31 Mayıs 2012

Damızlık Değilim Ben

Ne güzel memlekette yaşıyoruz değil mi?
Özgürlükler ülkesi adeta.

İçimden bir sürü küfürler geçiyor hepsini durduruyorum, küfürle çözülecek mesele değil çünkü ama hak edilen de bu hani.

Bir kürtaj tartışmasıdır gidiyor. Hiçbir kadın içinde büyüyüp hayatı boyunca en büyük neşe kaynağı olacak bir canlıyı bile bile öldürmek istemez. Bunu kim ister? Erkek ister. Onların da bit beyinli olanları ister. O zaman ne yapmamız gerekiyor? Kürtaj sayısı fazlaysa bu bit beyinlilere kürtajın bir korunma yöntemi olmadığı ve adam gibi korunma yöntemleri anlatılmalı. Kadınlarımız bilinçlendirilmeli, korunmadan ilişkiye girmemeleri konusunda bilgilendirilmeliler. 

Ama ne oluyor biliyor musunuz? 
Bu yöntem yerine, kürtajı komple yasaklayalım, yok 1 aydan sonra yasaklansın... 
Bir kadının hamile olduğunu anlaması için 1 aydan daha uzun bir süreye ihtiyacı var. Her gün gebelik testi yapamayacağına göre, hele de gebelik testlerinin çoğu regl gecikmesinden sonra doğru sonuç verdiğine göre 1 aydan daha uzun bir süreye ihtiyaç duyuluyor.

Erkek algısını merak ediyorum. Gebelik onlar için ne ifade ediyor acaba? Rastgele bir şey ifade ediyor olsa gerek ki, hakkında bol keseden konuşulabiliyor. 

Recep Akdağ... Kendileri sağlık bakanımız oluyor. Sağlığımız ona emanet. Ne demiş bakalım?
"Siyaset burada karar verirken hem bilimi hem de ahlaki tarafı dikkate alacak. 'Annenin başına kötü bir şey gelmişse ne olacak?' gibi şeyler söyleniyor. Gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar"


Tecavüzün nasıl bir travma olduğunu, tecavüzden dolayı gebe kalındığında neler hissedilebileceğini, 9 ay tecavüzden dolayı bir bebeği taşımak zorunda olmanın anlamını sonrasında da onu başkasına vermenin hissini... Bunların hiçbiri hakkında en ufak bir fikri yok Recep Akdağ'ın. Kimse tam anlamıyla bilemez ama aklı, vicdanı olan bir insan büyük bir acı, yıkım, travma olacağını bilir, bakanımız bilmiyor. 

Vakti zamanında Olacak O Kadar'da bir sayaç muhabbeti olmuştu. Bacak aramıza sayaç mı taktıralım gibi bir şey olabilir tam cümleyi hatırlayamıyorum. Şu an herhalde bir sonraki aşama olacak. Sayaç taktıracaklar bacak aramıza!

Sanki görevlerini yerine getirmişler, her şey güllük gülistan gibi, yapacağımız çocuk sayısına karışıyorlar, bakamayacağımız çocuğu aldırma kararımıza müdahale ediyorlar, çocuğumuzu nasıl doğurmamız gerektiğine karışıyorlar.. Arkadaş, bebek ölümlerinden haber ver bana, kadına uygulanan şiddeti engellemek için yaptıklarını anlat bana. Korunma yöntemlerini halka anlatmak için verdiğin mücadeleyi anlat bana! Ben de sana saygı duyayım. 

Ben damızlık değilim!
Sevdiğim adamla aşkımızın tamamlayıcısı olsun diye evlat istiyorum. Ekonomik durumumuzdan dolayı bir çocuğa ancak bakabileceğiz. Malum şimdi 5buçuk yaşındaki çocuğumu tecrübesiz sınıf öğretmenlerinin eline bırakmak yerine bir dünya para bayılıp gerektiğinde carlayabileceğim bir özel okula vermek çok daha doğru, çocuğum mahvolmasın diye... Eee haliyle bir çocuğa bakmak bile çok zor. Yine de bu duyguyu yaşamak için her şeyi göze alıp bir çocuk yapıyoruz. Eeee hormonlarımız da çalışıyor çok şükür, düzenli bir cinsel hayatımız da var. Korunuyoruz da.. Ama biliyor musunuz, hiçbir korunma yönteminin garantisi yok. Gebelik ihtimali hep var. Adamın tüplerini bağlatsak, bana bir şeyler yapsak... Ya Allah korusun çocuğumuz kötü bir hastalığa yakalanırsa ve bir kardeşe ihtiyaç duyarsa... Korkudan tüpleri de bağlatamıyoruz. Sıçış! İhtimal gerçekleşti ve hamile kaldım ama korunduğum için ihtimal vermiyorum. İş stresinden geciktim diyorum. Gebelik testi yapıyorum, yanlış çıkıyor. En sonunda mide bulantılarıyla şüphelenip doktora gidiyorum. Öğreniyorum ki hamileyim.. Çocuğa bakamayacağımız kesin. Eee aldıramıyoruz da... En tavsiye edilen aile örneğinde bile yaşanacak bir acı bu. Tehlikeli bir gebelik yaşıyorsun ve işten ayrılmak zorundasın. Aha ikinci sıçış! Sıçış üstüne sıçış.. İstemediğim bir çocuğa hamile kalıyorum.. Sonra bir daha sonra bir daha...

Eşim işsiz kaldı ve ben çalışıyorum. Gebe kalmamam gerekiyor. Sevişmeyelim mi? Yapıyoruz çok şükür. Korunuyoruz da ama oldu da hamile kaldım. Şimdi ne olacak? Adamın, benim omuzlarımızdaki yüke yardım mı edecek devlet? Yoksa siz doğurun ben bakarım mı diyecek? Baktığı çocuklara da çok iyi bakıyor ya hani, o yüzden güvene güvene isteyebiliyor çocukları.

Tanıdığım birçok aile kürtaja başvuruyor. Çünkü üç çocuğu var, iki çocuğu var ve tekrar hamile kalmak istemiyor. Ama korunmasına rağmen, üstelik en garantili denilen korunma yöntemlerini tercih etmelerine rağmen hamile kalıyorlar. Annem bütün çocuklarını doğurmaya kalksaydı 5 kardeş olacaktık. Komşumuz bütün çocuklarını doğurmaya kalksaydı 7 çocuğu olacaktı. Üstelik en büyüğü 32 yaşındayken diğeri yeni doğmuş olacaktı. Kabus!

Ben damızlık değilim! 
Hükümet benim kaç çocuk doğuracağıma, o çocuğu nasıl doğuracağıma karışamaz.
Rahmimi aldırmayı tercih ederim. 
Sevdiğim adamla karar vermem gereken bir konuda kimsenin müdahalesine katlanamam. 

Minicik bir insanım ben, normal doğum yapmayı elbette ben de isterim ama 46123216452 saat acı çekmek, çocuğumu doğumda kaybetmek, doğum yaparken ölmek istemiyorum!

Damızlık değilim kardeşim ben..
Ayrıca sizin yaşadığınız bir ülkeye geleceğime kürtajla aldırılmayı tercih ederdim. 

Selametle!

28 Mayıs 2012

Olur Öyle Arada

Öyle garip bir şey fark ettim ki paylaşmazsam çatlarım cinsinden.

Arkadaş, ben İstanbul'da yaşıyorum.
Birkaç gün önce fark ettim işte bunu, sanki hâlâ o küçük şehirde gibi algılıyorum her şeyi. Bir etkinliğin duyurusunu görüyorum ve önceden yaptığım gibi görmezden geliyorum nasılsa gidemem diye.. Bir derneğin çalışmalarını inceliyorum of ama buradan bir şey yapamam ki illa orada olmam lazım diye düşünüyorum.

Abarttığım sanılmasın, ciddi ciddi böyle algılamışım 5-6 aydır.

Salak ben.

24 Mayıs 2012

Şanslıyım


İnsanın kronik bir rahatsızlığı olunca alışıyor ve hakkında konuşmayı unutuyor; ama beni sırf bu yazılarım için takip eden bipolar bozukluk hastası arkadaşlarım olduğunu bildiğim için arada bu yazıları da ihmal etmemem gerekiyor. 

Bipolar olduğumu öğrendikten sonra hayatımda birçok şey anlam kazanmıştı. Neden girdiğim işlerde iki aydan uzun süre çalışamadığım gibi.. Bu yüzden de iş ararken çok tedirgindim. Özgeçmişe hastalığımı yazmalı mıyım? Ya hastalığım yüzünden geri çevrilirsem ve bunu kaldıramazsam diye düşünüyordum, korkuyordum. 

Hayatımda her zaman farklı bir anlamı olacak bir arkadaşımın bana inanması ile 3 senenin ardından İstanbul'a gelip şansımı denemeye karar vermiştim. Yine de korkuyordum. Ailem arkamda durmuyor, sevdiğim insan gitmemi istemiyor. Hiç kimseyi kırmak istemediğim gibi, evde oturup kendimi öldürmemek için mücadele vermek de istemiyordum, çünkü yorulmuştum. Ne ailem ne sevdiğim insan biliyordu, bilebiliyordu içimdekileri. En fazla anlattığım kadarını anlayabiliyorlardı ama bu da bana yetmiyordu. Onlara her gece deli gibi ağladığımı ve sırf intihar etmek istemiyorum diye ağladığımı anlatmıyorum çünkü üzülmelerini istemiyordum. Ama bu şeyleri yaşıyor ve çıkış diliyordum. 

Sonunda hipomani geçirdiğimi düşündüğüm günlerden birinde iş görüşmesi için İstanbul'a doğru yola çıktım. Başaramayıp geri dönmekten deli gibi korkuyordum. 

İş görüşmesine gittim ve hastalığın getirdiği panik halim de vardı. En çok merak ettiğim şey "garip" olduğumun dışarıdan anlaşılıp anlaşılmadığıydı. CV'de belirttiğim özel durumumu konuşma esnasında belirtmedim zaten klasik bir iş görüşmesi olmadı. O kadar mükemmel insanlardı ki beraber kahvaltı ettik ve "tamam" dendi. 

İşe başlamıştım, korkular ve endişelerle. Özel hayatım bok gibiydi. Çünkü 3 senedir emek verdiğim, evlenme kararı aldığımız adamla yollarımızı ayırdık. Kendimi çalışmaya verdim. Deli gibi çalıştım. Sabah 6 gece 3-4. Bütün işleri yapmak istiyordum, elimden geldiğince de yapıyordum. Reddettiğim bir iş olmadığı gibi fazladan iş kovalıyordum. 

Her şey bu kadar güzel değildi elbette. İlaçlarımla ilgili sorunlar yaşadığım için uzun zamandır ilaç kullanmıyordum ve sorunlar yavaş yavaş çıkmaya başlamıştı. Her sabah işe koşarak geliyordum ama gün içinde yaşadığım minik bir olay bile beni yerle bir etmeye yetiyordu. Terasa çıkıp sessizce ağlıyordum,çünkü eve dönmek her şeyi bıraktığım gibi bulmak istiyordum ama artık mümkün değildi. 

Bipolar, değişiklikten hoşlanmaz, korkar. İş yerimin taşınması, aynı aralıkta eve çıkmam beni çok kötü etkiledi. Müdürüm beni yanına çağırdı ve "Sorun olduğunu biliyorum konuşmak istersen ben varım." dedi. Hastalığımdan bahsettim, o da iş ve ev değişikliğinin beni ne kadar olumsuz etkilediğini tahmin ettiğini söyledi. Biraz konuştuk. Artık hastalığımı bilen bir müdürüm vardı. Çekiniyordum işin aslı, ya bu kötü sonuçlar doğurursa diye. Çünkü hastalığımda ilgili her şey mükemmel ilerlemiyordu. Konuşmayan, ekibe uyum sağlamayan bir kız oluyordum bazen. Bu da çok mutsuz ediyordu beni, çünkü bu ben değildim. 

İki ay düşe kalka çalıştım. İş arkadaşlarımın, müdürümün, patronumun herkesin anlayışı, sevgisi ile.. Sonra yine işimle alakalı başka bir işe transfer oldum. Diğer işimi bıraktım diyemem çünkü kardeş firma istedi beni ve oraya geçiş yaptım. 

Hastalığımı anlatıp anlatmama konusunda kararsızdım. İlk tepkilerden hep korkuyorum. Sonunda insanlar garipliğimi fark ettiğinde söylemenin daha doğru olacağını düşündüğüm bağlı olduğum kişiye anlattım. Pek şaşırmadı, espriyle karşıladı bile diyebilirim. -insanlar bana deli dediklerinde kızmıyorum- Daha sonra eski müdürümünün hastalığımla ilgili bilgileri patronuma verdiğini öğrendim. Önce kızdım ama sonra hak verdim. Amacı bana uygun ortamın sağlanmasıydı. 

Başlarda çok zorlandım. Yeni insanlar, yeni mekan, yeni sorumluluklar... Hastalığın hayatımı çok yoran özelliklerinden biri alınganlık. İnsanların işimle ilgili en ufak önerileri, cümleleri bile beni geriyordu. Daha sonra eski müdürüm, şimdiki arkadaşımın ricası ile daha çok bana güvenen insanları hayal kırıklığına uğraşmamak için ilaçlarıma başladım. Tabii doktorumla irtibat halinde kalarak. 4 ilaç kullanıyorum her gün düzenli olarak almam gerek ama bu ilaçlardan biri feci kilo aldırıyor. O ilaç olmadan da diğerlerini kullanamıyorum hemen yatağa düşecek kadar hasta oluyorum. Kilolarımı umursamayacağıma kendimi hazırlayıp ilaçlarıma başladım. 1 ay gibi kısa bir zamanda 10 kilo alıp 55 kilo oldum. Eskiden bol gelen hiçbir kıyafetim üstüme olmuyordu. Göbeğim her yere benden önce gidiyordu. Zor günlerdi, zor günler... 

Kilo aldıran ilacı bıraktım bir süre bünye o ilaçla devam edince diğer ilaçları kullanabiliyorum. Şimdi geri kalan üç ilacımı düzenli olarak alıyorum. Hâlâ veremedim kilolarımı, yeni giysiler almaya çalışıyorum. Yeni görüntüme alışmaya çalışıyorum. Artık zayıf biri değilim. 

Eklemem gereken ve unuttuğum bir şey var. Kilolarımın nedenini açıklamak zorunda kalıyorum bazen, bazen başka davranışlarımın nedenini, iş arkadaşlarımın bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hastalığımı söylediğim üç kişinin tepkisi aynı oldu: "Korkmamıza gerek var mı? Bize bir şey yapar mısın?" Kırılmadım, kendimi daha kötülerine hazırladığım için kırıcı gelmiyor bu tepkiler bana. Yine de keşke daha çok bilinse bu hastalık... 

Bu hastalık yüzünden çok şey kaybettim. Enerjimi, gençliğimi, dostluklarımı, potansiyel arkadaşlıklarımı, çoğu mutluluğu, daha büyük başarılarımı, mutlu bir yuvayı belki, belki çocuğumu, saygınlığımı... Ama hayat yeni şeyler öğretiyor insana. Çok kez isyan ettim, neden ben, neden bu kadar insan arasından ben dedim. Neden daha güzel, mutlu bir hayatım olabilecekken bu hayatı yaşamak zorundayım dedim. Faydası yok bunların. Bir hayatın var ve bir şekilde yaşamak zorundasın onu. 

Mutlu olmak için elimden geleni yapıyorum. Hayata tutunmak için, tökezlememek, dibe vurmamak için.. Bunları yapabilmek için öyle şeylerden vazgeçtim ki, vazgeçmem dediğim öyle şeyleri geride bıraktım ki hâlâ şaşırıyorum kendime. Sana iyi gelenler kalsın hayatında, sana iyi gelenleri seç hayatına. Yalnızlıksa seni mutlu eden yalnız ol ama kendi sesini dinleyecek kadar değil. Zorla kendini, arkadaşlarına zaman ayır, seni seven insanları dinle. Anlaşabildiğin bir doktora git. İlaçlarını düzenli kullan. Hastalığından utanma, utanmamaları için çevredekilere yardım et. 

Bu genetik bir hastalık. Bulaşıcı bir hastalık da değil. Hastalar kimseye zarar vermiyor, en fazla kendilerine. 

Zor süreç, kolay değil ama insan ömrü boyunca taşıyacağı özellikleri benimsemeli. Sorunları en aza indirmek, stabil kalmak için yapılması gereken her şey yapılmalı, gerisi ise benimsenmeli. Garipliklerinizi sevin. Normal olmamak o kadar da kötü bir şey değil. 

İş konusunda umutsuzluğa kapılmayın. Stabil olduğunuzda sizi anlayan, size destek olan mükemmel insanlarla çalışma fırsatlarınız olacak. En çok siz inanın buna. Etamin işleyin, resim yapın, dantel örün... Kendinizi bu alanlarda geliştirdikten sonra belki bunlardan gelir de elde edebilirsiniz. Ben İstanbul'a gelmeden önce böyle şeylerle huzur bulmaya çalışıyordum. Gerekirse zorlayın kendinizi, iyi gelecektir. Fazla film yok, oyun yok, anlamsız romanlar yok ama yapılacak bir sürü güzel şey var. 

Sevgi güzel bir şey, hastalığınız konusunda size destek olmayan, sizi anlamayan, size yardım etmeyen biri sizi hak etmiyordur. Ondan uzak durun. Aşk güzel ama bir o kadar acılı. Sevgi kutsal. 

Okuyan olur mu içlerinden bilmiyorum ama iki iş yerimdeki arkadaşlarıma da teşekkür ederim. Farklılıklarıma uyum sağladıkları, bana uygun ortam oluşturabildikleri, beni gerçekten sevip önemsedikleri için... Hayatıma girdikleri için çok şanslıyım. Mükemmel hayatlar dileğiyle :)

21 Mayıs 2012

Ama Arkadaşlar İyidir


 Üniversite yıllarımdı. O zamanlar sürekli takıldığım bir internet sitesi vardı. O sitede çok zaman geçiriyordum ve güzel arkadaşlıklar kuruyordum. 

Bir gün bir arkadaşla telefon numaralarımızı alıp verdik, ertesi gün ders arasında dedikodu etmek için aradım ve her şey böyle başladı. 2007 olabilir yıl. O zamandan beri sürekli hayatımda bu insan. Bir dönem arama işini o kadar abarttık ki herkes onu benim sevgilim sanıyordu. Abartısız, günde 3-4 saat konuşuyorduk. Sevgililer değişti, okullar işler değişti. Dostluğumuz bitmedi, değişmedi. 

Saçma sapan bir nedenle aramıza küçük bir zaman aralığı girse de dostluk bitmiyor işte. Dün ilk kez yüz yüze görüşebildik. Sarıldık kocaman. Bir yere oturup hayatımda olan biten her şeyi anlattım. Kafamdaki karışıklıkları giderdi. Biraz gezdik, Terkos Pasajı'ndan 5 liraya birkaç tişört aldık. Konuştuk konuştuk eğlendik eğlendik. Hayatımızda olan bitenlerin nedenlerini düşünüp tartıştık. "Ne bok yiyeceğim ben şimdi?" derken "Tamam ya aynen devam." diyerek ayrıldım. 

Seni tanıyan, bilen, anlayan biriyle konuşmanın yerini hiçbir şey tutmuyor. Aklımı temizledi resmen.

Bundan sonra arkadaşlarıma daha çok zaman ayıracağım söz, kocaman söz.

Dostla dertleşmeye, konuşmaya her zaman ihtiyacı var insanın, hele de seni tanıyan, bilen biriyle. İyi oldu iyi..

Arkadaşlarıma daha çok zaman ayıracağım, kendime söz, kocaman söz.

17 Mayıs 2012

Popişime Araba Çarptı


Bir şeyim bak valla bir şeyim normal olsun.
Milletin kafasına gözüne çarpar araba, benim direkt popoma çarptı.

İşten çıktık, metroya doğru yollanmıştık. Karşıya geçmeye çalışıyorduk. Park ettiğini düşündüğüm taksi hızlıca geri geldi ve beni bir kuple savurdu. 
Yanımdaki arkadaş gidip "Bak orada dikiz aynası var, ne işe yaradığını biliyor musun?" dedi, taksici "Orası kör nokta, göremedim." dedi. 

Acı eşiğim yüksek olduğundan biri ayağıma basmış gibi bir etkisi olduğu için pek de umurumda olmadı ama aradan yarım saat geçtikten sonra popişim, bacağım, böbreğim ağrımaya başladı. Neyse bari, sabaha kadar o ağrı da geçti de sorun olmadı.

Herifin plakasını da almamıştım, başıma sonradan bir şey gelmiş olsa muhatabım olmayacaktı.

Evet bir anımı daha paylaşmanın haklı gururunu yaşıyorum.


14 Mayıs 2012

Senin yüzünden

Tam da şu an içimde öyle büyük bir sıkıntı var ki...

Eve dönüp ama gerçek evime dönüp yatağıma gömülmek istiyorum. Geceleri sabaha kadar oturmak, etamin işlemek, satamamak, saatlerce sevdiğin sesi dinlemek, aptal aptal televizyon izlemek, kitapları karıştırmak... Hepsini hepsini öyle çok özledim ki.. Özgürlüğümü özledim.

Geldiğim için pişman mıyım? Hayır. Gelmemiş olsam, hep merak edecektim başarıp başaramayacağımı, hemen dönüp dönmeyeceğimi. Şimdi iyi oldu, biliyorum ki hayatımı istediğim gibi yönlendirebiliyorum. Ben yapıyorum.

Geldiğimden beri o kadar az düşünüp o kadar çok şeyi içime attım ki tabiri caizse şiştim. Bağıra bağıra ağlamak istiyorum. Birinin yakasına yapışıp "Senin yüzünden!" demek istiyorum ama ne öyle bir insan var ne de ben eski benim zaten.

Evet hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı aşikar. Eve dönsem iki güne kalmaz deliririm biliyorum. Yalnızım çünkü evde. Tam anlamıyla, bu sefer tam anlamıyla yalnız kalırım. Eski hayatımı öyle çok özledim ki, her şey eskisi gibi olsaydı keşke.. Keşkeler manasız. Hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

Öyle bir şeyler..
Şimdi hemen bu akşam buradan yok olup evime gitmek istiyorum.
Keşke orada bıraktığım her şeyi yine orada beni beklerken bulabilsem...

Siktir!

4 Mayıs 2012

Metrobüs Klasiği: Kavga


Giderek İETT yazarı oldum çıktım. Bence reklam yüzü olarak Vatan Şaşmaz yerine beni kullanmalılardı. 
Şimdi yine bir metrobüs hikayesi anlatacağım.

5 ay mı oldu bilemiyorum geleli, hep tartışmadan kaçındım. İki gün önce kaçınamadım ve tartışmanın kahramanı oluverdim.

Metrobüsün ilk kapının ilk koltukları arasındaki darlığı biliyorsunuz, metrobüs o kadar dolu ki karşımda bir kız ve ben olmak üzere orada ayaktayız. Yan olarak duruyorum. Tam bitişiğimdeki koltuk boşaldı. Etrafta koca koca adamlar olduğu için ben oturmayayım da yaşlılar otursun diye bekledim, ki 1 sn anca tuttu. İlerilerden topuklu ayakkabılı beyaz yakalılardan bir plaza kadını "Geçmiyorsanız ben geçiyorum" diye trip atarak kendini birden karşımdaki kızla benim arama attı ve "Gooool!" tam burnumun ortasına bir yumruk. Canım o kadar yandı ki boş bulundum "Ohaaa" diye bağırdım. Baktım omzuma usulca çarpmış gibi özür dilerim deyip oturma mücadelesine kaldığı yerden devam ediyor. Bir yandan burnumu tutuyorum, yine sinirle "Gerizekalı" dedim. Normalde demezdim ama o kadar sinir oldum ki, tutamadım kendimi. Şimdi iyi ki de demişim diyorum ya neyse..

Ben kadına gerizekalı deyince kadın 

-Terbiyeli ol!
-Burnumu kırıyordun ne deseydim!
-Öyle demene de gerek yok, kimse kimseye bilerek şiddet uygulamaz.
-Tamam uzatma sus!
-cır cır cır cır cır

Sonra ben kafamı çevirdim kadın devam ediyor bağırıp çağırmaya. En sonunda beni bir süzmüş. Malum boyum kısa benim. Boyumun kısa oluşundan kolay lokma olduğumu düşündü herhalde garibim. Ah bilseydi kafamı dönme sebebi, bir dalsam başını camlara vura vura öldürecek kadar kendimi kaybedebilirim. Zavallı..

-Bilerek vurmamıştım burnuna ama çok istiyorsan bilerek de vurabilirim.

Ben bakmamaya devam ediyorum. 
Kadının yüz ifadelerini gören arkadaşım hemen dalıyor olaya mecburen. Erkek olduğu için kadın kavgasına bulaşmak istemiyor başta ama iş dövme tehdidine gelince tutamıyor kendini. 

-Buyrun deneyin biz de karşılığını verelim.
-Ama ben bir kadınım benimle nasıl konuşuyorsunuz?
-O yüzden zaten ilk hamleyi size bırakıyoruz buyrun lütfen az önceki tehdit havada kalmasın.
-Şiddet bikbikbik
-Az önce kimse kimseye bilerek şiddet uygulamaz diyordunuz sonra dayak tehdidiyle geliyorsunuz, iyi misiniz?
-kemkümkümkem

Kadın, beni tek görüp girişecekti herhalde ama zavallım yalnız olmadığımı geç de olsa öğrendi. Yalnız olmamamın en iyi yanı, yine de emin olarak söylüyorum ki en çok ona yaradı. Ben tek olsaydım ve kadın ısrar etseydi istediğini ona acı bir şekilde verecektim, gece gece karakolluk olmaya da razıydım. 

Neyse sakinleştik, kadın 10 kişiyi aradı. "İyiyim ben merak etmeyin, oturdum evet. "
Garibim ilk kez binmiş herhalde metrobüse.. 

Bu arada burnum hala acıyor ve aklıma geldikçe kadının ağzını yüzünü kırmak istiyorum.

Ek bilgi: Acı eşiğim çok yüksek.