur..
Bir diğer yöntem de uzun boylu bir öğrencinin arkasındaki sıraya oturmaktır, bu durumda baş sıraya konulsa bile hocanın bunu anlaması zordur.. Boyum kısa olduğu için süper işe yarıyordu bu. Ama hoca gezen bir tipse bunu da göz önüne almak lazım tabii. Önleminizi hocayı düşünerek alın.
Bir diğer seçenek, hasta numarası yapmaktır.. Hasta numarasında baş direkt sıraya konulur hocanın "Defol git, evinde uyu." ya da "Oğlum/Kızım burası sınıf, kaldır kafanı.!" demesi beklenilir. Hoca bu soruları ya da türevlerini sorduğunda kalkılır "hocam kusura bakmayın dersinizi kaçırmak istemediğim için geldim ama rahatsızım" denir. Hoca atmak istese bile bu yöntem işe yarayacaktır. Hoca "İzin verdim git." de diyebilir, uyumaya devam etmene göz de yumabilir. Orası hocaya kalmış..

Görüldüğü gibi çok da zor değil. Ama bu yöntemler her hocada işe yaramaz bazı hocaların prensipleri bu yöntemleri ezer geçer, söylemedi demesin kimse.

Sen Yenisin Galiba Volume II

Konumuz derse geç kalmak:
Öncelikle bir devlet üniversitesinde okuduğumu belirtmem şart sanırım. Ve yoklama da alınıyordu efenim.
İlk derse geç kalmak ve sonraki derslere geç kalmak farklı sonuçlar doğurur. Ayrıca hocadan hocaya da değişir tepkiler. Bazıları bu tarz saygısızlıkları(!) önemsemez, bazıları uyarır geçer, bazıları da derse almaz. İlk derse geç kalan öğrencinin derse alınmama, arkadaşlarının arasında rencide edilme olasılığı daha yüksektir. Çünkü hocada kendini ispat etme çabası vardır. Zanneder ki ben bu öğrenciyi azarlarsam diğerleri bir daha geç giremez derse.. Tabii güzel mantıktır ama üniversite öğrencileri için geçerliliği yoktur. Tabii hatırlıyorum ilk senemi.. Çok sevdiğim bir hoca vardı elinin tersiyle masaya vurması ondan geçtim sadece sessiz kalması bile yeterdi. Kimse gıkını çıkaramazdı ama ne de güzel ders anlatırdı. Neyse.. Duygulandım şimdi bak.. Ne diyorduk.. İlk derse geç kalındığında azarlanma ihtimali ya da derse alınmama ihtimali yüksektir. Ama azarlanan ya da derse alınmayan öğrenci üzülmemelidir. Aslında bu onun için büyük bir fırsattır. Dersten sonra hocanın odasına gidip özür dilerse, "Ben aslında hiç gelemeyecektim de sizin dersinizi kaçırmak istemediğim için yetişmeye çalıştım hocam, geç kaldım ama gerçekten sizin dersiniz önemli benim için.." gibi yalanlar söylerse hocanın gözüne girer, hocaya kendini tanıtır. Bu ne demektir? Öğrenciler arasında saygın olacak demektir. Tabii bunun da olumsuz bir yanı vardır, sürekli ayak işlerine koşturmak hatta tahtaya kaldırılmak.. Evet üniversite öğrencisi için olumsuz bir durum yoktur, her olumsuz durum olumlu hale getirilebilir.

Diğer derslerden bahsedelim. Bazı hocalar dersinin bölünmesini asla istemezler. Geç kalınmamalıdır bu hocanın dersine. Bir üst paragrafta istisnai durumda yapılması gerekenleri anlattığım için vicdanım rahat. Efendim, bazı hocalar da geç kalma durumlarını önemsemezler, öğrenci sessizce kapının bulunduğu taraftan dümdüz şekilde ilerleyerek derse geç kalan öğrencilerin inci gibi dizildikleri bölüme yerleşmelidir. Bazı kendini bilmezler hocanın burnunun dibinden geçerler ben bile sinir olurdum açıkçası.
Durum budur efendim..

Derse geç kalan öğrenciler imza da atabilirler.. Aptal gibi gelip dersi dinledikten sonra imza atmayı unutmamalı. Ben yaptım oradan biliyorum. İmza kağıdı bir şekilde bir yerlerdedir illa, bulun onu, çakın imzayı. 


İmza konusunda da şunu söylemeliyim. Pembe, mor, kırmızı kalemlerle imza atmayın. Benim sevgili bir arkadaşım yapmıştı, hoca "derdin ne amacın ne" diyerekten odasına çağırmıştı. Siyah ya da laci kullanın işte. Kurşun kalemle atanlar da oluyordu sanırım ama ne olur ne olmaz siyah ya da laci tükenmez kullanın. Ve dediğim gibi her yerde kullandığınız imzanız olmasın bu, o imzanın basitleştirilmiş bir halini kullanın ki yokluğunuzda arkadaşlarınız kolayca imza atabilsinler yerinize.
Peş peşe yazacağım, okulların açılmasına az kalmış malum. Bir de merak ettiğiniz bir şey olursa yazın bana, yazarım sana. Evet evet
öptüm pıtırcıklarım.