31 Mart 2011

İstanbul Döver Seni Sen Beni Üzersen

Allan taşralısı İstanbul'da ne yaparmış bir bakalım diyorum ben.

Öncelikle İstanbul'da görüşme fırsatı bulduğum güzel insanların benim ne kadar mal malak bir insan olduğumu anladıklarını bildiğimi bilmelerini isterim. Malım yani, ben de biliyorum. 

Efenim, gündüz yolculuğunu tercih ettim. O yol ne bitmez bir yolmuş arkadaş.. Yanımdaki koltuk boş olmasına rağmen ben salağım ya hani, olur da sahibi gelirse diye yayılamadım bile. Tv izledim biraz ama geçmiyor zaman. Dünyayı iki dakika yalnız bırakmamam gerektiğini de otobüste anladım. Japonya'da olanları otobüsteyken duyabildim. Birand anlattı, o anlattıkça ona muhtaç olmanın siniriyle İnternet'i özledim. Canım İnternet güzel İnternet... Öyle böyle derken yol bitti ve beni kardeşim ile sevdiceği karşıladı. Sevdiceğini de ilk görüşümdü. Utandı biraz ama iyi çocuk, sevdim ben. Bir de konuşsaydı keşke, kendi esprilerime kendim güldüm. Doing doing nidalarıyla başımda hare hare eşekler dolaştı. Benden iki yaş büyük olmasına rağmen bana "Abla" diyor. O, "abla" dedikçe kendimi  Ayşen Gruda olarak hayal ediyorum tabii. "Anne, şuna bir şey söyle abla demesin bana..!! Bak hala abla diyor. Abla deme bana abla deme bana" 
Eve geldik, kardeşimin ev arkadaşları karşıladı bizi. Çok cici iki kızceğiz. "Allam neden erkek değilim ki, şu an tam da şu an" dedim. Pek sevdiler beni, ben de onları sevdim tabii.

1. gün:
Bakırköy pazarına gitme gafletinde bulunduk. Kızlara pazara gidelim diyen bendim tabii kızların ne suçu var? Gittik efendim, ben böyle saçma bir pazar daha görmedim hayatımda ki çok fazla pazar gezmişimdir. Dükkanlardan pahalı her şey. Üstelik sanki bedava dağıtıyorlarmış gibi herkes üst üste. Rahat on kişi bastı ayağıma. Heeeyt yeter ulan diyerek kaçtık pazardan. 
Kızları kötü yola düşürme isteğiyle Taksim'e gidelim dedim. Eh madem biz de gezmiş oluruz dediler. Ama kızlar, kardeşim dahil okuldan eve evden okula tipler zaten. Kırk yılda bir çıkıyorlar gezmelere. Geldik İstiklal'e.. Kızları azıttım ben, "Siz takılın buralarda ben de gezeyim az" dedim. Gittim gittim İstiklal'in gecesini özlemişim, tadını çıkardım biraz. Sonra blog yazarlarından biri ile görüştüm. Onunla beraber blog kafe midir nedir oralara bir yere gittik. Nickligillerden kimse olmadığı için sıkıldım tabii orada, ama önemli olan arkadaşı görmekti zaten. Gördüm, oturduk konuştuk azıcık, sonra ben tırım tırım ayrıldım oradan. Kızlarla buluşup eve döndük. Daha doğrusu eve dönmek zorunda kaldık, daha gece yeni başlıyor deli misiniz falan dedim ama ı ıh bana mısın demediler. Kötü yola düşüremedim onları. 
Görüştüğüm o güzel insana buradan çok çok teşekkür ederim, memnuniyetimi belirtirim. Bir daha görüşürüz inşallah leyn!!

2. gün
Kardeşimle Gaziosmanpaşa'ya gittik. Orada bööööyle uzunca bir sokak var, alışveriş yapmalık bir sokak. Pek de eğlenceli bir sokak, incik boncuk satıyorlar falan iyi geldi Bakırköy pazarından sonra. 
Merhaba çantacım, ben şu diyalogu yaşadığın kadınım:
-Peki bu ne kadar?
-10 lira
-Tamam bu olsun o zaman
-Pardon 10 değil 7 liraymış
-He o zaman almıyorum

Alışverişten sonra enişte bey ile görüştük tekrar. İlk görüşten beri çenesi açılmıştı şükür. İlyas Salman'a benzettim ben onu. Pek severim zati İlyas Salman'ı. Çay içmeye gittik sonra da bizi evimize bıraktı sağ olsun. 

3. Gün
97 A'ya binip Eminönü'ne gittim. Alt geçitlerde dükkanları gezdim. Kırmızı bir güneş gözlüğü aldım kendime. Gözlükçü çocuk, miyop gözlerime nazar değdiğini ve bu yüzden gözlük kullandığımı söyledi. "Efendim" dedim. "Gözleriniz çok güzel" dedi. "Eyvallah yegen" dedim. Tırstı çocuk. Çocuk işte, benden küçük herkes nasılsa.. Ablayım ulan ben!!
Sonracığıma dünyalar güzeli bir hanımla buluştum. İlk görüşümüzdü aslında ama sanki kırk yıllık ahretlikmişiz gibi kucaklaştık. Beraber balık ekmek yedik, hararetli hararetli konuştuk. Çeyizim için güzel bir bardak takımı almış, bir sürü de kitap hediye etti bana. Nasıl sevindirik oldum anlatamam.. Sonra beni Sultanahmet'e götürdü. Oraları gezdik, fotoğraf çektik. Oralarda da bana bir şeyler aldı sürekli. Sürekli bir şeyler hediye ediyor bu hanım, inanılmaz biri. Allah bereket versin amin.
Akşam olmadan eve döneyim dedim ve "güzel bir hanım" beni aldığı yere bıraktı yarım saat kadar vedalaştık. Sonra 97 A'ya binip eve döndüm. 
"Güzel bir hanım", sizi ne kadar sevdiğimi zaten biliyorsunuz ama yine de söyleyeceğim işte: Seviyorum seni.. Gülmek sana çok yakışıyor bak yeminle.. 

4. Gün
Kardeşimle evin oraları gezdik tozduk. Postanede bir işim vardı, onu halletmek için gideyim dedim. Sıraya dalan bir teyze ile kavga ettim. Alışkın da değilim çemkirmeye. Gayet mantıklı şeyler söylüyorum uygun bir ses tonuyla lakin kadın car car öttü. Kabus gibiydi. Sanki sakince söylese anlamayacağım. Neyse sinir oldum.. 
Bir yerde kumpir yiyelim dedik. Benden bir iki santim uzun bir çocuğun çalıştığı bir mekana girdik. Çocuk, gözünü benden alamadı. Eee o da haklı bir yerde, görüp görebileceği en kısa kadın benim, boyu boyuma dedi tabii. Biz kalkarken "Yine gelin" diye el etek öptü ama pııışııık..

5. Gün
Erkenden kalkıp 97 T'ye bindim. Bindim binmesine de dangalak bir insan olduğum için verdiğim paranın üstü zannettiğim akbili de yanıma alıp oturacağım yere doğru ilerlemeye başladım. "Bağyan bağyaaan" nidalarıyla kendime gelip "Affedersiniz dalmışım kusura bakmayın" dedim, akbili basıp aldığım yere koydum. Tabii herkesin aynı şeyi düşündüğünden emindim: "Aaa taşralı taşralı naber taşraaam" hıh.. Halbuki ne bilsinler, ben aslında çok elittim ve daha önceki seferlerde hep altımda araba oluyordu mis gibi pof
İyi kötü bir saat sonra Taksim'e vardım. Çiçekçilere uzatılan mikrofonları seyrettim. Sonracığıma, Mügemmel biriyle görüştüm.. İki senedir ne zaman başım sıkışsa hatta sıkışmasa bile yetişen süper kadın! Hem de insan azıcık da olsa bir karşılık bekler değil mi, yok arkadaş.. 
Uzuuun uzun lafladık, söyledikleri ile yine içimi ferahlattı, yolumu aydınlattı. O konuştukça "Allam kendimi çok seviyorum, böyle mügemmel bir insan beni seviyor ya, ben galiba iyi bir insanım" dedim, yanaklarımı sıktım. 
Onu gördüm ya hani oh yani hele şükür yani..!

Akşama ise başka bir blog yazarı arkadaş ile sözleşmiştik. Lakin bu beyefendi Yapı Kredileri karıştırınca işler karıştı yarım saat kadar geç görüştük. Beklerken sigara yaktım, aldığım kitapları okumaya başladım falan filan derken yanımdaki minibüsten bir ses geldi:
-Falcı mısınız?
-Efendim
- Falcı mısınız?
- Yoo ne alaka
-(cevap yok) sigara içişiniz dikkatimi çekti de askerde de böyle içerdik biz, asker misiniz yoksa?
-Ne alaka?
- Öylesine
Adamın salak olduğuna kanaat getirdim tabii. En sonunda görüşeceğim blog yazarı beyefendi geldi de sapık zabıtadan kurtuldum. 
Blog yazarı beyefendiyi daha önce hiç görmemiştim, hani genelde arkadaşlarımın fotoğraflarına bir şekilde rastlıyorum bir yerde ama onu hiç görmemiştim. Hiç görmediğin bir arkadaşınla buluşmak değişik oluyormuş. Lafladık uzun uzun.. Aslında daha çok şey konuşacaktık, her şey yarım kaldı. Çünkü birbirimizi bulana kadar çok zaman kaybettik ve benim eve dönme zamanım geldi. Hesabı bu sefer şapşallığımdan değil bilerek ona yıktım. Adam çalışıyor, kadın kısmı hesap mı ödermiş, heeeyt ulan diye bağırdım hep oralarda. Yine de kaçamadım, "Bir dahaki sefere sen ödersin" dedi. İçimden "pppıııışııık" dedim. Bana ne bana ne karı kısmı hesap ödemez arkadaş! Güzel arkadaşımla vedalaşıp otobüs beklemeye başladım. Geldi de nitekim. Bindim parayı verdim, adamdan akbil bekliyorum. Sağ olsun meğer oraya bir yere bağlamış, ne bileyim arkadaşım. "eee ne bekliyorsunuz" diye bağırır gibi oldu bana hüzünlendim. 

Sonraki üç gün evde pinekledim. Dışarı çıkmadım. Uyuz kardeşim bir yerlere götürmedi beni. Napayım, ben de tek başıma çıkıp gezecek özgüvene sahip biri değilim.

İstanbul'da bir hafta kalarak neler öğrendim:
* Ben insan sarrafı olmuşum. Doğru insanları seçiyorum hayatıma, seçmişim hayatıma. 
* Boyum kısa evet ama benden daha kısa insanlar da var, yanımdan geçip durdular pek sevindim.
* Her şeye sarkıp para harcama yaşımı geçmişim. 
* Bana kur yapan adamları kardeşim gibi görüyorum ne hikmetse. İyice evli barklı kadın olmuşum sessizce.
* Kiliseye gittiğinde annene "Kilisedeyim, bahçede oturmuş İsa'yı seyrediyorum" deme, sakın demeeee.. Zaten dinsiz imansız olduğuna inanmış bir kadına yapılmaz bu, sonra bayılıyor falan ayıltamıyorsun da o kadar mesafeden. Bir de eve İncil'le dönünce, hatta Satanizm diye bir kitap da almışsan.. Pof hof 
* Her an her yerden ünlü çıkabiliyor, ünlülere rastlama yöntemine tesadüfen nail oldum. İstiklal'de yüzünüzü meydana verince sağdan sağdan gidin en sağdan. Orası hep ünlü kaynıyor. Ben sigara dumanım milleti rahatsız etmesin diye sağdan sağdan gidiyordum, Ayşe Kulin'e rastladım, Anta Toros'a rastladım. Sonra nerede gördüğümü hatırlayamadığım iri kıyım bir amcaya rastladım. Bir de Barbaros Şansal'a rastladım. Öyle hepsiyle ayak üstü lafladım, nasılsın dediler iyi misin dediler, gene gel nolur bunu saymayız dediler. Bir sürü.. Yalnız Anta Toros'un bakışlarına tesadüfen denk geldim, ağzımda sigara... Öğretmenime yakalanmış gibi oldum, nasıl bakıştır allam o.. Ters ters baktı uzaklaştı. Gelip saçımı çekse noluyor diyemem yani, o derece bir bakış.. 

Eveeeet.. Bundan sonrası İzmir'e uzanıyor. Onu da yarın mı anlatsam ki bilemedim şimdi.

11 Mart 2011

Tık Tık



Sülalecek enteresan olduğumuz aşikar. İspat edeceğim şimdi size:

* Geçenlerde babaannemin kardeşi ölmüştü, kendisine dayı derdim ben. O günü şurada anlatmıştım. Heh halamlar geçen hafta mezarlık ziyaretine gitmişler. Dayının mezarında beyaz bir sutyen bulmuşlar. Mezarın ayak ucundaki çalılara asılı bir sutyen.. Dayı da üzerinize afiyet çapkın mı çapkın bir adamdı. Biri bitmeden diğerine başlardı evliliklerin. Ailecek neye uğradıklarını şaşırmış, mezarlıkta kahkaha krizine girmişler. Oğlu: "Babam burada da boş durmamış, bir işler çevirmiş" demiş, eeh haklı adam. Tövbe tövbe..

* Büyükbabamın dedesi, çok ünlü bir polis memuru imiş. Ama o zamanlar şimdiki gibi zibilyon tane değil polisler. Sivil sivil özel ajan modunda takılıyormuş. İstanbul'daymış o zamanlar. Bir iş dolayısıyla otelde kalması gerekmiş. Yandaki odadan çok gürültü geliyor diye, sen git odayı bas elinde silahla. Odadaki şahıs da sağ olsun, valimtrak bir insanmış. Başı birazcık belaya girmiş, ama asıl garip olan şimdi mişli mışlı anlattığım valimtrak kısmını büyük büyük büyük dedenin bilmesiymiş. Bile bile basmış odayı, hey allam..

* Bizim ev iki katlı, bir ara yani ben dünyaya gelmeden çook zaman önce üst katı kaymakama, hakime falan kiraya veriyorlarmış. Üst katta kaymakamın oturduğu zamanlarda bir gece büyükbabam içip içip eve gelmiş, evde coşmuş iyice, babaannem "sus, komşular duyacak" deyince büyükbabam "İbnetör kaymakam" diye üst kata seslenmiş. Kaymakam da anlayışlı adammış ses etmemiş, duymadığından değil üstelik, üflesen duyuluyor zira. Bu olaydan da alnımızın akıyla çıkmışız.

* Babam devlet dairesine karikatür astığı için az kaldı mesleğinden oluyordu. 

* Ben ilkokul beşe gidiyordum, belediye okulun bahçesinde köpek öldürüyor diye dersten çıkıp belediye binasını bastım.

* Yine ben, belediye başkanının torunuyla aynı sınıftaydım. Çocuk, ilçenin yollarından şikayet ediyordu derste, "Onu bize değil, dedene söyleyeceksin akıllım" diyerek gelecekte nasıl biri olacağımın sinyallerini vermiştim. 

* Büyükbabamla babaannem bir yere oturmaya gideceklermiş, araba kiralamışlar. Büyükbabam gidecekleri eve şeker almak için arabadan inmiş ve şoföre "sakın buradan ayrılma" demiş ama şoför o yolda bekleyemeyeceğini anlayıp karşı tarafa geçince ve büyükbabam da elinde şekerlerle gelip arabayı karşı yolda görünce allaaaaah şoförü bir güzel dövmüş efendim. Kıskançlık başa bela ne de olsa..

* Abartmıyorum, görenlerden dinledim. Büyükbabamın babası at üzerinde giderken hedefi vurabilecek kadar atış yeteneğine sahipmiş. Ben ise maalesef birkaç denememle anladım ki olmuyor, o iş bana göre değil.

* Bundan 7-8 sene önce eski eşyaları karıştırırken büyükbabamın babasının çantasını buldum. İçinde hala evraklar vardı, aaa burda da bir göz var bakalım burada ne varmış diye elimi bir soktum.. (Çığlııık) Takma dişmiş meğersem..

* Aynı eşyaları karıştırırken bir tilki kürkü bir de hangi hayvandan yapıldığını anlayamadığım bir kürk manto da buldum. Şimdi kürke karşıyım elbet ama ben yoktum ki o zamanlar uyarayım milleti.

* Halamın oğlunun düğününden çıkıp halamların evini bulamadığımız için gelinle damadın eve giriş törenine yetişemeyen de biziz efendim. Şoför büyükbabamdı. Dön dolaş sabah ettik, biz eve vardığımızda çoktan halvet olmuşlardı allah bilir, kimsecikler yoktu zira.

* İl il gezerdik biz her yaz. İllerden birinde, büyükbabamın çişi gelir, tuvaletlere para vermeyi gururuna yediremeyen büyükbabam çareyi inşaatta bulur. Lakin inşaatın bekçisi vardır ama bunun da bir çözümü vardır: "Ben valinin askerlik arkadaşıyım, hadi git benim geldiğimi söyle mutlaka seni görür bunun için" Bekçi gider, büyükbabam çişini yapar. 


* İl il gezmelerden birindeyiz yine, o zamanlar cep telefonu yok. İki araba peş peşe yola çıktık. Arkadaki arabaydım, arabadakilerin yaş ortalaması benim 5-6 yaşımda oluşumu da hesaba katarsak 35-40 idi. Çişim geldi, durduk. Benim çişim gelince büyükbabamın da çişi geldi, büyükbabamın çişi gelince eniştemin de çişi geldi. Hepimiz çişimizi yaptık ayrı ayrı tabii. Sonra bir de ne görelim aaa böğürtlen. elimizi yıkadık tabii yanlış olmasın. Topla allah topla, ben bir de çok severim böğürtleni. Yarım saat kadar oyalandık orada. Öndeki arabadaki sinirli babam kilometrelerce yol gittikten sonra bizim arkadan gelmediğimizi anlayıp başımıza bir kaza geldiğini de düşünüp burnundan soluyarak geldi. Yaş ortalamamıza hürmetten sustu tabii, yoksa yanmıştık.

* Büyükbabam gençliğinde fotoğrafçılık yapmış. Fotoğrafı falan herkes bilmiyor o zamanlar. Büyükbabam gelen insanların konuşmasından rahatsız olur ve çareyi "Konuşursanız sesli çıkar bakın, sessiz olun" demekte bulur ve çok enteresandır ki işe yarar, susarlar.

* Babaannem komşularla beraber gece gezmesine gider, dönüşte mahallenin çocukları bunlara şaka olsun diye havlayarak arkalarından koşarlar. Bütün kadınlar çocuklarını alıp çil yavrusu gibi dağılır, babaannem de dağılır aslında ama tek farkla: o, çocuğunu orada unutmuştur.

* Annem çocukken bok çukuruna düşmüş. Ciddiyim evet, hayvanların boklarının aktığı bir yer vardır, köy yaşantısını bilenler bunu da bilirler. Sen git, o bok çukuruna düş. Tey yareppim..

* Babam, buz tutmuş barajın üzerinde araba kullanan bir salaktır ayrıca. 

* Bendeniz, kardeşini ilk görüşünde "Aaa baba, bebek" diyen bir malım.

* Eve misafir gelir, bendeniz de nasıl utangacım teee o zamanlardan. Yaş 4-5. Beni hayatta bulamayacakları bir yere saklandım: Tavuk kümesine. Tavukların şaşkın bakışları hala aklımda. Akşam olup da kümesin kapısını kapatma zamanı gelince beni içeride çildir çildir bakarken bulurlar ve bu olay yıllardır aile hikayeleri arasında anlatılır.


* İlkokulda, çocuğun biri beni itti diye gidip çocuğa kitapla vurdum. Kendim öküz gibi olduğum için çocuğun bu acıya dayanabileceğini ve bir hafta önce olduğumuz aşının acısının çoktan geçtiğini düşündüm, ne bileyim. Çocuğun koluna vurdum alt tarafı ama çocuk küt dedi bayıldı. Bütün okul üzerime yürüdü resmen. Çocuk hastaneye kaldırıldı. Bir ay hastanede kaldı. Arkadaşları arkamdan "katil" diye bağırmaya başlamışlardı bile. Neyse ki çocuk bir ayın sonunda okula döndü. Benden intikam almak için gelip geçerken tekme atıyordu ama hoş görüyordum. Orta sona geldik, çocuk bana aşık oldu. Birkaç sene bu böyle devam etti. Hatta çocuk arada bayılınca adımı sayıklıyormuş, arkadaşlarının yalancısıyım.


* Kardeşim, halamın oğlunun çizmesine işemişti. Hayır hayır, o bir kedi değil. 


* Çizmesine işenen halamın oğlu küçükken, vitrin mankeniyle tokalaşmaya çalıştığı için vitrin mankenini yere düşüren hatta kıran hatta annesine manken parası ödettiren biri.


* Veli ziyaretine gidiyorsun, evdeki çocuklardan biri ailesine güvenerek senin üzerine kedi fırlatıyor. Evet burada üzerine kedi fırlatılan biçare öğretmen de bendeniz oluyorum.

Masaüstü


Maksat muhabbet olsun, korsan blog dinlenmesin.
Christian'ın albümü de silemedim daha, göynüm el vermedi. hof.
Bir de ben bir süre buralarda olmayacağım aramasın gözler, o şimdi mutlu.

5 Mart 2011

Bu Ünlü Kimdir?


Atalay da değil hani, Atalan.


Etiket: ekran görüntüsü

4 Mart 2011

Yüzük Parmak Simge Ammmaaan

Defter karıştırmaya devam..
Efenim siz yüzüğünüzü hangi parmağınıza takıyorsunuz? 
Hangi parmak neyi simgeliyormuş?

Baş parmak: Özgürlük
İşaret parmağı: Otorite, güç
Orta parmak: Güven
Yüzük parmağı: Sıradanlık eheh şaka şaka yaratıcılık
Serçe parmak: Çekicilik

Yüzük parmağı işi bozuyor gerçi, bu mantıkla evlenince herkesin yaratıcı olması lazım. Gerçi çocuk falan yapılıyor ama yaratıcılığa girer mi ki, ıh girmez, özgün bir çalışma sayılmaz çocuk.
Bir de şey, orta parmak Digitürk'ü simgelesin be nolur.

etiket: hava yol su

3 Mart 2011

Ne Desen Haklısın

Bir zamanlar ben de ergendim. Hatta hala ergen beyinli olduğum söyleniyor, hani bir değil iki değil bir sürü kişiden duydum bunu. Neyse.. Akrostiş de yapmışlığım var. Hatta yorumlarda akrostiş talebiniz olursa ve tabi adınız "dereotundan nefret ederim" gibi uzun bir şey değilse size de akrostiş yazabilirim.. Yaş 11-12 olsa gerek:

Tozlu ekranlardan seçtim seni
Akşamın geç vakitleri
Rastgele seçilen bir frekanstan duyuldu
Karışık sesler arasından sesin
Ah..! dedim keşke sevseydi beni
Nihavent okurduk yağmurlu gecelerde

Şimdi beni terk etseniz, arkanızdan seslenip "Gitme dur" diyecek yüzüm yok, o derece..

İnadım inat Kıçım İki Kanat

Twitter'ı sık kullanmaya başlamadan evvel ne yapıyordum biliyor musun sevgilim blog?
İki cümlelik şeyleri de sana yazıyordum. 
Şimdi, (sıfat) Digitürk'e inat yine buraya yazmaya başlıyorum. Bir günde 9-10 yazı yazan biriydim ben hahayt, bana sökmez bu numaralar.!

1 msj alındı diye bir etiketim var misal, ne zamandır uğramamışım. Heh şimdi geliyor:
Kardeşimin bana gönderdiği son mesajlar:
"Evlere şenlik kızınız var'ı 'evlere servis kızınız var' olarak anladım az önce"
Buradan çıkardığımız sonuç: Bu durum bizim ailede genetik. bkz: şapşal pippi

Bu da kardeşimden:
"Bütün bloglar kapanmış. Sıkıntıdan barbie giydirme oyunları oynuyorum."

Bu da sevdiceğimden:
"Dövmemi buldum."
Dövmesini düşüren bir sevgilim var benim ehuahu şaka tabii. Biz dövme yaptıracağız, ben iki üç tane dövmemi buldum, o daha bir tanesini bile bulamadı da, çatlıyor kıskançlıktan. Buldum dediğini de iki gün sonra değiştirir zati. hıh

2 Mart 2011

Blogspot Engeli

Dün akşam itibarıyla blogspot uzantılı bloglara erişim yasaklanmış durumda yani bu yazıyı okuyan DNS değiştirmeyi öğrenmiş kesimden fazlasına ulaşmam pek mümkün değil şimdilik.
Yine de buradan yazmaya devam edeceğim elbette.

Dün sabahki yazımı yazarken yasaklamaya neden olan durumun ne olduğu hakkında henüz bir fikrim yoktu. Sadece tahminen Digiturk diyordum, nitekim dün, gün içinde öğrendim ki evet yasaklamanın nedeni yine Digiturk şikayeti imiş. 

Olay nedir peki? Yayın hakları Digiturk'ün elinde bulunan maçların izinsiz bir şekilde farklı sitelerde yayınlanması. Bu sitelerin içinde blogspot uzantılı bloglar da var ve Digiturk bundan rahatsız olduğu için mahkemeye başvuruyor. Sonuç, diğer sitelerle birlikte içinde milyonlarca blogun bulunduğu Blogspot'un da kapatılması.

Dün akşam CNN Türk'te 5N1K'da bu konu konuşuldu. Digitürk yetkilisi programa katıldı ve durumu açıklamaya çalıştı. Önce olayı onun ağzından dinlediğim şekilde bir anlatayım. Kendisi diyor ki, (cümleler aynen değildir özet mahiyetinde) "Bize bağlı sözleşmeli çalışan 450 avukatımız var ve bu avukatların görevi, yayın haklarımızı koruma amaçlı illegal yayınları kontrol etmek." "Biz Youtube'a daha önce başvuruda bulunduk ve iznimiz dışında yayınlama yapılmaması için adminlik talep ettik. Youtube da bize belli yetkilerimizin olduğu bir adminlik verdi ve kendimize ait videoları silebiliyoruz. Google'a başvurduk ve benzer bir adminlik yetkisini istedik ama cevap alamadık. Ardından tekrar başvurduk ve şu şu adreslerde yayın yapan bloglarda yayın hakları bize ait olan maçlar yayınlanıyor bu blogların kaldırılmasını talep ediyoruz. Google'dan bize cevap geldi, kaldırdıklarını söylediler. Daha sonra kontrol ettiğimizde kaldırılmadıklarını gördük. Yayınlar kaldırılmayınca son çare olarak haklarımızı hukuki yollardan aramaya karar verdik."

Yorumlamadan önce kanımca temeldeki sorunu söyleyeyim:
Maçların TRT'de yayınlanması çok daha mantıklı nazarımda, milyon dolarlara satılması elbet ekonomik açıdan işe yarıyordur lakin doğru bulmuyorum ben, ayrıca satılırken "her türlü yayın hakkı" abartılı değil midir, canlı yayın hakkı evet ama videolar neden..? Hakların satışında ciddi bir sorun var bence. Maç o saatte canlı yayınlanır ve o maç bitmiştir artık. Sonrasında maç komple halkındır. İstediği gibi kullanır düşüncesindeyim. Videolar, paylaşımlar neden rahatsız ediyor Digitürk'ü.? Aksine mutlu etmeli. Kimse harika maç görüntülerini sonradan izlemek istemez. Dizi mi bu sonradan izlendiğinde de zevk versin. Millet sokağa dökülmüş, sen hala oturuyorsun öyle 45 dk geçsin de maçı izleyeyim diye. Maç dediğin canlı izlenir. Canlı yayın hakkı da dünya para edebilir doğrudur.

Adamlar maç yayınlamak için para dökmüş, elbette maçların başka yerlerde yayınlanmasını istemez burada haklı.  Haklı olduğu konuda, mücadele etmesi de doğru. Bir yerde hukuki yollara başvurması da doğru ama bir sürü de yanlış var ortada.
Buradaki sorunun hak vermedeki hatadan sonraki sorumlusu Digiturk'tür. Neden böyle düşünüyorum? Çünkü maçların bu şekilde başka ortamlarda yayınlanmasına imkan vermeyecek bir teknoloji geliştirmiş olmalıydı. Herkesin, her şeyin teknoloji ile imtihanının olduğu bir dönemde, elbette bu tip olayların yaşanması mümkün. Burada önlem alması gereken, Digiturk. Alınması imkansız şu an için aslında, o zaman göz yumması gerekiyor bazı şeylere. Sonuçta, bir blog kapanır, yenisi açılır, bir site kapanır, yenisi açılır.. Bunun önüne geçmesi gereken Digitürk'tür ama o "Amaaan ne uğraşacağım, toptan yasaklayalım, bir daha açamasınlar" demeyi tercih etmiş olmalı.
Bir de şu var "Hırsızın hiç mi suçu yok?".. Olmaz olur mu? Kimse istemez, yazılarının, ürünlerinin çalınmasını, izinsiz kullanılmasını ama bunu yapanlar var. Benim bile başıma geldi, RSS üzerinden yazılarımın tamamı başka bir bloga aktarıldı. Üstelik Google aramalarında benim blogumdan daha üstte çıkıyordu adamın blogu. Ulaştım, bir süre yorumlar vasıtasıyla şikayetimi dile getirdim. Yorumlarımı sildi ve bana ait yazıları yayınlamaya devam etti. Daha sonra da bir açıklama yaptı blogundan: "Siz RSS'inizi açık bırakırsanız bana bu imkanı vermiş olursunuz" dedi, ki RSS dediği de blogu daha kolay okumak için okurlara sunulan bir imkan yani olmazsa olmaz bir şey artık. Her neyse durumu çözmek için benim gibi mağdur olanlarla iletişime geçtim ve topluca bu durumun yayılmasını sağladık. Blog sahibinin adına ulaşıldı ve kariyerini mahvedecek kadar içerik oluşturuldu adına. Bunu kimse göze alamaz malum, hele de bilgisayar üzerine kariyer yapmak isteyen biri, içerik çalmak suçunu ömür boyu taşımayı hiç istemez. Nitekim bunlar zaten adamı yeterince germişti. Yine de inat etti ve yazıları kaldırmadı, sadece yeni yazı akışını durdurdu. Sonunda sitesinin sahip olduğu şirkete başvuruldu benim gibi mağdur bir arkadaş tarafından, yurt dışında bir şirket. İçerik çalmak ciddi bir suçmuş efenim oralarda. Yazı başına çok çok yüklü bir meblağ ödemek zorunda kalacakmış şirket ve bunu göze alamamış, siteyi aynen kapatmış. Olay bu. Dava da edilebilirdi ama edilmeden halledildi. Bunu neden anlattım, birkaç kişi bile bunu yapabiliyoruz. Neden Digiturk yapamasın? 
Digitürk'ün dediği bir şey daha vardı, Google'ın adminlik yetkisi vermesi.. Önce Youtube'dan adminlik yetkisi almalarından bahsedeyim. Youtube'da canlı maç yayını yapacak hali yok kimsenin. Anladığınız üzere Digitürk, maçlardaki efsane golleri bile göstermek istemeyebilir, dilediğince kaldırabilir videoları. Bu ne demektir.? O maçlar Digitürk için vardır, o goller Digitürk için vardır, futbolcular, futbol Digitürk için vardır.. Eh iyiymiş, biz toparlanıp gidelim o zaman..! Maçların canlı yayın haklarını Digitürk'e satmak demek, maç görüntülerinin paylaşılmasını bile illegal yapacaksa yuh derim de başka bir şey demem. Biz neciyiz arkadaşım burada..?
Şimdi Google'dan adminlik talebi konusuna geleyim. Google ya da Blogspot, böyle bir şeyi yapmaz, yapamaz. Kişisel blog bunlar, eğer önüne gelen benim günlüğümden sayfa koparacaksa ne anladım ben o günlükten.? Blog, blog olmaktan çıkar o zaman. Bunu hiçbir kullanıcı hoş göremez. Google'ın böyle durumlar için uyguladığı yöntem şu. Blog sahibine bir uyarı göndererek yazıyı taslaklara göndermek.. Blog sahibi bu durumda vicdanına kalmış bir şekilde ister yazıyı düzeltip yeniden yayınlar ister taslaklarda olduğu gibi bırakır isterse aynen tekrar yayınlar. Google, uygun görmezse tekrar taslaklara atar. Burada Google'ın başka bir vazifesi yok. Sadece yazıyı yayından kaldırıp taslaklara atabilir. Kafasına göre işlem yapamaz. İllegal içerik barındıran blogların sahipleri çok inat ederse bu durumda, evet dava edilebilirler. Digiturk'ün madem 450 avukatı var, blog sahipleri ile tek tek irtibata geçip başka türlü bir yol izleyebilirdi gibi geliyor bana. Blog sahiplerinin kendilerine dava açmak da bir başka yol olsa gerek. Gidip direkt site kapatma amaçlı bir şikayette bulunup dava etmek saçma.. 
Asıl saçma olansa Digitürk'ün aynı şeyi ilk yapışının olmaması. 24 Ekim 2008 tarihinde blogspota erişim yine Digitürk'ün şikayeti üzerine engellenmişti. O zaman şöyle demişlerdi, biz talebimizi dile getirdik ve Blogger üzerinde bulunan tüm bloglara erişimin engellenmesine mahkeme karar verdi, bizim böyle bir talebimiz olmamıştı. O zaman biraz yumuşamıştım açıkçası, olabilir mahkemenin hatası olmuştur demiştim, zira 3-4 gün sonra yasak kalkmıştı. Geçmişte yaptığının aynısını yapıp yine aynı sonuçlar doğacağını bildiği halde milyonlarca insanın mağdur olmasına neden olmak... 
İşte buraya kadar hak verdiğim yerler oldu ama buradan sonra nazarımda hiçbir şekilde haklılığı kalmıyor Digitürk'ün. Çünkü Digitürk biliyor artık Blogger'da bulunan tüm blogların aynı IP'ler üzerinde yer aldığını yani her bloga farklı bir IP tahsis edilmediğini. Bu durumda da yasağın tüm bloglarını etkileyeceğini artık adı gibi biliyor! 

Muhtemelen büyük kriz yaşıyor olmalılar ama dün Cüneyt Özdemir sorduğunda Digitürk temsilcisi "Yoo yooo" demeyi tercih etti, normal olarak.

Konuya eklemek istediğim birkaç bir şey daha var.
Neden Diyarbakır?
Kendi işlerine gelen bürokratik işlemleri hızlandırmak, karşıdan gelecek bürokratik işlemleri yavaşlatmak için.




Superonline, yasağı neden şak diye uyguladı ve bunu marifetmiş gibi Twitter'dan duyurdu.?
Superonline, Digiturk'le ortak diyebiliriz, yan şirket. Yasağı bu yüzden iştahla dile getirdi. Etik midir bu, değildir. Sana ne be adam, demezler mi, derler, ben derim mesela. İnternet sağlayıcının çıkıp da yasaklamayı marifet gibi duyurması UTANÇ verici.. Bunun başka izahı olamaz. Bre sağlayıcı, o site bu site yasaklanırsa seni kim ne yapsın, da demezler mi, derler, ben derim mesela..

Digitürk abonesi değilim, hiç olmadım ama 2008'de olan olaydan dolayı bir sürü kişiye olanları anlatıp Digitürk abonesi olmalarını engelledim. Profesyonellikten uzak olmaları bile kâfi onlardan soğumak için.. Aranızda blog yazarı, okuru olup da Digitürk abonesi olan varsa, ciddi ciddi ölçüp tartın şu durumu ve yeniden gözden geçirin aboneliğinizi. 

Blogspot engeli kalktı kalkacak belki bilemiyorum kaç gün sürer ama dilerim uzun sürer de site yasaklamalarla ilgili hassaslığımız artar. Ne kadar uzun o kadar iyi benim için. Çünkü yalan yok, bazılarımız kendi başına gelmeyince anlayamıyor olayları. 

Blogları WP, Tumblr gibi blog sağlayıcılara taşımak karanlıktan korkup gözlerini kapatmak gibi bir şey olsa gerek. Blog orada işte duruyor yani, neden mücadele etmek yerine kaçmayı tercih eder ki insan? Evet blog yazarlarının kendi adlarına başka bloglarının da olması gerekiyor, düzenli kullandıkları blogu ayda bir yedeklemeleri gerekiyor ama şimdi yasak geldi diye blogu taşımak neden? 
Mücadele etmenizi nacizane öneriyorum. Diğer bloglarınızla paralel yayın yapın dilerseniz ama blogger üzerindeki blogu görmezden gelmeyin.

1 Mart 2011

Türkiye'de Günaydın


Günaydın kuzuşişlerim, erken kalkanın site yasakladığı güzel ülkemizde yine bir yasaklama vakası ile karşı karşıyaymışız. Ben de anlatanların yalancısıyım şimdilik, yalancı olmaya da razıyım yeter ki doğru olmasın bu. Ama maalesef doğruluğa doğru gidiyoruz. 
Çoğumuz DNS denen şeyi öğrendik artık, ayarlamalarımızı yaptık, başbakanımızın izinden gittik ve yasaklı sitelere girebiliyoruz ama biliyoruz ki sorun, sitelere giremememiz değil. SORUN, sitelerin ve dahi her şeyin yasaklanması.. 
Güzel ülkemizi yönetenlere sorsak, en özgür ülke Türkiye. İfade özgürlüğü dedin mi duracaksın, bir numarayız biz çünkü. Bize höt diyen yok, olamaz. Çünkü idarecilerimiz bizi koruyor, ifadelerimizi özgürce dile getirebiliyoruz. Tabii DNS ayarlarını değiştirenler arasında. 
Evet
Engelleme durumu şu an ne alemde bilmiyorum, bölge bölge engellenmeye başlandığını biliyorum sadece. 
Twitter üzerinden #blogumadokunma etiketiyle bir eylem başlatılmış, bunun dışında aslında her yer eylem alanı zaten, sesinizi duyurabildiğiniz kadar duyurun. 
Ve lütfen sadece sıra size, bize geldiğinde değil, her engellemede buna -porno siteleri de dahil- sesinizi duyurun. 

Bilenler bilir, Blogspot'un başına gelen ilk engelleme değil bu, ekim 2008'dekinde DNS ayarlarını değiştirmeyi bilenlerin sayısı bu kadar çok değildi ve herkes mağdur olmuştu. Kendi blogumuza giremiyorduk, bırak okumayı. O zamanki engellemenin sebebi bir mi birkaç blogun mu ne, Digiturk'e ait içeriğin yayınlaması idi. Ve içerik kaldırılması gibi basit bir önlem yerine koskoca Blogspot'u engellemeyi daha mantıklı bulmuşlardı. Şimdiki yasaklamanın nedeni bilinmiyor henüz. Bu da ayrı mesele, yasaklanıyoruz ama neden yasaklandığımızı bilmiyoruz. Şamata şamata şamata şamata..!!

Şimdi DNS var diye sakın sakın sesinizi çıkarmayı ihmal etmeyin, burada önemli olan girmek/girememek değil, yasaklamalar.. 

Madem ifade özgürlüğümüz var (!) ahanda buyrun size fırsat.. Büyükelçiye laf yetiştireceğinize somut somut gösterin ifade özgürlüğü olduğunu, değil mi hükümet!! Kaldırın yasaklamaları.. Alın size ortam işte.. 


Güncelleme: Yasak sebebi 2008'deki ile aynıymış. 
Selamlar Digiturk!